"Ey ahali! Meşrûtiyet nedir, bilir misiniz?"
Follow @dusuncemektebi2
Selahaddin E. ÇAKIRGİL / Star
Trabzon'da binlerce insanın bulunduÄŸu bir alanda, 10 yaÅŸlarında bir çocuÄŸun aÄŸlayıp yalvararak, 'CumhurbaÅŸkanı Amcası'na ısrarla ulaÅŸmak istemesine, Tayyib Bey'in olumlu karşılık vermesi, onun alışılmış davranış ÅŸekillerindendi. Ama, o çocuÄŸun mikrofonu eline alıp, KK Bey aleyhinde 'Hain!' demesi ve bunun canlı yayında önlenememesi, bir yol kazâsıydı. Elbette hoÅŸ olmadı. O çocuk, orada çok daha ağır ve hattâ çirkin bir kelime de kullanabilirdi. (Çocukların sokaklarda, oynarken, birbirlerine en yakışıksız sözlerle, nasıl hakaret ettikleri bilinmiyor deÄŸil.)
O sözün, sonraki haber programlarında tekrarlatılmaması yerindeydi. Bu gibi olumsuz görüntülere bir daha mahal verilmemesi umulur.
Ancak, muhalefet tarafı konuyu, 'Nasıl olur?' diye kullanmak istedi; sanki, o çocuk oraya, o sözü söylemek için özel olarak çıkarılmış gibi. (Kaldı ki, yetiÅŸkin siyasetçiler birbirlerine o hainlik suçlamasını ve hattâ daha ağırını da söylüyorlar.)
Elbette o sert sözlerin toplumun ortalaması açısından alıcısının olmadığı, hoÅŸ karşılanmadığı, hattâ bir siyasetçi için kullanılan ve 'Bay...' diye baÅŸlayan hitab ÅŸeklinin de çok sevimli bulunmadığı da gözden ırak tutulmamalıdır, herhalde.
*
Elbette siyasetçilerin, 'iltibasa müsaid', yani, bir kaç mânaya gelen söz söyledikleri sıkça söz konusudur. Geçenlerde KK Bey, ekranda bir ÅŸey söyleyecekti, 'Bana dâva açar diye söylemiyorum.' diyerek, ne diyebileceÄŸini hissettirdi. Sözün geliÅŸ ve gidiÅŸinden nereye varacağı açıktı. Ama, mâtûfiyet var diye, yargı hükmü kurulamaz, elbette.
*
Hani, 1908'de, 2. MeÅŸrutiyet ilân edilince. Bakmışlar ki, halk MeÅŸrûtiyet'in ne olduÄŸunu bilmiyor.
'Meşrutiyet'in halka anlatılması kararlaştırılmış. Her meslek grubuna bir ayrı konuşmacı.
'Hammal'lar için de nüktedânlığıyla mâruf Feylesof Rızâ Tevfik belirlenmiÅŸ.
Hammallar Saraçhane'de toplanmış.
'Feylesof'umuz kürsüde:
-'Ey hammallar! MeÅŸrutiyet nedir bilir misinizzzz?
-Hayır bilmeyiz!!
-MeÅŸrutiyet öyle bir nesnedir kiii, onu bilmeyen, eÅŸÅŸÅŸektirrr!
Homurtular yükselir:
-Yani biz eÅŸÅŸek miyiz?
- Hayır. Sizin babanız da bilmiyordu!
-Neeee... Yaniii, biz...?
'Feylesof', durumun kritikleÅŸtiÄŸini görür ve.
- Hayır, benim babam da bilmiyordu!' der.
Böylece 'feylesof'umuz, hışma uÄŸramaktan kurtulur.
*
Ä°mdiii... Asıl ilginç olan, kanûnî sorumluluÄŸu olmayan o çocuÄŸun sözlerini köpürtmek isteyen mâlûm çevrelerin, Tayyib ErdoÄŸan'a rüÅŸd yaşına ermiÅŸ kiÅŸilerce yapılan açıkça hakaretleri anlayışla karşılama eÄŸilimleri. Halbuki, 'CumhurbaÅŸkanı'ına hakaret', 100 yıldır, suç!
Önceden Sultanlara da hakaret de suç olmuÅŸ, ama, Sultan 2. Mahmud'a 'Gâvur PadiÅŸah...' diye bağırılmasına bile dâva açılmamış. Kezâ, 2. Abdulhamîd'e bomba atan ermeni terörist'i alkışlayıp, hedefi vuramadığı için de hayıflanarak ÅŸiir yazan Tevfik Fikret'e de bir kanûnî yaptırım uygulanmamış.
Åžimdi, 'CumhurbaÅŸkanlarına 'hakaret'in suç sayılmaması gerektiÄŸi' konusunda ise, Ahmet Hakan 24 Ocak günü, 'Hakaret davalarına tutuklamama olmamalı..' baÅŸlığıyla ÅŸöyle yazıyordu, sütununda:
'BİR arkadaşım dedi ki:
*
"Hakaret, suç olmamalı. Demokratik ülkelerde böyle bir suç yok."
*
O da benim gibi Atatürk'e saygı konusunda hassastır.
*
Åžöyle dedim kendisine:
*
"Hakaret, suç olmamalı dediÄŸin anda bu iÅŸ Atatürk'e hakaret serbest olsun noktasına kadar gider."
*
**
Nasıl? Ne büyük tehlike!!!
Halbuki, İsmet Paşa da aynı kafileden. Ama, kimse ona hakaret etmiyor.
Almanya'da Hitler'in övülmesi kanûnen suç; bizde ise!
*
'DerviÅŸ-mütefekkir' Cevdet Saîd'i uÄŸurlarken...
31 Ocak Pazartesi günü öÄŸleyin, BaÄŸlarbaşı-Marmara Ä°lâhiyât Câmii'nde kılınan cenaze namazından sonra, dünya hayatındaki 91 yaşından sonra ebediyet yolculuÄŸuna uÄŸurladık Cevdet Saîd'i. Haberlerde 'Suriyeli yazar, mütefekkir, ilim adamı, vs.' diye verdiler.
100 yıl öncesine kadar, Müslümanlar insanları doÄŸdukları yerlere nisbet ederek farklı kıymet hükümleriyle anmaz ve derlendirmezlerdi. Çünkü, Müslüman coÄŸrafyalarının sınırlarını, inancımızın hâkim olduÄŸu yerlere göre belirliyorduk. Müslüman vatanının sınırlarını andlaÅŸmalar, dereler, daÄŸlar, nehirler ve denizler belirlemiyordu. 'El'Garb-u lenâ, ve'ÅŸ-Åžarq-u lenâ.' (Batı da bizimdir, DoÄŸu da bizimdir.) Çünkü, bütün âlemler Rabbimizindir.
Ama elbette, Cevdet Saîd'in daha iyi tanınması için onun nereli veya hangi kavimden olduÄŸu deÄŸil, nasıl bir inanç, kültür ve mücadele mirasından geldiÄŸinin bilinmesinde de fayda var. Cevdet Saîd'in en önemli özelliÄŸi, büyükdedesinin, Kafkas Kartalı Åžeyh Åžamil'in mücadele arkadaÅŸlarından olmasıydı.
Åžeyh Åžâmil'in Rusya'ya esir düÅŸmesinden sonra, 1864-70 arasında yaÅŸanan büyük Çerkez Soykırımı ve Sürgünü'nün acı hikaye ve ağıtları Cevdet Saîd'in aile büyüklerinden dinledikleri, onda elbette derin izler bırakmıştır.
O Hicret yıllarında, çerkezlerin, sadece Anadolu'nun her bir tarafında deÄŸil, Balkanlar'dan bugünkü Mısır, Suriye, Irak, Ürdün ve Lübnan diyarlarına kadar bütün Osmanlı coÄŸrafyalarına dağıldıkları biliniyor.
Cevdet Saîd'in inanç ve tefekkür dünyasını yansıtan eserleri, elbette ki, içinde bulunduÄŸu farklı sosyo-kültürel ve ruhî etkenleri de yansıtır. Nitekim, onu bazıları Saîd Nursî'ye yakın gösterdiler, kimileri 'Ä°khwan-ı Muslimîn'e.
*
Merhûmu Karacaahmed'den uÄŸurlarken önümdeki yaÅŸlı iki çerkez kardeÅŸin, -çocukluÄŸumda çerkez komÅŸularımızdan öÄŸrendiÄŸim- (Mı dunâyem kıtehâÄŸer teg'ıjışt.' (Bu dünyaya gelen gider.) gibi kelimeleri hâfızamda yankılandı.
Ebediyet yolculuÄŸunda ona 'rahmet-i ilâhî'nin yoldaÅŸ olmasını niyaz ediyorum.
*
Henüz yorum yapılmamış.