Mustafa Kutlu / Pencereden kar geliyor
Mustafa Kutlu / Yeni Åžafak
(27 yıl önce yayımladığım bu yazıyı baÅŸta SaÄŸlık Bakanımız olmak üzere tüm saÄŸlık çalışanlarına ithaf ediyorum.)
Bizim neslin (üniversiteyi 70’ten önce okuyanlar) bariz özelliklerinden biri, memleketi kurtarma yolunda kendisini adamış olmasıydı. Bu kurtarma operasyonunun her düÅŸünce için deÄŸiÅŸik biçimleri, yorumları vardı. Ama ortak payda bu topraklarda kalmak, buraya hizmet etmek idi. Åžimdilerde hangi uyanık (zeki, iyi yetiÅŸmiÅŸ) gence sorsam:
“Bırak abi yaa, diyor… Bu memlekette bir ÅŸey yapılmaz.
Ä°lk fırsatta kapağı dışarı atmaya bakıyorum” ÅŸeklinde konuÅŸuyor.
Bu çocuklara hak verelim mi?
Doktor Serap gözlerinin içi gülerek cevaplıyor:
– Viyana’da, BudapeÅŸte’de çalıştım. Oralarda her ÅŸey yerli yerinde.
(Sanki Tanpınar’ın ÅŸiiri gibi. Her ÅŸey yerli yerinde bir dolap uzaklarda/Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan.)
– Memleket hasreti hariç, diyor.
– Nasıl yani, diye soruyorum.
Pencere açık, dışarıda güneÅŸ.
Kuledibi’nin dar, kasvetli sokakları. Bir kadın evden eve gerili ipe çamaşır asıyor. SöylediÄŸi türkü belli belirsiz bize kadar ulaşıyor:
“Pencereden kar geliyor…”
Doktorla ikimiz cevabı almış gibi gülümsüyoruz.
Sonra ben bilgisayarlı alete bağlanıyorum.
O Çanakkale’nin Yenice’sinden gelmiÅŸ yaÅŸlı bir köylüyü muayene ediyor. Köylü tatlı bir adam.
– Senin yüzün güleç kızım. Allah gönlüne göre versin diyor. Güleç yüze hasret kaldık ÅŸu hastanelerde.
Doktor Serap’a kalsa gün yirmi dört saat hastalarına tebessüm ile yaklaÅŸacak, ama kazın ayağı öyle deÄŸil.
Daracık koridorlarda üst üste insanlar. Hasta kuyruÄŸu sabahın beÅŸinden bu yana birikmiÅŸ de birikmiÅŸ. Her bir hastaya üç-beÅŸ dakikalık muayene süresi kalıyor ancak. Yırtınıyor doktor, tahsilini, terbiyesini, direncini, bilgisini, feragatini koyuyor ortaya. Nafile.
Ne kendisi tatmin olabiliyor, ne hastalar.
Ä°ÅŸlemeyen, bozuk giden bir ÅŸey var. Bu yüzden bıktım diyor doktor. TükendiÄŸimi hissediyorum.
Bütün bu çırpınmalar sonunda “elde var hüzün”.
– Yorgun argın eve vardığımda, ÅŸöyle koltuÄŸa yığıldığımda doÄŸrusu Viyana’yı özlüyorum.
– Niçin ama?
– Bir kokuÅŸmuÅŸluk, bir çözümsüzlük var.
– Ahlâkta mı, düzende mi?
– Bilmiyorum, her ÅŸey o kadar iç içe ki…
Benim sırtım onlara dönük, göremiyorum adamı, ama konuÅŸmalarını duyuyorum.
Çanakkale’nin Yenice’sinden gelen ihtiyar köylü fısıl fısıl doktora bir ÅŸeyler anlatıyor. Sonra kâğıda sarılı bir ÅŸeylerin açılıp ortaya çıkışındaki sesler.
– Bunlar kurutulmuÅŸ biber. Bu da bizim kocakarının tarhanası. Elcağızı ile yaptı.
Ah, iÅŸte bu da süzme yoÄŸurt… Artık azımızı çoÄŸa tutarsın doktor hanım.
Doktor Serap ne diyeceÄŸini bilemez bir ses tonu ile:
– Ama amca, ne diye zahmetler ettin böyle… Ne gereÄŸi vardı ÅŸimdi bunları…
Ä°htiyar üsteliyor:
– Yooo, öyle deme… Ben köye döndüÄŸümde aylarca seni anlatıyorum…
Orada, Kuledibi’nde, bir Serap kızımız var. Allah ondan razı olsun, diye dualar ediyorum… Bütün bunlar ne ki, senin bir gülüÅŸüne yetmez…
Ä°ÅŸte bu…
Doktor Serap’ı memleketten çıkıp gitmek konusunda durduran bu safiyet belki. Gerçi geçmiÅŸte kalmış, kurum ve kuruluÅŸların cenderesi altında ezilmiÅŸ, köylülük diye dudak bükülmüÅŸ bir tutum belki.
Ama doktoru etkiliyor iÅŸte.
Ne o bozuk bilgisayar, ne ÅŸeÅŸi beÅŸ gösteren mikroskop, ne ÅŸefin dırdırı, ne SaÄŸlık Bakanlığı’nın hekimlere layık gördüÄŸü bordro, ne beÅŸ yıllık plan, ne globalleÅŸme, ne ÅŸu ne bu…
Bir muayenehanenin loşluğunda parıldayan biberlerin kırmızısı.
Bir de açık pencereden gelen türkü:
Pencereden kar geliyor Aman Alim, gurbet bana dar geliyor…
Henüz yorum yapılmamış.