Gökhan Özcan / Taze sıkılmış insan canı
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
“Sanki her ÅŸey gözümün önünde tarumar oluyor, bense yerimden bile kıpırdayamıyorum” dedi canı sıkkın, hali o sıkıntıdan bıkkın olan. “Belki durduÄŸun yeri deÄŸil, baktığın yeri deÄŸiÅŸtirmelisin” dedi canının sıkıntısıyla can ciÄŸer olan.
Kıyıda durduÄŸu halde gözleriyle sele kapılmış canlar gibiyiz. Malum ki sel, hakikatiyle bağı zayıf olan her ÅŸeyi çer çöp kılar, önüne katar götürür. Bu manzaraya dalıp ayağını topraÄŸa bastığını unutursan, senin hissiyatın da o çer çöple birlikte sürüklenir gider. Belki kiÅŸiye gereken ÅŸu manayı hatırda tutmaktır: Sel suyun tabii hali deÄŸil, afetidir. Ondan önce nice asır dal aÄŸacında, taÅŸ toprağında, çer çöp kendi hayatiyetinin memur kıldığı yerdedir. Sel bu ayarı bozar, deÄŸiÅŸtirir. Gözünü dikip dünya seline kapılma, sürüklenirsin. Hakikati aklında tut ki, toprak zeminin olsun, seni de hakikatinde tutup kavi kılsın.
“Kendi kalbine bakamayanın yaÅŸamı bulanıktır; kendi yüreÄŸine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keÅŸfedenlerdir, dışarıya bakan rüya görür, hayal dünyasında kaybolur; içeriye bakan uyanır, kendini keÅŸfeder” diyor Carl Gustav Jung.
Akıp gidene, kopup sürüklenene, yakınımızdayken uzaklaÅŸana, ellerimizdeyken kayıp yiten, tazelikle güzelken eskiyip örselenene, doÄŸru gibiyken yalana dönüÅŸüverene meftun ediyoruz nice zamandır kendimizi. O kadar çok paha biçilmez vakti, böylesi bir seraba inanarak bozdurup harcadık ki, artık meftun olduÄŸumuz o yalana mecbur da kalıyoruz bir nevi. Uyanmak, mahmur da olsa bir gönül icap ettirdiÄŸinden silkinip uyanmaya bir yol da bulamıyoruz. Aslında o yol, her kapımızı çaldığında yüzgeri etmesek, can sıkıntımızın içinde gizli...
Bir an gelip dünyayla oynaÅŸmaktan kopuverdiÄŸini, tedbir filan dinlemeyip neden sıkıntının derin kuyularına düÅŸüverdiÄŸini soruverelim hele canımıza. Niye sıkılıyor böyle koca koca daÄŸlar üstüne yıkılmış gibi, bir soralım hele canımıza. Cânânından uzak düÅŸtüÄŸü içindir belki! Cânânından ıraÄŸa düÅŸen, hakikatinden de uzaÄŸa düÅŸtüÄŸü içindir belki! Ne ki cânân? Nerededir ki canın cânânı? Bu kadar çok bilmezken, sormayı hiç akıl edemediÄŸimizdendir belki!
Can suyu ile beslenen gümrah topraktır bir kır çiçeÄŸinin öz vatanı. Öz vatanından, can bulduÄŸu, hayat bulduÄŸu, hakikatini aldığı o gümrah topraktan koparılmış bir kır çiçeÄŸi solgunlaşır, sararır ve kuruyup gider nihayetinde. Bilir misiniz, öylece kuruyup giderken, ne görür rüyasında o garip kır çiçeÄŸi?
Bir de ÅŸunu düÅŸünün; ses sustuÄŸunda söyleyeceÄŸi bitmeyen dil ne hisseder?
Mesnevî-i Åžerif’inde, hakikati ıskalayan hissin beyhudeliÄŸine, ÅŸavkı bugünümüze eriÅŸen bir kandil uyandırıyor Hazreti Mevlâna: “Dünyaya aşık olan, duvardaki güneÅŸin ışığının nereden geldiÄŸini araÅŸtırmayıp duvara aşık olan gibidir”
Ä°nsan için hayatın baÅŸladığı yerde canı kavrayıp sıkan dert, hakikati bulmaktı. Åžimdilerde, canını sıkacak her ÅŸeyden kaçmanın yollarını arıyor insan. Varlık derdinden kaçanın, ÅŸaşırmamak lazım ki, bir hakikati olmayacaktır. Bu yanlış istikamete doÄŸru ÅŸuursuzca koÅŸarak, cana ÅŸifa olacak bir hakikate eriÅŸmeye ne imkan, ne ihtimal var. Ters istikamete doÄŸru koÅŸarak menziline varan olmuÅŸ mu hiç bugüne kadar?
“Canın içine sığıyorsa” dedi meczup, “bil ki can kuÅŸun uçmayı unutmuÅŸtur!”
Henüz yorum yapılmamış.