Hüseyin Akın / Bunu bana öğretmediniz; ama ben yine de öğrendim!
Hüseyin Akın / Milli Gazete
Sezai Karakoç “Hızırla Kırk Saat” ÅŸiirinin üçüncü bölümünde yeÅŸil sarıklı ulu hocaların karşısına dikilip “bunu bana öÄŸretmediniz” sitem ve ÅŸikâyetinde bulunuyor. ÖÄŸretememenin bağışlanır tarafları belki olabilir, ama öÄŸretmemek kasti bir çaba olduÄŸundan baÅŸlı başına bir eÄŸitim biçimidir. Buna “ihmal çabası” demek de mümkün. Yitik kuÅŸaklar olarak çoÄŸumuz bu ihmalin bedelini ödüyoruz. ÖÄŸretilmesi gerektiÄŸi halde öÄŸretilmeyen ÅŸeylerin yerine öÄŸretilenlerin hangi derdimize çare olduÄŸunu düÅŸündüÄŸümüzde sadra ÅŸifa olacak pek bir ÅŸey gelmiyor aklımıza. Bu taammüden öÄŸretmeme durumu kendini her geçen zamanda biraz daha hissettirecektir. ÖÄŸrenilenlerin hayatımızda kapladığı alanla, öÄŸretilmeyenlerin oluÅŸturduÄŸu boÅŸluk kıyaslandığında öÄŸretilmeyenlerin oluÅŸturduÄŸu boÅŸluÄŸun çok daha derin olduÄŸu görülecektir. Anlaşılan o ki her öÄŸretilmeyende saklanan bir ÅŸeyler vardır. Hakikatin, doÄŸru olanın gizlenmesi onun tahrif edilmesinden daha uzun süreli etkiye sahiptir. Ä°hmal ediciler her zaman tahrif edicilerden daha sinsi ve stratejik davranırlar. Ä°hmal bir ÅŸeyin sürdürülebilirliÄŸini akamete uÄŸratan bir duyarsızlık biçimidir. Vazifenin yerine getirilmesi (öÄŸretilmesi gerekenin öÄŸretilmesi) bu kiÅŸilerin hesaplarını alt üst edebileceÄŸinden veya baÅŸlarına yeni iÅŸler açabileceÄŸinden bu hayati meseleleri teÄŸet geçmeyi yeÄŸlerler.
Ulu hocaların burada göz ardı edip hesaba katmadıkları bir ÅŸey var; hakikati gizleme konusunda hiç de öyle güce sahip olmadıkları gerçeÄŸi. Ä°hmal sadece kısa süreliÄŸine ihmal edeni mutlu edip hedefine ulaÅŸtırır gibi olur. Hâlbuki hakikatin yankısı eÅŸyaya, varlıklara, olaylara ve olgulara çarparak bütün bir hayat içerisinde ait olduÄŸu ÅŸeyin sözcülüÄŸünü yapar. Saklanan bir hakikat daha çabuk ve daha gür bir sesle kendini ifade eder. YeÅŸil sarıklı ulu hocalar öÄŸretmedikleri ÅŸeylerin boÅŸluÄŸunda debelenip dururlar. Üstad Karakoç bu ihmal boÅŸluÄŸunu tabiattaki hakikat sözcülerinin nasıl doldurduklarını birer birer sıralar: “Ey ulular sizin bana öÄŸretmediÄŸinizi / ben zamandan öÄŸrendim / kuruyan hurma dalından öÄŸrendim / damıtılmış petrolden öÄŸrendim / yavrusunu arayan bir deveden öÄŸrendim / hapsedilmiÅŸ yarı yanık / sancaklardan öÄŸrendim / yıkılmış taÅŸ kemerlerden öÄŸrendim / harap handan, köprülerden öÄŸrendim.”
Zaman sahici bir öÄŸretmendir. “Zaman büyük bir öÄŸretmendir; ne yazık ki bütün öÄŸrencilerini öldürür” diyen Ä°sviçreli Alman yazar, aktör ve film yönetmeni Curt Goetz’e katılmak zorunda deÄŸiliz elbette. Ä°nsanı öldüren zaman deÄŸil, dünyaya gelirken göze aldığı hayatın ilahi ilkeleridir. PiÅŸmanlıklarımızı da ustalık ve tecrübelerimizi de yenilgilerimizi de hep zamanın bize öÄŸrettikleri veya zamandan öÄŸrendiklerimiz sınıfına yerleÅŸtirebiliriz. Zaman öylesine dikkatli bir öÄŸretmendir ki sınavdaymışız gibi ömür boyu hep başımızda durur. Zamandan öÄŸrendiklerimi buraya yazmaya kalksam zaman yetemez. Ulu hocaların bize öÄŸretmedikleri bu “büyük zaman” olmasın? Asr Suresi’nde üzerine yemin edilerek insanoÄŸlunun ziyanda olduÄŸunu haber veren, o büyük haberi bizden gizlemiÅŸ olmasınlar?
Ulu hocaların okuyup geçtikleri halde ne demek istediÄŸi hususunda tek kelime etmedikleri gerçeÄŸi “kuruyan hurma dalı”nın hocalığı sayesinde öÄŸrendik. Yasin Suresi 39. ayette: “Ve Ay, kurumuÅŸ hurma dalı gibi bir ÅŸekil (bedir ÅŸeklinden hilâl) haline dönünceye kadar ona menziller takdir ettik.” buyrulurken aynı zamanda Ay’ın yörüngesine dair bir gerçeÄŸe de iÅŸaret ettiÄŸi müfessirler tarafından ifade edilmektedir. Ulu hocalar sussa, müfessirler bir noktada karar kılamasa bile “Ay” bir kevni ayet olarak kendini ayan beyan açıklamaktadır. Bütün petrol ürünleri rafinerilerde nasıl damıtılmış petrolden oluÅŸmaktaysa, petrolün ham halden iÅŸlenmiÅŸ hale dönüÅŸümü insana da eÄŸitim noktasında çok ÅŸeyler ilham etmelidir. Damıtılmış petrol ile terbiyeden geçmiÅŸ insan arasında zihin doÄŸal yollardan hiç zorluk çekmeden alaka kurabilir. Yavrusunu arayan devenin söylediÄŸi bir ÅŸey var kuÅŸkusuz. Hâl ve eylem diliyle Allah’ın merhameti yüz parçaya ayırdığı, doksan dokuzunu kendi yanında tutup birini tüm canlılara bahÅŸettiÄŸini, devenin yavrusuna gösterdiÄŸi yaklaşımın bu bir parçacık rahmetin tezahürü olduÄŸunu okumakta zorlanmıyoruz. Herkesin kendince bir okur olduÄŸunu dikkatten kaçırmadığımızda hiç kuÅŸkusuz bu dizeler üzerinde daha baÅŸka okumalar yapabiliriz. Mesela, bütün bu olumsuz, hüzünlü manzaralar OrtadoÄŸu’nun iÅŸgaliyle birlikte tarihi dokuya, tabiat varlıklarına, medeniyet unsurlarına nasıl zarar verip tahribat oluÅŸturduÄŸuna da bir iÅŸaret sayılabilir. Petrolüne sahip olmak için tüm OrtadoÄŸu coÄŸrafyasını kan gölü haline getiren emperyalistlerin yokluÄŸa ve yoksulluÄŸa terk ettikleri coÄŸrafyalar anlatılmayanın en fasih anlatıcıları gibidir.
YaÅŸadığı çağın kulak vericisi, ÅŸahidi ve de öÄŸrencisi olan hesap sorucu, kınadığı yeÅŸil sarıklıların konumuna düÅŸmemeye de itina gösterir. Tarihten, coÄŸrafyadan, zamandan ve olup bitenden öÄŸrendiklerini aynı zamanda “yarılmış aydedeye”, “delikanlı ateÅŸlere”, “en umutsuz bekârlara”, “kundaktaki çocuklara”, “fundalara”, “keçilere” ve “keçi yollarına” öÄŸretmeyi ihmal etmediÄŸini ve böylelikle hayatın ve tabiatın yeÅŸil sarıklı ulu hocaları tashih ve de tekzip ettiÄŸini de dolaylı ÅŸekilde vurgulamış olur.
Åžairin hakikatin kendilerinden esirgenip ezilenler grubuna dâhil edilenler arasına “en umutsuz bekârlar”ı da almış olması son derece dikkat çekici. Evli geçimsizliÄŸinden ziyade bekâr ümitsizliÄŸin bu kategoriye dâhil edilmesi yeÅŸil sarıklı uluların dikkatini de aynı derecede çekmiÅŸ midir acaba?
Henüz yorum yapılmamış.