Güncel
Târihin fotografi ve sinematografisi
Süleyman Seyfi Öğün / Yeni Şafak
Muktedir olan ile muhalif olan arasındaki fark nedir? Ä°lk nazarda muktedir olanın gücü elinde topladığına, muhalif olanın ise bundan mahrum kalmış olduÄŸuna hükmedebiliriz. Bu durumu, basit bir cetvelleÅŸtirmeye taşıyıp muktedirin aktif , muhalifin ise pasif sahada yer aldığını iddia edebiliriz. Analitik bir deÄŸerlendirmedir bu. Mantıksal olarak, tutarlı bir ÅŸekilde, siyahın siyah, beyazın ise beyaz olduÄŸunu ileri süren Aristo’nun tasımsal önermelerine dayandırılabilir. Analitik ayırımlar ,kavrayış îtibârıyla ,en azından baÅŸlangıç seviyesinde faydalıdır. Ama mesele; analitik kategorileri yapıp çekilmek deÄŸil, onların birbirlerine doÄŸru nasıl hareketlendiklerini , aralarında nasıl bir etkileÅŸim kurduklarını, ne tarz iliÅŸkiler geliÅŸtirdiklerini ortaya koymaktır. Çünkü, mesele aktörlerden ziyâde, o aktörlerin arasındaki iliÅŸkilerin mâhiyetidir. Bir misâl üzerinden anlatmak gerekirse, analitik bakış bize dünyânın fotografik gerçekliÄŸini verir. DonmuÅŸ bir bakıştır bu. Bir bakıma zihni soÄŸutmaya yarar. DediÄŸim gibi, baÅŸlangıç için faydalıdır. Lâkin hayat fotografik olmaktan ziyâde sinematografiktir. BilindiÄŸi üzere, sinematografik durum fotografik olana hareket unsurunu katar. Zihinsel düzlemdeki kavrayış meselesi, fotografik olanı açığa çıkardıktan sonra onu sinematografik olana taşımaktır. BaÅŸka ÅŸekilde ifâde edecek olursak analitik her ÅŸekilde diyalektik ile beslenmelidir. Sürprizlere açık, heyecan verici bir iÅŸtir bu. Çünkü geçiÅŸler bâzen sarsıcı olabilmektedir. O kadar ki, neticede bâzı analitik ayırımların dayanıklılığını bile ortadan kaldırabilir. Ele aldığımız muktedir-muhalif ayırımında bunu daha berrak olarak görebiliriz. Mesele muktedir olanı muktedir, muhalif olanı muhalif olarak târif etmek deÄŸil, her ikisini de içine alan, birbirine karşı eÄŸip büken iktidar iliÅŸkilerini anlamaya çalışmaktır. Herhangi bir iktidâr iliÅŸkisi, muktedir ve muhalif olandan fazla bir bir ÅŸeydir. Bu fazlalıktır çok defâ farkına varılmayan. Ama daha mühimi, her iliÅŸkisel fazlanın, kuÅŸatıcı baÅŸka fazlaları doÄŸurmasıdır. Hâsılı, kendi fazlasını üreten iliÅŸkilerin dışında onu kuÅŸatan bir baÅŸka fazla daha var. Ä°ÅŸte en az görünen de bu…
II.Genel SavaÅŸ’ın akabinde kurulan dünyânın iki kutuplu bir dünyâ olduÄŸunu düÅŸünmenin ne kadar aldatıcı olduÄŸunu zamân içinde anlar hâle geldik. Sistemci ve Bağımlılık Okulları’nın iÅŸâret ettiÄŸi bir durumdu bu. O zamanlar pek dinleyenleri yoktu. Bu okulların ileri gelenleri Kapitalist Ekonomi Dünyâ diye bir kavramlaÅŸtırma yapıyor, Sovyet Kampı’nda yaÅŸanan olguların sosyalist alternatif ile bir alâkası olmadığını, “sosyalist devrim” veyâ “reel sosyalizm” olarak kategorileÅŸtirilenlerin, KED’in dünyâ iÅŸbölümündeki bir karşılığı olabileceÄŸini; olsa olsa, devlet kapitalizmi olarak kapitalizmin varyantlarından birisi sayılabileceÄŸine iÅŸâret ediyordu. Marx’ın öngördüÄŸü kısmen doÄŸruydu. Reel sosyalizm, kapitalizmin içinden geliyordu; lâkin ona alternatif, onun yerini alan bir ÅŸey olarak deÄŸil; tam tersine dayattığı bir iÅŸbölümü üzerinden onu tamamlayan, tahkim eden bir unsur olarak. Sistem karşıtı hareketlerin, ister sınıfsal, ister ulusal karakterli olsun, aslında sistemik hareketlere dönüÅŸeceÄŸini deÄŸerlendirenler de yine aynı çevrelerdi..
Duvarın Yıkılması, Sovyetler’in çöküÅŸü esnâsında herkes kapitalizmin, Batı’nın zaferini kutlarken, Wallerstein gibi akıllı insanlar, bunun KED’nın sistemik krizlerine iÅŸâret eden süreçler olduÄŸunu yazmaktaydı. Sistemin en zayıf halkasıydı kırılan. Depremin merkez üssü aslında DoÄŸu’da deÄŸil, Batı’daydı. GöçüÄŸün DoÄŸu’da olması, zelzelenin merkez üssünün orası olduÄŸunu göstermiyordu.
2008 Krizi’nden baÅŸlayarak yaÅŸananlar, târihi Atlantik merkezli dünyânın çözülüÅŸüne götürüyor. ABD her yerde kaybediyor. Asya’da, son olarak Etiyopya’da olduÄŸu gibi Afrika’da da kaybediyor. Karadeniz’de herÅŸeyi yüzüne gözüne bulaÅŸtırıyor. ABD ile AB arasında tam bir uyumsuzluk hüküm sürüyor. AB kendi içinde çatlıyor. Almanya 90’lardaki gibi AB’yi kontrol edemiyor. Fransa kendi derdine düÅŸmüÅŸ durumda. ABD-Ä°srâil arasında kopmaz, sarsılmaz zannedilen iliÅŸkiler eskisi gibi yürümüyor. Körfez’deki son hareketlilikler Kristâl Küre’nin çatladığına dâir göstergelerle dolu. ABD, Marx’ın terminolojisiyle ifâde edelim, “târihin yükselen güçlerine karşı”, ambargolarla, ablukalarla, tehditlerle iktidârını ayakta tutmaya çalışıyor. Artık, târihin reaksiyoner reflekslerini veriyor. Ön alamıyor, durdurmaya çalışıyor. Ä°ktidâr kapasitesi, gündem kurmakta kurduÄŸu baÅŸarılarla ölçülür. ABD artık gündem kuramıyor. Tam bir fiyasko olan Glasgow Zirvesi’nde olduÄŸu gibi Yeni YeÅŸil Mutabakat tezi ise elinde patlıyor. Åžaka gibi olan Demokratik Ülkeler Toplantısı ses getiremiyor.
Benzer bir analitik sarhoÅŸlukla, kazananın Asya, DoÄŸu vb olduÄŸunu dile getirenler var. Bu da ayrı bir körlük.. Marx’ın çok da isâbetli olduÄŸunu düÅŸündüÄŸüm bir tesbiti vardır. “Hiçbir güç üretim araçlarındaki geliÅŸmelerin önünü alamaz” diye yazıyordu Marx. Elhak doÄŸru. Bugünkü baskın kavramlaÅŸtırmayla buna teknoloji diyebiliriz. Jeopolitik, hattâ ekonomipolitik kavgalar devâm ededursun. Katarlara kadar sirâyet eden, kompartman kavgalarıdır bunlar. Trenin aynı istikâmette devâm edeceÄŸinden emin olanlar, aralarında yer kapma mücâdelesini kızıştırıyorlar. Hâlbuki lokomotifte, târihin seyrini esastan deÄŸiÅŸtirecek olan çok baÅŸka iÅŸler olup bitiyor. Bunların veri jeopolitik ve ekonomipolitik kavramlaÅŸtırmalarda çok az karşılığı var.. KuÅŸatıcı fazla iÅŸte tam da burada..O fazlayı elinde tutanlar yaÅŸananları uzaktan kahkahalarla seyrediyor.. HamiÅŸ: Dünyânın fotografik gerçekliÄŸi ile sinematografik gerçekliÄŸi arasındaki uçurum büyüyor…
Henüz yorum yapılmamış.