Taha Kılınç: Endülüs'ün Düşmesi
Bugünü anlatmayan ve bizi geleceğe hazırlamayan tarih okumalarının, bize pratik bir faydası da yoktur. Biraz hamaset, biraz duygu, o kadar…
“Endülüs’te adil ve etkili siyasetin gerçekleÅŸmesi ise ancak yöneten-yönetilen iliÅŸkilerinin, idarecilerle birlikte dinin, ahlâk ve hukukun temsilcisi konumundaki âlimler veya hukukçular ile yüksek kültürün temsilcisi konumundaki münevverler ve ÅŸairler tarafından sıkı tatbik ve teftiÅŸ edilmesiyle mümkün olabilmiÅŸtir. Bu da ancak siyasî, idarî, hukukî, dinî ve iktisadî bütünlüÄŸe sahip bir toplumsal yapı ya da düzenin kurulması sayesinde gerçekleÅŸmiÅŸtir. Bu düzeni kurma iÅŸi ise neredeyse yalnızca en tepedeki idarecinin ÅŸahsi yetenek ve baÅŸarısına baÄŸlı bir olguydu. Çünkü mesela Abdurrahman b. Muaviye’nin, ailesinden gelen tecrübesi ve toplumsal etkinliÄŸi sayesinde inÅŸa ettiÄŸi toplumsal düzenin MaÄŸrib, MaÅŸrık ve Avrupa’da meydana gelen geliÅŸmeler ve oralarda bulunan toplumlarla iletiÅŸim ve etkileÅŸimler sayesinde gerçekleÅŸen deÄŸiÅŸimini yönetmek, her siyasetçi için siyasî beceri isteyen oldukça zorlu bir iÅŸti.”
Endülüs konusunun Türkiye’deki sayılı uzmanlarından, Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öÄŸretim üyesi Prof. Dr. Lütfi Åžeyban, Derin Tarih dergisinin Ocak 2022 sayısının kapak dosyası için kaleme aldığı mufassal yazıda bu deÄŸerlendirmelerde bulunuyor. Åžeyban’a göre, Müslümanların Endülüs’ü kaybetmesinin baÅŸlıca üç sebebinden söz edilebilir:
1) Toplumsal varoluÅŸ biçimlerine baÄŸlı olarak oluÅŸan dâhilî ve haricî etkenler (Müslümanlar arasındaki sosyal ve siyasî gerilimler, bedevî-hadârî ayrışmaları, elitlerle taÅŸralıların mücadelesi)
2) Endülüs’ün doÄŸal üyesi olduÄŸu Ä°slâm toplumunun dünyada çapındaki hâkimiyetinin zayıflaması nedeniyle, rakiplerin artan saldırıları (1085’te Tuleytula’nın Hristiyanlarca ele geçirilmesinden itibaren, adım adım toprak ve itibar kayıplarının yaÅŸanması)
3) Devlette kalıcı siyasî istikrar ve toplumsal adalet oluÅŸturma iÅŸinin müesseselere deÄŸil de büyük ölçüde kiÅŸilere baÄŸlı oluÅŸu (Tarih boyunca birçok Müslüman devletin yaÅŸadığı, nice yıkılışlara doÄŸuran etki eden ve bugün de tesirleri görülen kurumsallaÅŸamama problemi)
2 Ocak 1492, Endülüs’teki son Müslüman devlet olan Gırnata Nasrî EmirliÄŸi’nin Katolik Hristiyanlar tarafından ele geçirildiÄŸi tarih. Hal böyle olunca, genel yayın yönetmenliÄŸini yaptığım Derin Tarih dergisinin Ocak sayısında, bu önemli hadiseyi ayrıntılı biçimde iÅŸlemeyi uygun bulduk. Romantik bir çerçevede deÄŸil de, somut veriler, vesikalar ve tarihî hakikatler üzerinden, “Yanlış giden neydi?” sorusuna cevap bulmaya çalıştık. Yerli ve yabancı çok sayıda uzman isim, yetkin deÄŸerlendirmeleriyle, meselenin Türk okurlar açısından anlaşılır ve kavranır hale gelmesini saÄŸladı.
Konuyu mercek altına alma düÅŸüncemiz, sadece mühim bir yıldönümünü es geçmeme hassasiyetinden kaynaklanmadı. Müslümanların Endülüs serüveni, çokça yazılıp çizilmesine veya sosyal medyada sıklıkla duygusal paylaşımlara dönüÅŸmesine raÄŸmen, ayrıntılarıyla ve farklı safhalarıyla çok az biliniyor maalesef. ÖrneÄŸin, birçok insan Endülüs sürecini, tek seferde baÅŸlayıp biten tek bir devlet halinde tasavvur ediyor. Zihinlerde mesele netleÅŸtirilemediÄŸi gibi, Elhamra Sarayı veya Kurtuba Camii gibi semboller üzerinden geliÅŸtirilen, ama ayakları yere basmayan “medeniyet romantizmleri” yüzünden, kronolojiyi kavramak bile imkânsız hale geliyor. Ä°ÅŸte bu yüzden, 530’uncu yıldönümünde “Gırnata’nın düÅŸüÅŸü”ne odaklanırken, yitirilen mülke ağıttan çok, hezimetin gerçekleÅŸme aÅŸamalarına ve nedenlerine ayna tuttuk.
Müslümanların tarihinin Müslümanlar tarafından hangi açıdan ve nasıl ele alınacağı konusu, eskiden beri devam eden bir usul tartışmasıdır malum. Yüceltici bir anlayışla sürekli maziyi takdis etmek mevzunun bir ucuysa, diÄŸer uçta da oryantalist ve dışlamacı bir bakışla tarihî aktörleri ve hadiseleri kaba genellemelere kurban etmek yer alıyor. Her iki uçtan da, bugüne ve yarına dersler çıkmayacağı belli. “Haddini aÅŸan zıddına inkılâb eder” ölçüsünce, aşırı övgüler de aşırı tenkitler de bizi hakikatin kendisinden uzaklaÅŸtırıyor. Böylece her ikisi de aynı amaca hizmet ediyor.
Tarih ilminin ve bu ilimle iÅŸtigal etme eyleminin, benim en sevdiÄŸim tanımı ÅŸöyledir: “Bugünü anlamak ve geleceÄŸe hazırlanmak için, geçmiÅŸe ayna tutmak.” Buradan, ÅŸu zaruri neticeye de ulaşıyorum: Bugünü anlatmayan ve bizi geleceÄŸe hazırlamayan tarih okumalarının, bize pratik bir faydası da yoktur. Biraz hamaset, biraz duygu, o kadar…
Kaynak: YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.