Ali Haydar Haksal / Acılar yumağı
Ali Haydar Haksal / Milli Gazete
Bu zamanın ve dönemin insanlarının arasındayız. Yaşanmakta olanlardan ötürü bizim de dolaylı ya da doğrudan payımız var. İnsan olma erdemine sahip olma, insanı koruma, varsa görgümüz, bakışımız ve sorumluluğumuz yapabileceklerimiz de var. Yapabileceklerimiz durumları belirliyor. İçinde bulunduğumuz dünya irademizin dışında. Zaman da öyle. Zaman ile mekânda var olan bugünün insanı.
Her nesne kendi yerini belirliyor. Varlığıyla, bulunduğu yerde.
İnsan sıradan ve bir nesne değil. Hakikatin temsilcisi olduğu gibi şeytanın da temsilcisi olma durumunda. Bu seçimi de kendisi yapıyor, ister farkında olsun ister olmasın. Farkında olamamak bir gaflet veya uyuşukluk, ya da uyku hâli. İnsan olunca bir şeyi görme diye bir şey söz konusu olamaz. Çünkü gören göz, işiten kulak ve diğer duyularıyla var.
İnsanlık bir zulüm içindeyse, mazlumsa, her insanın olumluya dönüş için mutlaka bir katkısı olur. Mesellerimiz var, örnekler veririz, insanlardan veya hayvanlardan. Zulmün işleyişinde bize dokunmuyor ve tepkisiz kalıyorsak bu bir vebal. Susmak, kayıtsız kalmak, konuşmamak da bir zulüm. O zaman sadece benini düşünüyor demektir. Bu, insan olma hâli midir?
Başkalarına öğüt vermek, ama öğüdü gerektirmeyecek bir iyileşmeden ve yardımlaşmadan söz edilmiyorsa o öğüdün ne gibi bir yararı olabilir. Bel veren bir duvarı düzeltmek insan sorumluluğu. Hani Hızır Aleyhisselam’ın, yıkılmakta olan bir duvara omuz verip düzeltmesi gibi. Neden peygamberlerin, velilerin, büyük insanların, çilekeşlerin yaptığı gibi yapmıyoruz diye bir soru sorma hakkı doğuyor. Hiçbir eylemde bulunmadan uzaktan ıslık çalma gibi bir sıradanlıktır olanlar.
Kendisine zarar gelebileceği düşüncesiyle kayıtsız kalma da bir başka açmaz ve kaçış. Evet, ama bu nereye kadar? Hani atılan bir slogan var: “Susma sustukça sıra sana da gelecek” diye. Bunu bir kesim bir diğerine ünleyerek yapar. Sadece kendisini düşünerek. Ama gerçekte karşı diye bildiği kesimin yaşadıklarına zamanı gelince kulaklarını tıkar.
İnsanlığın çemberi daralıyor böylesi zamanlarda. Bir kesim kendini korumaya alırken karşı kesime yapılanlara ses çıkarmıyorsa bu hem kaçış hem de sorumsuzluk.
Biz hakikat, inanç ve medeniyetin sözcüleriysek eğer, zulmün hemen her türlüsüne karşı koymalıyız. Eylemlerimizle güç yetiremiyorsak, sözlerimizle, davranışlarımızla ve hatta yüzümüzü asarak yapmalıyız.
Zulmün hafiflemesini, azalmasını, giderilmesi için çabalamayı göze alabiliyorsak elbette ki kimi acılar bizi de bulacak. Bunu göze almadan hakikat medeniyetine ulaşılamaz. Suçu ve sorumluluğu başkalarının üzerine atarak da kurtulamayız.
Meleklerin geliş nedenleri var ve onlar da insanlığın kurtuluşu için kimi çabalar içindedirler. Hakikat erleri olanların yanında yer alıyorlar. Şeytan olmak yerine Harut ile Marut gibi birçok şeyi göze almak çok mu zor?
Kirlilik var ise ki var, bu çok da bulaşıcıdır. Bulunulan ortamdan sıyrılmak için kaçış da bir sonuç getirmez. Bir süreliğine kendisini korumaya alabilir ama bir yere kadar.
Durulan yerde ağzı bozuklar gibi, onlara uyma, onlar gibi davranma onlar gibi olmaktan başka bir sonuç getirmez. İnsan kendisi gibi kaldığı sürece ve kendi benini koruduğu ve hatta kendisini riske ederek atılımlarda bulunursa farklılaşır.
İnsanın, haksız yere ölümü kadar ağır bir durum olmasa gerek. Bu, insanlığın ölümü. Kendine düşman diye bellediklerinin, kurtuluşundan çok ölümün bekleme ve hatta ölümüne sessiz kalma ve hatta katkı sağlama gibi bir durum söz konusu. İster kayıtsız kalınsın ister sessiz, isterse bana ne dercesine bir tutum ile.
İnsanlar bizdendir diye olanlara sessiz kalmak zulme ortak olmadır. Sevdiklerimize zarar gelmesin diye sessiz kalmak da zulme ortak olmadır. Aşk ve sevgi dili olanların yapacağı bir şey değildir bu durum.
Henüz yorum yapılmamış.