Hayatın fiziği ve metafiziği
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Bu kadar sıkılıyorsan kendini ara sıra güncelle!” dedi hafiften ukala olan. “Yapmak istiyorum ama üstümde bunu yapacak tuÅŸu bulamıyorum!” dedi lafı gediÄŸine koyan.
Tepeden tırnaÄŸa teknikle, mekanikle, organizasyonla, projeksiyonla doldu hayatımız. Ä°nsanın ve hayatın metafiziÄŸine dair meraklarımızı neredeyse tamamen yitirir hale geldik. Ä°nsan da, hayat da tek boyutlu deÄŸil oysa. Bu tek boyutluluÄŸa mazeret kılınan bilim bile öyle deÄŸil hatta... Tabiatımız alemi bu ÅŸekilde tek boyutlu kavramaktan, metafizik derinliÄŸinden yoksun kılınmış bir insan ve hayat algısıyla idare etmekten ızdırap duyuyor. Hızla çoÄŸalan ruhsal daralmalardan, psikolojik arızalardan, asabiye patlamalarından bunu görebiliyoruz. Ä°nsan iç dünyasının imkan ve zenginliklerinden kendini uzaklaÅŸtırıyor, kendini adeta robotlaÅŸtırıyor ve hayatına konfor adına kattığı ÅŸunca ÅŸeye raÄŸmen, üretilen ÅŸunca mutluluk formülüne raÄŸmen nefes darlığı yaşıyor, tıkanıyor. Çünkü mutluluk da insanın metafizik boyutu içinde hayatiyet kazanan soyut bir ÅŸey, bir duygu, bir hissiyat... Madde ve madde üzerinden düÅŸünülen mekanik çözümler, üretilen imkanlar, gerçekleÅŸtirilen organizasyonlar insana sadece geçici heyecanlar sunuyor. Bir yanı sonsuz ufuklara açık, beklentileri dünyanın somut sınırlarının ötesine taÅŸan insan, bunlarla uzun zaman tatmin olamıyor. Özündeki geniÅŸliÄŸi, o sonsuz ummanı ve o esintiyi taşıyan her ÅŸeyi özlüyor, arıyor, bunlardan yoksun kaldığında da tabiatı üzere içten, içinden, ta içinden sıkılıyor.
“YaÅŸayan benliÄŸin tek ereÄŸi vardır ancak; kendi varlığının dopdolu bütünlüÄŸüne ermek, bir aÄŸacın tepeden tırnaÄŸa çiçeÄŸe duruÅŸu, bir kuÅŸun bahar güzelliÄŸine ya da bir kaplanın parıltıya bürünüÅŸü gibi” diyor D. H. Lawrence, ‘Anka KuÅŸu’ kitabında.
Ölümün unutturulmaya çalışıldığı, adeta hayata, yaşıyor olmaya, genç kalmaya, hiç yaÅŸlanmamaya olmuyorsa eskimeyi geciktirmeye kurulmuÅŸ, kurgulanmış bir hayat... Ä°nsan dışında her ÅŸey eÅŸyanın, hayatın tabiatına teslim olarak yaşıyor. Ölümün görünmez kılındığı tek boyutlu bir hayat algısına inanmaya motive ediliyoruz, yönlendiriliyor, hatta zorlanıyoruz hepimiz. Hayat ve ölüm, insanın anlam dengesinin iki ucu, terazinin iki kefesi... Birini kaldırdığınızda diÄŸer kefenin ağır çekip aÅŸağı çekmesi kaçınılmaz. Bugün bunu yaÅŸayarak tecrübe ediyoruz. Hiçbir ÅŸeye gerçek bir kıymet biçemiyoruz. Çünkü o kıymetin oluÅŸması için hayatın ucunda ölüm gerçeÄŸinin görünür halde olması lazım. Ölümü gözden ve gönülden ırak tutunca fanilik hissi kayboluyor, elimizdeki her imkanın sonsuza kadar kendini çoÄŸaltacağına inanır hale geliyoruz içten içe. Bunun böyle olmadığını biliyoruz elbet ama yüzleÅŸmez hale geliyor bu gerçekle. Yalana inanmaya, yalanla yaÅŸamaya, yalana kapılmaya meyyal hep bir yanımız. Tabiatımızda var bu! Ne zaman elimize fırsat geçse bu oyuna kaptırıyoruz kendimizi. Ä°lahi kelam, “Dünya hayatı bir oyun ve eÄŸlencedir” diye haÅŸa boÅŸuna mı uyarıyor bizi.
Lev Tolstoy, ‘Ölüm Manifestosu’ndaki ÅŸu satırlarıyla hayatın unutulmuÅŸ bir sırrını fısıldıyor kulağımıza: “En kof ceviz bile kırılmak ister. Olgun yemiÅŸler tutunamaz aÄŸaca. Öyleyse kabuÄŸum kırılacak diye hayıflanmamalıdır insan. TopraÄŸa düÅŸmemek için çırpınmamalıdır meyve. DüÅŸün! Bir ÅŸeyin geldiÄŸi yere dönmesi kadar sevindirici ne olabilir. Tohumun aÄŸaca, aÄŸacın tohuma dönüÅŸümünden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir hayat. Yani ölüm. Fakat insanlar ölüyü kefenledikleri gibi ölümü de kefenlemiÅŸlerdir. Ve kefenlenen her ÅŸey öldürücüdür. Ä°nsana düÅŸen, tüm libaslarından soyup öylece seyretmektir ölümü. Yani hayatı...”
“Gözünü açtığında” dedi meczup, “yeniden yumacağını unutma!”
Henüz yorum yapılmamış.