Sosyal Medya

Güncel

Modern üniversite içinde ilahiyat fakültesinin yeri

Yasin Aktay / Yeni Åžafak



Zaman zaman çizgiyi aÅŸtığını düÅŸündüÄŸümüz ilahiyatçılarla karşılaÅŸtığımızda verilen tepkilere bakılırsa ilahiyatçıdan neyin beklendiÄŸi konusunda bir netlik varmış gibi görünür. O beklentiye cevap vermekte bir kural ihlali yaptığında oluÅŸan infialler aslında ilahiyatçı ile toplum veya kurumlar arasında zımnen de olsa bir rol tanımı olduÄŸu anlaşılıyor. Oysa iÅŸin tarihine bakıldığında durum biraz karışıyor.

Çünkü daha önce de deÄŸindiÄŸimiz gibi Ä°lahiyat Fakültesi herÅŸeyden önce pozitivist paradigmanın etkisi altında bir üniversite çatısı içinde kendine bir yer buluyor. Bu yer biraz da ödemek zorunda olduÄŸu bir kiranın varlığını da gösteriyor. Üniversitenin elbette her yerde ve her zeminde pozitivist olma ÅŸartı veya mecburiyeti yoktur. Kendi kulvarında çok farklı çizgide bir üniversite de geliÅŸebilir.

Üniversite dediÄŸimiz ÅŸey neticede bütün ilimlerin önemlerine göre deÄŸerlendirilerek belli bir hiyerarÅŸik düzen içinde örgütlenip bir araya getirildiÄŸi bir çatıdır. Nizamülmülk’ün medreseleri veya Farabi’nin Ä°limlerin Sayımı ile Avrupa’da Alman üniversite geleneÄŸinde tasarlanan veya sonradan August Comte’un kurduÄŸu bilimler hiyerarÅŸisi birbirlerinden epeyce farklıdır mesela. Biz ise günümüzde kurulu üniversiteler ağından bahsediyoruz ki bu üniversitenin de kendi tasarlanmış bütünlüÄŸünü günün ÅŸartlarına göre multiversiteye doÄŸru geliÅŸtirmiÅŸ olduÄŸunu da konuÅŸuyoruz. Bu üniversitelerde farklı disiplinlerin, alanların, fakültelerin, farklı epistemolojik kaynaklara sahip olmak dolayısıyla birbiriyle çatışması da üniversitenin olaÄŸan tarihidir, birbirinden etkilenmesi de. Neticede bu alanlar arasında ortak-ölçülemeyen bilgiler veya düÅŸüncelerin olması kaçınılmaz.

Ä°lahiyat Fakültesi her ÅŸeyden önce nesnesi dini terminolojiye göre gayb olan bir alan ve gaybın haberden baÅŸka bir bilgi kaynağı olmuyor. Akıl veya bilim yoluyla ulaşılabilecek sınırlı kısımları olsa da önemli bir kısmı bu habere olan imana dayanıyor. Haberinse hem sahihliÄŸi hem anlaşılması, yani yorumbilimi iÅŸin en önemli kısmını oluÅŸturuyor ve bu alanda bir dinin kendi iç bütünlüÄŸünü, tutarlılığını koruyarak bir disiplin sürdürebilmenin erbabına malum zorlukları var. Ä°slami ilimleri medrese sistemi içinde nesilden nesile aktarmış olan Ä°slam medeniyeti için, kabul edelim ki, bu iÅŸin Ä°lahiyat Fakültesi bünyesinde yapılması tecrübesi yenidir.

Hem genel modernleÅŸmeyle ilgili bir yeniliÄŸi hem de bilhassa Türkiye için Cumhuriyet sonrası yaÅŸanmış olan travmatik etkilerle ilgisi var.

Cumhuriyetin ilanında sonra Türkiye’nin o günlerde tek üniversitesi olan Darülfünun bünyesinde bir Ä°lahiyat Fakültesi de kuruluyor. Ancak bu Ä°lahiyat Fakültesi 1928 yılında teklif edilen ve ibadetleri TürkçeleÅŸtirmek, Ä°slam’ı Hıristiyanlığa benzetmek, camilere sıra ve piyano koymak gibi toplumda infial yaratan meÅŸhur “din reformu” teÅŸebbüsünde kendisinden beklenen rolü oynamadığı için hemen devlet ricalinin gözünden düÅŸmeye baÅŸladı.

Ä°lahiyat hocaları böyle bir reforma öncülük etmeye yanaÅŸmadılar. Gerçi beklentiye cevap veremediÄŸi için gözden düÅŸen sadece Ä°lahiyat Fakültesi deÄŸildi. Bütün bir Darülfünun hocaları bilhassa dil ve tarih reformu konusunda dönemin Maarif Vekili ReÅŸit Galip’in deyimiyle “bitaraf bir müÅŸahit gibi davrandı.” Yani pasif ve tarafsız bir seyirci gibi yapılan reformları izlemekle yetindi. Oysa kendilerinden beklenen siyasetin önlerine koyduÄŸu yeni tarih tezi, dil ve kültür tezlerini kabul etmekle kalmayıp onun ateÅŸli bir savunucusu olmaktı. Bu beklentilere cevap veremediÄŸi için Darülfünun 1933 Üniversite Reformu’nda kapatıldı. Yerine Ä°stanbul Üniversitesi açıldı. Ancak yeni üniversitede Ä°lahiyat Fakültesine hiç yer verilmedi. Onlar olmadan da yapılması istenen din reformunun en azından bir kısmı yapıldı. Ezan TürkçeleÅŸtirildi. Zaten Arapça Alfabe yasaklanmış ve Kur’an’ın Arapça harflerle basılıp okunması da yasaklandı.

Böylece 18 yıl devam edecek olan bir süreçte ülkede halka dini konuda imamlık veya alimlik yapacak ne Ä°lahiyat Fakültesi ne de Ä°mam-Hatip okulu kalmıştı. Zaten yeni yönetimle yasadışı hale gelmiÅŸ olan klasik medreselere de kilit vurulmuÅŸtu. Birçok yerde medreseler bir yeraltı halk hareketi olarak direniÅŸ göstererek faaliyetlerine devam etti.

Bu süre içinde din eÄŸitimi üzerinde yaÅŸanan baskılar sadece kolluk kuvvetiyle sınırlı kalmadı, aynı zamanda imam, müezzin, dindar, hacı, hoca gibi kavramları toplumda gözden düÅŸürüp itibarsızlaÅŸtıran çok yoÄŸun bir propaganda aygıtı iÅŸletildi. Bu propagandanın mamulleri olarak üretilen kliÅŸeler hala artık rahatlıkla Ä°slamofobik diyebildiÄŸimiz söylemleri beslemeye devam etmektedir.

Bu süre içinde hedeflenen ÅŸey moderniteyle uyumlu, toplumsal geliÅŸmeyi besleyecek bir dinamik olarak din deÄŸildi. Bilakis bu anlayışla hızını alamayan kadrolar dine dair herÅŸeyden nefret etmeyi saÄŸlayan, dini tamamen toplumdan silmeyi hedefleyen bir atmosfer oluÅŸturmaya çalışıyorlardı, bunu büyük ölçüde de baÅŸarmışlardı.

Buna raÄŸmen 1949 yılında, yani CHP’nin hala iktidarda olduÄŸu, ama yaklaÅŸan büyük seçimlerin deÄŸiÅŸim ihtimallerini ensesinde hissettiÄŸi bir zamanda Ä°lahiyat Fakültesinin ve Ä°mam-Hatip Okullarının yeniden açılmasına karar verildi?

Neden ve nasıl? Belki çok kiÅŸi bu kurumların Demokrat Parti zamanında tekrar açıldığını mantığın bir gereÄŸi gibi görebilir. Oysa bu kurumlar CHP tarafından tekrar açılmıştır.

CHP’yi yıllarca öcüleÅŸtirip halkı korkuttuÄŸu, irtica saydığı din eÄŸitimini tekrar baÅŸlatmaya sevk eden nedenler neydi? CHP’nin kadroları mı deÄŸiÅŸmiÅŸti, birdenbire bir hakikat mi keÅŸfetmiÅŸ, hidayete mi ermiÅŸti?

Aslında Ä°lahiyat Fakültelerinin kuruluÅŸuyla ilgili 1947 yılında düzenlenen CHP Kurultayında yaÅŸanan tartışmalara bakıldığında bugünün Ä°lahiyat Fakültelerinin neye niyetle kurulup nasıl bir kısmete dönüÅŸtüÄŸünü daha iyi görürüz.

O halde devam edeceÄŸiz.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.