Sufilerin El Kitabı yahut süte çağrı
İsmail Kılıçarslan / Yeni Şafak
“Hikmet, bir ÅŸeyi tam ve eksiksiz yapmak ve ortaya koymaktır. Bilgi açısından bir ÅŸeyi gerçekleÅŸtirmek ve yapmak; söz açısından o ÅŸeyi veciz ve çaÄŸrışımlı ifade etmek; uygulama açısından mükemmelen yapmak ve kemale erdirmektir. ‘Hikmet üç topluma indirilmiÅŸtir: Arapların dillerine, Çinlilerin ellerine, Yunanlıların akıllarına’ denmiÅŸtir. Allah Teâlâ daha iyi bilir.”
Ahmet Murat’ın nefis Türkçe'siyle çevirdiÄŸi ve Ketebe’den çıkan “Sufilerin El Kitabı” isimli eserde Ä°bn Acibe hikmet kavramını böyle açıklıyor.
“Bir ÅŸeyi tam ve eksiksiz yapmak” insanın hayatından çıkalı çok oluyor elbette.
Dikkat isterim: 18. asırda yaÅŸayan Faslı Åžazeli ÅŸeyhi ve âlim Ä°bn Acibe, hikmeti bir “yöntem” olarak tanımlıyor. Çünkü o, insanın ancak bir “yöntem” ile yolunu bulabileceÄŸinin henüz bilindiÄŸi çaÄŸlara ait biri.
Bugün koca koca “hikmet yumurtlayıcıları”na sorsak bırakın bize hikmeti bir yöntem, bir oryantasyon biçimi olarak tanımlamayı; tarifleyemez bile.
Yine dikkat isterim: Kerameti kendinden menkul birini tanımaya “tanımlama kabiliyeti”nden baÅŸlayabilirsiniz. Tanımlayamıyorsa “tanımsız bir cisim”e dönüÅŸür uzayda.
Kanaatim odur ki bugün insanın sıkıştığı en önemli dehliz, tanımlama eksikliÄŸinden ve buna baÄŸlı olarak yöntemsiz kalmasından kaynaklanmaktadır.
Devam edelim mi Ä°bn Acibe okumaya? Bakın aklı nasıl tanımlıyor: Akıl, yararlıyla zararlının kendisi sayesinde ayırt edildiÄŸi nurdur, sahibini günah iÅŸlemekten alıkoyar. Nefsin kendisiyle zorunlu ve teorik ilimleri öÄŸrendiÄŸi ruhani nurdur ya da edinilmesini mümkün kılan kuvvet de denebilir. Akıl olarak adlandırılmıştır çünkü sahibini gereksiz olan karşısında baÄŸlar, alıkoyar.”
Akıl kelimesinin etimolojik kökünün “ip” olmasına da atıf yaparak aklı tanımlayan Ä°bn Acibe’ye tabiri caizse “kurÅŸun iÅŸlemez.”
KurÅŸun iÅŸlemez zira kafası o denli net ve berrak bir “tanımlar bütünü ile” hareket ediyor ve elbette elindeki terazinin her ÅŸeyi tartabileceÄŸine dair bir inanç geliÅŸtirmesini saÄŸlıyor ona bu hususiyeti. Üstelik elindeki terazi de her ÅŸeyi tartıyor.
Bugünün “hikmet yumurtlayıcıları” insanı her türlü rüzgârın önünde dayanıksız bir aÄŸaç çöpüne çevirerek yürütüyorlar gemilerini. “Akıl” desen tanımlayamaz. “Kalp” desen tanımlayamaz. Hele iÅŸler biraz zorlaÅŸtığında iyice sefilleÅŸir zihinleri. Örnek mi? “Medeniyet” desek dört başı mamur bir medeniyet tanımı yapabilecek kaç insan tanıyorsunuz? Varsa yoksa “kalp medeniyeti”, “gönül medeniyeti”, “böbrek medeniyeti”, “dalak medeniyeti” lakırdıları.
Hadi bir tanım daha okuyalım mı Ä°bn Acibe’den? Bu sefer “huy” kavramını anlatsın bize: “Kendisinden fiillerin kolaylıkla sadır olduÄŸu bir melekedir.”
Duralım burada ve ÅŸunu kabul edelim. Artık okumuÅŸumuzun da, ümmimizin de böylesi berrak bir zihni yok. Neyi kaybettiÄŸimizin “ilan tahtası” olarak okudum bu sebeple biraz da Sufilerin El Kitabı’nı.
Ya entelektüalize etmekten ya hamaset kalelerinin burçlarına sancak dikmekten ya bulanıklıktan ya ithal zihinden ya da çağın çocuÄŸu olmamaktan… Bizi bu beÅŸ madde zehirliyor.
Oysa her türlü zehri bünyeden atacak olan süt, tam tamına berraklıktan kaynaklanır. Pürüzsüz bir düzlük lazım bize o berraklık için... O düzlüÄŸe ulaÅŸmadan “girinti çıkıntı” oluÅŸturmaya çabalayınca elimize batan kıymığın haddi hesabı olmuyor.
BaÅŸa dönelim. Yöntemsizlik, düzlüÄŸe ulaÅŸmadaki en büyük eksiÄŸimiz. Bize o düzlük lazım ki girintiyi çıkıntıyı “hikmet ile bile” elde edebilecek bir vasatımız olsun.
Henüz yorum yapılmamış.