Yasin Aktay / İlahiyatçıdan beklenen
Yasin Aktay /Yeni Åžafak
Bugünün Ä°lahiyat Fakülteleri Müslüman bir toplumun ihtiyaç duyduÄŸu din alimini yetiÅŸtirme misyonunu yerine getirebilir mi? Din alimi diyorsak, kelimenin tam anlamıyla tabi. Ä°slam’ı bilen, inanan ve temel düzeyde de olsa aynı inanca sahip topluluÄŸunun inancının ilmini, tarihini, fıkhını, kelamını günümüz ÅŸartlarında tedris ve talim edip bu ilim doÄŸrultusunda toplumu aydınlatmak ona öncülük etmek, sorulduÄŸunda kendisine yol göstermek. Epey fazla bir misyon tanımı bu, deÄŸil mi? Alim deÄŸil de bir lider mi yoksa beklenen?
Ä°lahiyat fakültesi akademik bir faaliyet merkezidir. Akademi ise âlimlikten beklenenleri nadiren, belki tesadüfen verebilecek bir kurum. Nedir bunun özü, çerçevesi?
1993 yılında ODTÜ’de Prof. Bahattin AkÅŸit’in danışmanlığında tamamladığım “Dini Bilginin AkademikleÅŸmesi Üzerine Entelektüel ve Siyasi Tartışmalar” baÅŸlıklı Yüksek Lisans tezinde bu sorulara cevap aramaya çalışıyordum. Saha çalışması olarak da Ankara Üniversitesi Ä°lahiyat Fakültesinin kuruluÅŸ tarihini ve mevcut iÅŸleyiÅŸini inceliyordum.
Dini bilginin akademik bilgiye dönüÅŸmesi arasında ince bir geçiÅŸ var. Bu geçiÅŸ herkeste zorunlu olarak gerçekleÅŸmeyebiliyor ama Akademik bilginin misyonu ile bir dine inanarak o dinin bilgi kaynaklarını bir emir, bir düstur olarak alan insanın bilgisi arasında bariz bir fark var. Kur’an’ı ancak abdest alarak okuyan ve oradaki her bir harfi Allah’ın deÄŸiÅŸmemiÅŸ, deÄŸiÅŸmeyen kelamı olarak ve kendisine hitap eden canlı bir mesaj olarak okuyan ile onu herhangi bir metin gibi okuyarak üzerinde her türlü analizi yapan birinin tutumu arasındaki gibi bir fark.
Bu ikinci ÅŸekilde okuyup Kur’an metninde inanan insanların bile fark edemediÄŸi semantik boyutları, dilbilimsel veya retorik özellikleri, metinsel iliÅŸkileri ve özellikleri keÅŸfeden nice akademik okumalar olmuÅŸtur. Onlar da bir ÅŸekilde Kur’an ilimlerine dahil edilmeyi hak etmiÅŸ çalışmalar. Üstelik bu araÅŸtırmaların bir kısmı Kur’an’ın Allah kelamı olduÄŸuna inanmadan yapmışlardır bunları.
Kur’an bütün insanlığın elinde, herkesin okumasına, incelemesine açık. Onu kimi öyle anlayacak, kimi baÅŸka türlü anlayacak. Kimi inanarak okuyacak, kimi inanmadan, yalanlayarak, kendi önyargılarıyla okuyacak.
Bu türlü okuyup çok farklı sonuçlar çıkaran oryantalistlere yönelik tepkiler aslında inançl(ıl)ar arasındaki ciddi anlaÅŸamazlık sorunu. Zaten bir dine inanmayan birinin o din hakkında üreteceÄŸi bilginin nasıl olması beklenebilir ki? Toplumlararası, dolayısıyla da kültürlerarası iletiÅŸim trafiÄŸinin giderek daha yoÄŸun olarak iÅŸlediÄŸi, farklılıkların birbirleriyle yoÄŸun olarak yüzleÅŸtiÄŸi günümüzde bir inanç topluluÄŸunun bu tür farklı anlaşılma ihtimallerini bir sürpriz veya bir ihanet gibi algılaması üzerinde durulmayı daha fazla hak ediyor. Bu aslında dünyaya açılmaya veya mesajını dünyaya iletmeye ne kadar hazırlıksız olduÄŸunu da göstermiyor mu?
Ä°ÅŸin akademik kısmına dönersek, inanan bir akademisyen yine inandığı bir dinin akademik çalışmasını yapmak için o bilgi bütününü nesneleÅŸtirmesi, yani arasına belli bir mesafe koyması beklenir, ne kadar mümkün bu? Orada dini bilginin akademikleÅŸmesi süreci bütün zorluklarıyla birlikte hissedilmeye baÅŸlıyor. Kimi bu mesafeyi koyayım derken kendini o inançtan müstaÄŸni saymaya da gidebiliyor, kimi ise o bilginin hakikatine ulaÅŸabilmek için kaçınılmaz olan yorumsama yolunun farkına bile varmadan, kendi önyargılarını, önyorumunu vahyin parçası gibi görebiliyor. Kendi yorumuna yapılan itirazı dine yapılan itiraz gibi görebilir ve buna tepkisi çok dinsel bir dille oluyor. Akademinin dili ile dinin dili arasındaki ince ayırım böylece giderek kayboluyor.
Ä°ÅŸin bu kısmı aslında akademik çalışmanın her düzeyinde, dini olmayan dilin “bilimsellik” kisvesi içinde tekrarlayabilir. Ünlü bilim tarihçisi ve felsefecisi Paul K. Feyerabend’in “Bilim Kilisesi” baÅŸlığı altında gözlemlediÄŸi bir dizi uygulama bilimin teolojikleÅŸtirilmesinden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸil. Evrimin bir bilim konusu olmaktan ziyade bir inanç konusu olarak yerini bulmuÅŸ olması da bunun mükemmel bir örneÄŸi ya, konumuz ÅŸimdi bu deÄŸil.
Konumuz bugün Ä°lahiyat Fakültesinden ve onun akademisyeninden veya mezunundan beklediklerimiz. Ne bekliyoruz ilahiyatçıdan? Bize inançta, amelde hocalık yapmasını mı bekliyoruz? Böyle bir beklentimiz varsa biz bu hocanın talim ve tavsiyelerine açık mıyız? Ä°lahiyatçı arada bir din diye bildiklerimizin giderek kendi tarihsel yorumlarımızdan ibaret veya bidat ve hurafelere bulaÅŸmış hale gelmiÅŸ olduÄŸunu araÅŸtırmalarıyla, soruÅŸturmalarıyla ortaya çıkarıp bunu vaz ettiÄŸinde karşılaÅŸtığı tepkiler, cemaatin de boÅŸ olmadığını gösteriyor. Ä°lahiyatçı ile cemaati arasındaki organik iliÅŸki bu noktada ciddi bir konu haline geliyor. Bunu ilahiyatçının da görmesi gerekiyor, tabii ki kitabına hoca bekleyen cemaatin de.
Oysa Müslüman halk tarafından Ä°lahiyatçıdan beklenen görevin ifası noktasında ilahiyatçının ağırlığını hissettiÄŸi çok daha önemli iki misyonun daha baskısı var. Birincisi, ilahiyat fakültesinin Türkiye’deki tarihi ve onlara yüklenen, bugün gördüÄŸü veya görmesi beklenenden çok daha farklı iÅŸleyen misyon tanımı.
Ä°kincisi ise yine pozitif bilim paradigmasının geçerli olduÄŸu bir üniversite çatısı içinde bir bilim kuruluÅŸu olarak misyonu. Bugün ilahiyat fakültelerini sadece Türkiye’de deÄŸil, Hıristiyan ve Yahudi dünyasında da bu misyondan oldukça farklı bir noktada bulundukları çok açık.
Ä°lahiyatçıdan bir ÅŸey beklemeden önce onu biraz daha iyi anlamak gerekiyor sanırım. Demek ki devam edeceÄŸiz.
Henüz yorum yapılmamış.