Gökhan Özcan / Hiç kimse görmedi!
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
SoÄŸuk ve yağışlı geçen bir kışın nadide güneÅŸli günlerinden biriydi. Hiç kimse ona hayran olmadı. Bir çocuk eÄŸildi, kış güneÅŸinin tadını çıkaran tekir kediyle bir ÅŸeyler konuÅŸtu. Hiç kimse çocuÄŸun kediye ne söylediÄŸini merak etmedi. Herkesten daha dalgındı denize bakarken vapurun güvertesindeki bir yolcu. Hiç kimse onun farkına varmadı. Bir simitten kalan kırıntıları didikliyordu birkaç serçe. Hiç kimse dönüp onlara bakmadı. OkuduÄŸu bir mısra adeta nefesini kesti hasır taburede çay içmekte olan delikanlının. Hiç kimse onunla aynı ÅŸiirde buluÅŸmadı. Bastonuna dayanarak zorlukla yürüyordu bir yaÅŸlı kadın. Hiç kimse onun gittikçe ağırlaÅŸan hayat yükünü paylaÅŸmadı. Bir ekmek parası istedi yoldan geçen birinden üÅŸümüÅŸ küçük bir kız. Hiç kimse onun ellerini ellerinin içinde ısıtmadı. Atılan ne kadar çerçöp varsa hepsini bir dalgada kıyıya vurdu deniz. Hiç kimsenin yüzünü kızartmadı bu yüzleÅŸme. Yalnızlığı yüzünden okunan ne kadar çok insan vardı meydanda. Hiç kimse bir ucundan tutmadı onların ve kimsesizliklerinin. Hiçbir ÅŸeyin tadı kalmadı benim için artık, diye geçirdi içinden bir ihtiyar. Hiç kimse iÅŸitmedi onun yorgun düÅŸüncelerini. GüneÅŸ gölgelerden bir sergi açmıştı kaldırımların üstüne. Hiç kimse gelip görmedi bu güzellikleri. Biri gelse, dürüp kaldırsaydı hayatın kullanılmayan yerlerini... Hiç kimse farkına bile varmazdı muhtemelen, hayatın bir uçtan bir uca eksildiÄŸinin!
“YaÅŸamlarını ofiste klavye tıkırdatarak geçiren o dalgın, soyutlanmış insanları düÅŸünüyorum. Dedikleri gibi ‘baÄŸlılar’, peki ama neye? Saniyede bir deÄŸiÅŸen enformasyona, imaj, sayı, tablo, grafik seline baÄŸlılar. Ä°ÅŸten sonraysa doÄŸru metroya veya otobüse giderler, yani hep hıza baÄŸlıdırlar; bu sefer bakışlar telefon ekranına mıhlanır, parmaklar hafifçe de olsa hâlâ hareket halindedir, mesajlar, görüntüler akmaya devam eder. Ve daha günü görmeden akÅŸam olur. Sıra televizyondadır, alın size bir ekran daha. Peki bu insanlar hiç toz kaldırmadan, birbirleriyle temas etmeden hangi boyutta, hepsi birbirinin aynı hangi mekanda, yaÄŸmurmuÅŸ güneÅŸmiÅŸ hiçbir ÅŸeyin fark etmediÄŸi hangi zaman diliminde yaşıyorlar? Yollar ve patikalarla bağı kopmuÅŸ bu hayatlar, insanlık durumunu unutturuyor onlara, sanki zamanla deÄŸiÅŸen hava erozyon yaratmazmış gibi” diye yazmış ‘Yürümenin Felsefesi’ kitabında Frédéric Gros.
Gazetelerin, haber sitelerinin, popüler medya unsurlarının ekran versiyonlarında görüntüler hiç durmadan sıçrayıp duruyor. Yukarıdan bir reklam giriyor, dakika başı güncellemelerle sayfalar deÄŸiÅŸiyor, her güncelleme sizi kaldığınız satırdan alıp yeniden en baÅŸa götürüp bırakıyor, bir basit haber cümlesi için onlarca kere tıklamak gerekiyor ve saire... Ne kadar da zihnimizin durumuna benziyor deÄŸil mi oynak yapı? Zihnimiz de oradan oraya sıçrayıp durmuyor mu, bu sanal sayfalar gibi? Herhangi bir bilgiyi hazmetmeden hop yerine bir baÅŸkası yerleÅŸmiyor mu zihnimizde de? Hangisi hangisinden doÄŸuyor bu durumların? Zihnimiz mi bu sanal sayfaların dijital illüzyonuna kapılıyor, yoksa bu sayfaları yazanlar mı zihnimizin bu dur duraksız zıplayışlarının peÅŸinden gidiyor? Ne okuduklarımızdan öÄŸrendiklerimizi zihnimizde yerli yerine koyacak vakti bırakıyorlar bize, ne onları birer saÄŸlam kanaate dönüÅŸtürecek dinginliÄŸi... Her ÅŸey hiç durmadan hoplayıp zıplıyor zihnimizde de, tıpkı bütün o sanal sayfalarda olduÄŸu gibi... Neden oturmuÅŸ, olgunlaÅŸmış, hazmedilmiÅŸ, hakkı verilmiÅŸ fikirlerimiz yok ve neden ezberlere, kliÅŸelere, her gün deÄŸiÅŸen istikrarsız sanılara sahibiz diye kaygılanan varsa, buraya da bir göz atsın derim.
“Bir otur hele” dedi meczup, “ayakta düÅŸünenin aklı durulmaz, fikri revan olur!”
Henüz yorum yapılmamış.