Türkiye'nin kodları
Follow @dusuncemektebi2
İslam iktisadında “biriktirme” olmaz, üretim esastır; fakir ve muhtaç, burjuva malına ortak olmasa bile adalet gereği onda hakkı vardır! Kerim devlet bu esasları bünyesinde buluşturmuş, sınıfsızlığı, fakirin varlıklıdan hakkını kendi uhdesine almış, biriktirmeye kalkanlara dur derken, adaletten ve Hakk’tan sapanların mallarına el koyma yöntemini geliştirmiş... Öyle ya “Mülk Allah’ın, Allah adına devletindir!”
Düşünce tarihinde devletler ve medeniyetler benzetmelerle anlatılır genellikle; bunların en gözdesi ise insan veya vücut örneğidir. İbn Haldun’un medeniyetlerin insan gibi doğma, büyüme, ölme süreci klasiktir. Hegel de devleti organizmaya benzetir; canlılık belirtisi devlet hiyerarşisinin çoklu yapısından da kaynaklanır. Devletler -hususen ulus devletler- bugünün diliyle söyleyecek olursak dijital programlamalara, yazılımlara benzer. Türkiye’deki sistemi bilgisayar yazılımı gibi düşünürsek İstiklal Harbi’yle başlayan süreçte bu ülke inşa edilirken bir takım “kodlamalar” yapılmış. İstiklal Harbi’ni verenlerin ilk kaygıları Fevzi Çakmak Paşa’nın Sakarya Muharebesi öncesi hatlarda gezerken elindeki Kur’an’ı göstererek erlere ve alt rütbeli subaylara hitap ettiği gibi “din ve namus” meselesiydi. Gâvurun bu topraklarda kadınların namuslarına ve Kur’an-ı Kerim’e musallat olacağı; dinimizi, imanımızı ve namusumuzu korumak için cihad etmemiz gerektiği fikri bu toprakların ontolojisini gün yüzüne çıkarsa da Türkiye’nin kodlarına “korsan yazılımlar” da eklenmiş.
Bunu nereden anlıyoruz... Türkiye’nin belirgin bir gelişme ve refah seviyesi kazanma, mesela milli geliri on bin doların üzerine çıkarma, kendi ayakları üzerinde durma, kendi sözünü söyleme dönemlerinde çoğu zaman bahane olarak kullandığımız dış güçlerin operasyonları, Türkiye’yi “fabrika ayarları”na döndürür. Anlaşılan çokça dillendirilen -Lozan gibi yollarla yazılan- bu ülkenin kodları, ülke “muasır medeniyetler seviyesi”ne yaklaştığında reset düğmesine basıverir! Bizim bu kodlara hiç mi katkımız yok, aslında var, İslam-Türk-ehlisünnet-gaza gibi bizim “büyük müesses nizamımızı” oluşturan omurga; bir şekilde simgelerle, sembollerle, romantik hassasiyetlerle zahiren korunuyor! Buna bayrak, ezan, marş sembolizmini de ekleyebilirsiniz.
Öncelikler Değişiyor!
Belki son yıllarda Gezi olaylarıyla birlikte başlayan süreçte daha çok gözümüze çarpar oldu; insanımızın öncelikleri değişiyor. Siyasal iktidardan beklentileri Anadolu’nun İslamlaştığı yahut İstiklal Harbi’ndekinden çok da farklı değil, rahat ve huzurlu bir hayat yaşamak istiyor Anadolu insanı; fakat 2001 yılındaki ekonomik kriz, 2018 yılı yaz aylarındaki kur krizi gösterdi ki artık ekonominin kötüye gitmesine müsamahakâr davranamıyor! 2013 eşiğinden bu güne iyice netleşti ki Türkiye’nin kodları, insanların beklentileriyle çakışabiliyor. Bu toprakların insanlarının ilk beklentisi ekonomik. Akabinde kerim devlet vasfının getirdiği “pastadan pay alma”, çevrede çok fazla pineklemeden merkeze taşınma iştiyakı geliyor. Sanıldığının aksine vatan ve namus bunların gerisinde.
Üçüncü ciddi ihtiyaç heimat-lebensraum yani vatan, yaşam alanı. Bölünmez bütünlük kavramının eşlik ettiği Anadolu topraklarının vazgeçilmezliği hele Suriyeliler gibi vatansızlığı yaşayanlardan alınan ibretler heimatı vazgeçilmez kılıyor. Dördüncü olarak da Türkiye’nin nomosu olan İslam-Türk-ehlisünnet-gaza omurgası. Denebilir ki bunlar birbirine geçişkenlik arz edebilir. Neoliberalizmin ülkeye girdiği 1980 öncesinde iktisadi durumun parlak olmaması, tüketim ve pop kültürün Türk toplumuna girmemesi, konfor fikrinin gelişmemesi nedeniyle iktisat ile nomos aynı bütünlük içinde yer alabilirdi… İnsanlar “vatanım-dinim-namusum olduğu sürece aç kalmaya, süpürge tohumu yemeye razıyım” fikrini koruyordu. Fakat bilhassa 2000’li yıllardan sonra artık belirgin bir tüketim ve konfor insanların önceliklerini değiştirdi.
Terör, bölünme tehlikesi, üst akıl oyunları ekonomiyi tehdit ettiğinde işler değişiyor; heimat, nomos konularında bir araya gelen millet bağımız, iktisadi kötülemede, pastadan payı azalınca “alternatiflere” geçiş için arayışlara yönelebiliyor. Bugün Türkiye’nin kodlarını İstiklal Harbi şartlarıyla aynı gibi düşünmek ciddi hatalar verir. Hâliyle her mahallede “zengin, küçük Amerika” özlemleri sadece beklentileri değil siyasal alanı da şekillendirebiliyor. Bu açıdan esasında devlet mekanizmasında metafizik, manevi, ahlaki erdemlerin ne kadar geçerli olduğu da sorgulanmalı. Devletin görevi klasik düşünce hayatında mesela Platon ve Aristo’da “yüksek iyi”yi inşa etmek... Bizdeyse Kınalızade’de daha gerçekçi daha bugüne yakın, modern tablo çizilir. Adalet dairesinin içine maddi unsurlar da eklenir.
Burjuva iktisadı, kapitalizm güçlünün daha çok kazanmasına, sermaye temerküzüne odaklanırken sosyalizm sınıf çatışmasını iktisadi saiklerin siyasal alandaki üstünlüğüne dayandırır. İslam iktisadında “biriktirme” olmaz, üretim esastır; fakir ve muhtaç, burjuva malına ortak olmasa bile adalet gereği onda hakkı vardır! Kerim devlet bu esasları bünyesinde buluşturmuş; sınıfsızlığı, fakirin varlıklıdan hakkını kendi uhdesine almış, biriktirmeye kalkanlara dur derken, adaletten ve Hakk’tan sapanların mallarına el koyma yöntemini geliştirmiş... Öyle ya “Mülk Allah’ın, Allah adına devletindir!” Kerim devlet mekanizması, iyi kötü neoliberal döneme kadar işliyordu, fakat artık iktisaden biriktirmeye, emlaka, ranta açık zihinler biraz da kredilerle teşekkül etti. Bir iki ev ve araba normalleşti, tüketim maddelerindeki bolluğu hiç hesaba katmıyoruz bile! Bu süreçte Türkiye’nin kodları milli ve yerli dönemde bayrak-ezan-marş simgesellikleri üzerinde heimat- nomos çizgisinde sürse de, iktisadi refahın doların yükselişine bağlı düşmesiyle sarsıldı.
Bu bakımdan İstiklal Harbi’nde, II. Meclis’te değişen ve güncellenen Türkiye’nin kodları neoliberal zaman diliminde öncelikler bahsiyle farklılaştı, değişme süreci, oluşu el’an devam ediyor. Türkiye’de olup bitenlerin Türkiye’nin kodlarını etkilemeye ve dönüştürmeye başladığını bir şekilde anlamak gerekir. İktisadi olanın, temel ihtiyaç maddelerinden konfora kayması, “yüksek iyiyi” unutturacak bir süreci de başlattı. Devlet sadece halkının ve toprağın güvenliğini, huzurunu, refahını sağlamaz; aynı zamanda ilkeleri, değerleri, erdemleri ikâme eder. Yasa ile ahlak, ilkelerle erdemler arasında belirgin farklar bulunur.
I. Meclis’ten Takrir-i Sükun’a...
Türkiye’nin kodlarına eğilince yasanın bizde çok da umursanmadığını fark edebiliriz. Retorikte yine millet olarak örfe, töreye, geleneklerimize bağlılığımızı dile getirsek bile devlet organizasyonunu yaparken yasayı ihmal ettiğimiz bir gerçek. Yasanın Türkiye’nin kodlarından çıkışı bir anlamda ulus devlet reflekslerinin, aktif fay hatlarının sürekli enerji yüklemesiyle ilgili. Kabul etmek gerekir ki İttihatçılar, imparatorluğun bittiğini anlamışlar, yavaş yavaş ulus devlete geçecek kurumsal, fikri, toplumsal alt yapıları oluşturmuşlardı. Hristiyan ve Müslüman unsurların ayrılmasından sonra özcü millet tasarımı kendiliğinden zuhur etmeye başladı. Ulus devlet şekillendikçe İstiklal Harbi’nde Yunanlılar kadar “iç isyan”larla ve etnik unsurlarla uğraşılınca kodları yazarken kapalı ve bütünleşik bir ulus tanımına da gidildi.
Bugünkü sorunlarımız kadar Cumhuriyet tarihinin genelinde esas mesele; İmparatorluk ufku, ihtiyaçları ve davranışlarının ulus devlet mekanizması, aracı eliyle gerçekleştirilmeye çalışılmasında. Millet olarak nizam-ı âlem kavramını da Asya’dan Avrupa’ya kadar yayılma fikrini de canlı tutuyoruz. Bir yanıyla Batı’nın emperyalizminden farklı bir fetih anlayışı oluşturmak istesek bile, kolonyal düşünceye yatkınız. Bu da kodlarımızdaki gevşekliği, istisnacılığı, nemelazımcılığı, her şeyi yapma hakkına sahip olma pervasızlığını açıklar. Modern devlet, istisna hukukunu yasa çerçevesinde kabul eder. Bizim Türkiye’nin kodlarında yasaya ve ahlaka sadakat, sözleşme, millet bağını bir hukuk ve erdeme bağlama kaygıları görünmüyor.
I. Meclis’te, Mustafa Kemal’in kurduğu hükümet ulus devlet vasfına haiz değil; hükümet programının ilk maddeleri hilafet ve saltanatın kurtarılmasına dayanıyor! Fakat 1924 yılındaki II. Meclis, Takrir-i Sükûn akabindeki yeni fiili durum, Türkiye’nin kodlarını I. Meclis’ten farklı biçimde yeniden yazdı. I. Meclis’teki ilk hükümetin öncelikleri arasında halkın temel ihtiyaçlarını o zaviyeden bakarak ve kurumları ikâme ederek karşılamak var; yasa, ahlak ve ilkeler daha öncelikli! Sözleşmeye, İstiklal Marşı’nın çerçevesini çizdiği mutabakata bağlılık yüksekken Türkiye’nin kodlarına korsan yazılım yüklendiği yıllarda “istisna hukuku” daha keyfi işletiliyor. En kötüsü, Takrir-i Sükûn sonrasında temellendirilen Türkiye’nin kodları neoliberal iktisatla yerinden edilmeye başladı.
Millet olarak temel zaafımız; biz kendimizi yenileyemediğimiz, potansiyelimizi yeni oluşlara açamadığımızda kapitalist dünya sistemi boşlukları rahatlıkla ikmal edebiliyor. Neoliberal dönemde yeni insan portresi belirginleşirken, yeni insanın ihtiyaçları ve öncelikleri de yeniden tanımlanıyor. Hayatın amacı nedir... Türk milleti için mutluluk nerede? Bu soruların cevapları özellikle konfora dayalı büyümenin gerçekleştiği dönemde verildi, hayat tarzının kimlikler üzerinden şekillendiği zamanlarda dindar için de laik için de esas olana maddiyat ve seküler unsurlar girmeye başladı. Güvenlik, huzur, esenlik, selamet kavramları heimatı güvenceye almanın ötesinde tarz-ı hayatı güçlendirmeye yöneldi, pek farkına varmasak da insanlar kazanımlarının korunmasını, kendi bekalarını aslın, umumi olanın önüne yerleştirdi bile! Dindarın dahi seküler olana açıklığı, Türkiye’nin kodlarını belirleyen saikleri etkileyecek boyutlarda.
Yeni Dünya Sistemine Doğru Türkiye’nin Kodları
Neoliberal dönemde küreselleşme yükselişe geçtiği gibi son yıllarda siyasal manada da tamamıyla ortadan kalktı! Küresel şirketlerin egemenlikleriyle ulus devletlerinki çakıştığında dünya sisteminin merkezinde ciddi kavga çıktı. Kıta Avrupası merkezde zemin ve mevzi kaybetmeye başlayınca kendine “düşman-öteki” arar oldu. Ulusçuluk akımları, devletçilik, güçlü lider arayışı, ekonomiyi millileştirme, göçmen-mülteci-yabancı düşmanlıkları, İslam ve Türk düşmanlığı yeni dönemde yeni ihtiyaçlara bağlı olarak sistemin kalbini şekillendiriyor. Avrupa’da ulus devletler Leviathan’ı aşacak mekanizmalar kurmaya girişecek. Özgürlükler artık devlet katlarında şekillenecek... Aslına bakılırsa topraklarını yabancılara kaptırmak istemeyen âri ırkın mavi kanlı beyazları, yeni bir dünya sistemine geçerken Yeni Zelanda saldırısında olduğu gibi Türkleri ve İslam’ı hedefe yerleştiriyor.
Bu süreçte klan devletlere geçiş, yeni oligopoller, sıcak çatışmaların ve istikrarsızlıkların sürekliliğinde, Türkiye’nin kodlarını resetleyerek Takrir-i Sükûn sonrasından I. Meclis şartlarına getirmemiz gerekecek. Avrupa âri kanının peşine düşerken biz millet bağımızın, İslam’ın kurduğu milletin ardına düşeceğiz, düşmeliyiz... Avrupa yabancıyı şeytanlaştırırken biz özgürlük alanlarını yeniden belirleyip, bu toprakların bünyesinde olanlara karşı geliştirilen “sen kimsin” dışlayıcılığını terk etmek zorundayız... Avrupa saf ırk fantezisi eşliğinde aryan vahşiliğinin ardına düşerken, biz özcü etnik simgeselliğini aşıp Anadolu’yu İslamlaştıran birlik ve kardeşlik hukukunu yasaya çevirmeliyiz...
Avrupa faşist idareler dönemine geri dönüp katliamlara, soykırımlara hazırlanırken; biz mutabakata, sözleşmeye açık bir örfü yeniden ikâme etmeliyiz... Avrupa faşizmini Armageddon, kültler, cadı yakma törenlerine yeniden dayandırmaya başlarken; biz en yüksek iyinin metafizikte, öte âlemde değil Hanefi-Maturidi geleneğimizin aklı devreye aldığı bu dünyada, Anadolu topraklarında inşa edilebileceğini göstermeliyiz... Avrupa ölüm, keder, üzüntü üzerinden bir vatandaşlık bağına yönelirken biz Allah’a korku ve ümitle bağlanan safiyeti büyütmeliyiz... Avrupa ahlakı, sözleşmeyi, yasayı rafa kaldırırken biz erdemi, mutabakatı, Türkiye’nin nomosunu yasaya bağlayıp “yüksek iyi”yi inşa edebilecek irade ve şuura erişebilmeliyiz...
Müellif: Ercan Yıldırım / Kaynak: Cins Dergi
Henüz yorum yapılmamış.