BAE ile yeni ilişkinin adını koymak
Yasin Aktay / Yeni Åžafak
BirleÅŸik Arap Emirlikleri ile son zamanlarda yaÅŸanan ve en son geçtiÄŸimiz hafta Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed En-Nahyan’ın Türkiye ziyareti ile önemli bir aÅŸamaya gelen yeni iliÅŸki faslının adını doÄŸru koymak gerekiyor. Bu faslın en az on yıl süren ve neredeyse birçok cephede karşı karşıya kalınan bir husumetin ardından gelmiÅŸ olmasının elbette bir muhasebesi olmalı.
Öyle ya, Arap Baharı sürecinden itibaren özellikle OrtadoÄŸu’da Türkiye’nin ayak bastığı her yerde karşısına
BAE çıkıyordu. Tabii tersi de doÄŸru BAE’nin ayak müdahil olup kendi siyasetini güttüÄŸü birçok yerde de aynı ÅŸekilde karşısına Türkiye çıkıyordu. Buzları bu kadar hızlı eriten nasıl bir uluslararası hararet yaÅŸandı da Prens’i Türkiye’ye kadar getirdi?
Evet tam da buradan baÅŸlamak, yani aslında bu yakınlaÅŸma görüntüsünün ilk göze çarpan yanı bu. Türkiye’ye bizzat kendisi gelen, öncesinde kardeÅŸi Tahnun bin Nahyan’ı göndermiÅŸ olan Muhammed bin Zayed’tir.
Buna mukabil sanki bunca soÄŸuk savaÅŸ iliÅŸkisinin ardından yaÅŸanan bu yakınlaÅŸmada Türkiye’nin bütün iddialarından vazgeçmiÅŸ olduÄŸu ve kendi duruÅŸundan büyük tavizler vermiÅŸ olduÄŸu yönünde bir homurdanma yaÅŸandı. Bu homurtuların üstelik yıllardır Türkiye’yi herkesle kavgalı hale getirdiÄŸini söyleyenlerden gelmesi çok manidar. Aslında söylediklerinde gerçekten samimi iseler geliÅŸme tam da istedikleri gibi olmalı. Belki bu geliÅŸme üzerine, “bizim dediÄŸimiz noktaya gelindi, geç bile kalındı” demeleri beklenirdi. Elbette geç kalınmış bir durum da yok, onların dediÄŸi de tam bu deÄŸildir. Ancak mevcut durumu isterlerse siyaseten böyle deÄŸerlendirme fırsatları da vardı ve buna raÄŸbet etmediler, çünkü bu taktirde hükümetin ÅŸu anda en azından bir ÅŸeyi doÄŸru yapıyor olduÄŸunu “ikrar” riski var kendileri açısından.
DoÄŸrusu Türkiye’nin BAE ile son zamanlarda yeni bir sayfa açmış olması ne eski siyasetinden ne de ÅŸimdiye kadar takip ettiÄŸi deÄŸer-bazlı ilkesel siyasetinden vazgeçtiÄŸi anlamına gelmiyor. Zaten böyle bir yakınlaÅŸma veya husumet arasında baÅŸka alternatifler de yok deÄŸildir.
Yeni yakınlaÅŸma sürecinde asıl inisiyatifin BAE tarafından geldiÄŸini öncelikle bir kenara not etmeli. Bu inisiyatif veya talebin karşısında Türkiye’den hiçbir ilkesel duruÅŸu üzerine bir pazarlık faslı açılmış olmadığını da. Zaten böyle bir pazarlık faslının açılmasına Türkiye’nin hiçbir ÅŸekilde razı olması sözkonusu deÄŸil.
Bu iki noktayı not ettikten sonra Türkiye’nin OrtadoÄŸu’da on yıldır tıkanmış olan siyasi süreci açabilmek ve ülkeler arasında yeni diyalog kanalları açabilmek adına böyle bir talebi reddetmesi elbette düÅŸünülemezdi. Zaten ÅŸimdiye kadar BAE ve Türkiye hangi cephede karşı karşıya kaldıysa Türkiye’nin dediÄŸi olmuÅŸtur. Katar, Libya, Suriye, Somali ve tabii ki bizzat Türkiye’nin iç meselelerinde. Dolayısıyla olayda Türkiye’nin BAE’ye boyun eÄŸmesi diye bir durum sözkonusu deÄŸil, olamaz.
Siyaset tabiatı itibariyle insanın bu dünyada deÄŸiÅŸim arayışıdır. Dünyaya müdahale ederek belli bir hedef, ilke, deÄŸer doÄŸrultusunda deÄŸiÅŸtirmeye çalışmak. Bu amaçla insanları ikna ederek deÄŸiÅŸtirmeye çalışmak, dünyayı imar ederek deÄŸiÅŸtirmeye çalışmak. Dolayısıyla özü itibariyle deÄŸiÅŸimin aktörü olmak. Ama deÄŸiÅŸtirmeye çalışmanın kaçınılmaz bir etkisi de kendisi bir deÄŸiÅŸime uÄŸramaktır. Sadece deÄŸiÅŸtirerek varolan, deÄŸiÅŸimden kendine hiçbir ÅŸey deÄŸdirmeden bu hayatı tamamlamış bir fani yoktur, olmaz. Ä°nsanı bir siyasi varlık (homo-academicus) olarak tanımlayan filozoflar bu insani gerçekliÄŸi hesaba katarak bu mülahazalara varıyorlar.
Özellikle uluslararası iliÅŸkilerde bu deÄŸiÅŸimin dalgaları gerek ilkelerinizi daha iyi savunabilmeniz için gerekse de genel çıkarlar için farklı fırsatlar doÄŸurabilir. Siyaset bu fırsatları da iddialarınızı kaybetmeden deÄŸerlendirebilme yeteneÄŸinin ölçüldüÄŸü, deÄŸerlendirildiÄŸi ve paha biçildiÄŸi bir alandır.
BAE ile Türkiye arasındaki on yıllık, tabiri caizse, adı konulmamış soÄŸuk savaşın bir ÅŸekilde bitirilmesinin hem Türkiye için hem Ä°slam dünyası için hem de BAE için yeni açılım fırsatları oluÅŸturma ihtimali vardır. Daha iyi, daha adil bir dünya için, özellikle onurları mutad olarak çiÄŸnenen, özgürlükleri kısıtlanan ve kanları dökülen Müslümanlar için daha onurlu, daha özgür bir dünya arayışının sorumluluÄŸunu hatırlatmak lazım. Bunun için Türkiye’nin kendi ilkelerinden ve duruÅŸundan vazgeçmesi hiçbir ÅŸekilde gerekmiyor.
Ülkeler arasında savaÅŸların ve düÅŸmanlıkların bile kıyamete kadar sürmesi gerekmiyor. Esasen savaÅŸlar geçici, aslolan barışın tesis edilmesi ve barış ortamının sürdürülmesidir.
Türkiye’nin BAE ile ortak çıkarlar temelinde on yıl sonra yeniden bir araya gelmesi ise ÅŸimdiye kadar sürdürdüÄŸü deÄŸerler siyasetinin boÅŸ olduÄŸunu anlamış olması olarak görmek de ÅŸimdiye kadar deÄŸerler siyasetinden tahsil ettiÄŸi büyük manevi kazançların kaynağını görmezden gelmeyi gerektirir.
Türkiye ÅŸimdiye kadar deÄŸerlerle çıkarları birbirinin tamamen karşısına koyan uluslararası iliÅŸkiler düzenine alternatif bir denklem ortaya koyduÄŸu için bir fark yapabildi.
DeÄŸerler adına ortaya koyduÄŸunuz siyaset de kaçınılmaz olarak kaybettirir diye bir ÅŸey yok. DeÄŸerler bir ülkenin duruÅŸuyla, varoluÅŸuyla özdeÅŸleÅŸtiÄŸinde onların oluÅŸturduÄŸu ayrı bir deÄŸer de var ve bu deÄŸer “çıkar” denilen ÅŸeyi de intaç eder.
Henüz yorum yapılmamış.