Güncel
Avrupa’ya güvendiler, donarak can verdiler
Yasin Aktay / Yeni Åžafak
Yunanistan’ın Ä°psala sınırında oraya buraya serpiÅŸtirilmiÅŸ gibi yarı çıplak, soÄŸuktan donmuÅŸ insan cesetleri Avrupa’nın suratından akan makyaj boyaları gibi. Neresinden bakarsanız insanlık adına utanılacak bir durum, ama daha da fazlası gelecek dünyada bu sahneleri kayıtsızlıkla seyredenlerin başına gelecek daha büyük felaketlerin habercisi gibi.
Sığınmacılık her insanın başına gelebilecek bir felakettir çünkü. Aslında bu manzaraları seyreden herkesin o çaresiz, ruhunu teslim etmiÅŸ cesetlerin yerinde kendini düÅŸünmeyi denemesi gerekiyor.
Bugün hiç kimse yarın bu duruma düÅŸmeyeceÄŸinden emin olamaz, dünyanın binbir türlü hali var. Depremi var, seli var, savaşı var, nükleer kazası var, iÅŸ savaşı var, istibdadı var, var da var. DoÄŸal veya sosyal afet potansiyellerinin insanın geleceÄŸine neler yazdığının hiçbir garantisi yok. Mülteci hukukunu tespit eden temel gerçek herkesin bir gün mülteci olabileceÄŸidir. Kimse dünyanın binbir muhtemel ahvali içinde bir gün mülteci olmaya karşı tam bir güvende deÄŸil. O halde sığınmacı hakkı evrensel bir haktır ve buna riayet etmemek de bir insanlık suçu doÄŸurur.
Ä°ÅŸin ilginç tarafı, kendi evine mülteci kabul etmeyenlerin dün kendilerini bugün çok güvende ve mutlak mülkün sahibi hissettikleri topraklarda çok ağır bir sığınma tecrübesinden geçmiÅŸ olmaları. Bugün aynı insanlar kendi atalarının sığındığı limana baÅŸka mültecilerin sığınmasına karşı alabildiÄŸine kıskanç, alabildiÄŸine cimri, alabildiÄŸine duyarsız kalabiliyor. GeçmiÅŸ çok çabuk unutuluyor belli ki. Hafıza-i beÅŸer nisyan ile malul. Daha 2. Dünya Savaşı esnasında Avrupa’nın yaÅŸadıkları gelmiÅŸ geçmiÅŸ bütün insanlığın yaÅŸadıklarından daha fazla ölüm, daha fazla kıyım, daha fazla acı barındırıyor. Toplamda 50 milyona yakın insanın öldüÄŸü bu büyük savaÅŸta kalan saÄŸların da büyük kısmı yerinden yurdundan edildi. Sistematik soykırımı ilk defa insanlık tarihinin kayıtlarına geçmiÅŸ oldu.
Elhak, Avrupa bu yaÅŸadıklarından bazı dersler de çıkardı. Avrupa’da yaÅŸananlar bir daha sadece Avrupa’da deÄŸil mümkünse dünyanın hiçbir yerinde yaÅŸanmasın diye bazı kriterler geliÅŸtirildi. Ola ki unutulur diye bu kriterlerin uygulanması için kurumsal tedbirler bile alındı. Ama iÅŸte bütün o hafıza bir-kaç mülteci dalgası karşısında unutuluveriyor, o tedbirler hâk ile yeksan oluyor. “Bir daha soykırım yaÅŸanmasın” diye alınan tedbirler “sadece Yahudilere karşı bir daha soykırım yapılmasın” hedefiyle sınırlı bırakıldı. Bu tedbirlerle korumaya alınan Siyonistlerin Filistinlilere karşı katliam ve “toplama kampı” uygulamalarına karşı Avrupa kör ve sağır kaldı. Böylece yaÅŸadıklarından dolayı sergilediÄŸi duyarlılığı evrensel bir düzeye yükseltmekte tam bir acizlik gösterdi.
Yine de bu acı tecrübelerden çıkarılan AB Kriterleri nominal olarak reddedilmesi mümkün olmayan önemli kriterler. Bunları kendilerine yazdıkları halde uymamaları ayrı bir kusur ama bu, o kriterleri reddetmeyi gerektirmiyor. Yunanistan sınırında ölüme itilen sığınmacılar Avrupa’nın kendi ilke ve kriterlerini de insanlıktan yana bütün iddiasını da ölüme itmiÅŸ oluyor.
Ne yazık ki, bu ölümler sadece kendilerine kapı açılmadığı için, dışarıda kendi hallerine bırakıldığı için de gerçekleÅŸmemiÅŸ. Yani basit bir duyarsızlık meselesi de deÄŸil. Sığınmacılarla temas kurulup üzerlerinden elbiseleri çıkarılarak o soÄŸukta donarak ölüme gönderilmiÅŸler. Gerçi Akdeniz’de sığınmacıların botlarının delinerek çoluk çocuklarıyla birlikte soÄŸuk sularda boÄŸulmaya mahkûm edilme örnekleri de sıkça duyduÄŸumuz bir uygulama.
GeliÅŸmiÅŸ ülkelerin kapılarına ÅŸu veya bu nedenle dayanan sığınmacı meselesi esasen dünya kuruldu kurulalı hep bir mesele olagelmiÅŸtir. Sorunlu bölgelerden nispeten sorunsuz bölgelere, fakir bölgelerden zengin bölgelere, geri kalmış diyarlardan geliÅŸmiÅŸ diyarlara doÄŸru bir insan akımı hep olmuÅŸtur. Bu akımın nasıl karşılandığı bir medeniyetin kalitesini ortaya koyar.
Bugün için Avrupa sınırlarına dayanan insan dalgaları yine kaynağında bizzat Avrupa ülkelerinin birincil sorumlulukları bulunan krizlerin sebep olduÄŸu dalgalardır. O insan akımına sınırları kapatarak sorumluluÄŸundan kaçamaz elbet. Kendi konforunu, kalkınmasını büyük oranda o göç kaynağı kriz bölgelerindeki siyasetlerine borçlu. Bu borcu ödemekten kaçamayacağı gibi göç yollarına döÅŸediÄŸi engeller yüzünden yaÅŸanan her trajedi Avrupa’nın günah hanesine yazılıyor.
Türkiye, bu krizlerin oluÅŸumunda hiçbir rolü ve sorumluluÄŸu olmadığı halde sığınmacılara karşı ÅŸimdiye kadar Avrupa ülkelerinin tamamından daha insani bir yaklaşım sergiledi. Kendi gücünü, sığınmacı kabul kapasitesini, sonuna kadar zorlayan bir açıklık sergiledi, ama bu tek başına bir ülkenin kaldırabileceÄŸi bir yük deÄŸil. Avrupa’nın bu konuda tarihi sorumluluÄŸunu hatırlayıp bu yüke ortak olması kaçınılmaz.
Ne yazık ki, Türkiye’de bile sığınmacıların zorunlu olarak hatırlattığı insani sorumluluk karşısında binbir türlü saçma sapan argümana sarılıp, insanlıktan çıkış yollarını gösterenler oluyor. Bu yolda cahilce insanlara ırkçılığı telkin ederken sığınmacılara karşı tehlikeli tahriklerle Türk halkının ruhuyla hiçbir tarihte baÄŸdaÅŸmamış bir ırkçılığa, zayıf-çaresiz insanlara karşı ucuz kahramanlığa kışkırtıyorlar. Sığınmacıyı bütün ekonomik sıkıntıların sebebi gibi göstererek geniÅŸ iÅŸsiz veya sıkıntılı kesimleri kışkırtıyorlar. Bu kışkırtmaların nelere yol açabildiÄŸine dair Ä°zmir’de üç sığınmacının yakılarak öldürülmesi veya Ankara’da sığınmacıların evlerine yapılan linç giriÅŸimleri ciddi bir uyarı mahiyetinde.
Oysa sığınmacılar bu insanların yaÅŸadıkları hiçbir sıkıntının doÄŸrudan veya dolaylı sebebi deÄŸil. Ama bunun propagandası çok akıl çelici, çok ayartıcı ve o oranda da çok tehlikeli.
Bir cahiliye biçimi olarak insanlıktan en erken çıkış yoluna raÄŸbet edenler çok oluyor. Bu yola çağıran dailer de siyasette olabilecek en ahlaksız kazanç yoluna tamah etmiÅŸ oluyorlar.
Henüz yorum yapılmamış.