Atatürk’ü rahat bırakabilecek miyiz?
Yıldıray Oğur / KARAR
Her akÅŸam televizyonlarda üzerlerine hamasi avcı hikayeleri anlatılan Filistin’den Suriye’ye Libya’dan Çanakkale’ye her cephede bizzat savaÅŸmış, gençliÄŸini yıkılan bir imparatorluÄŸu kurtarmaya çalışarak geçirmiÅŸ kahraman bir askerdi.
OlaÄŸanüstü zekasıyla yıkılan bir imparatorluktan bir devlet çıkarmayı baÅŸarmıştı.
Ama siyasi hayatı çeliÅŸkilerle doluydu.
Twitter günlerine yetiÅŸse hakkında “dün bunu dedi bugün bunu dedi” capsleri, video kolajları hazırlanacak kadar ileri bir pragmatizmdi bu.
1920’de Meclis’te “Türkleri muhafaza etmek için evvelâ sıhhati muhafaza etmeli” diyen Yusuf Kemal Bey’e cevap vermek için kürsüye çıkıp “Meclis-i âlinizi teÅŸkil eden zevat yalnız Türk deÄŸildir, yalnız Çerkes deÄŸildir, yalnız Kürd deÄŸildir, yalnız Laz deÄŸildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı Ä°slâmiyyedir, samimi bir mecmuadır” diye itiraz edip, yedi yıl sonra “Ne mutlu Türküm diyene” diyecek, 1931’de Türk Tarih Tezi’ni, GüneÅŸ Dil Teorisi’ni ortaya sürecek aynı kiÅŸiydi.
SavaÅŸ günleri silah almak için Lenin’in temsilcisine “Biz de BolÅŸevikiz” diyerek antiemperyalizm vurguları yapan, savaşı kazanınca Lozan günleri “Biz da Garp devletleri içinde olmak istiyoruz” diyen, yıllarca savaÅŸtığı Ä°ngilizlerin kralını ağırlayan, 1930’da ABD Büyükelçisi’yle ABD halkına seslenip “Türk milleti ABD milletine derin bir muhabbet beslemektedir” deyip ABD’den borç alan, sonra güçlenen Mussololini ve Hitler’e de muhabbetlerini gönderen çok yönlü bir pragmatizmdi bu.
Yıkılmış bir ülkeden, bir Cumhuriyet kurmayı baÅŸarmıştı ama muhalefetten, denetlenmekten, hesap vermekten hiçbir zaman hoÅŸlanmadı.
Ä°stiklal Harbi’ni birlikte yaptığı Meclis’teki bütün muhaliflerini savaÅŸ biter bitmez tasfiye etti. Åžeyh Said Ä°syanı’nı gerekçe gösterip, Ä°stiklal Harbi’nin hepsi yakın arkadaşı olan komutanlarının (Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy Refet Bele, Rauf Orbay ) kurdukları partiyi anlamsız gerekçelerle kapattı. Yetmedi onları, tuhaf delillerle Ä°zmir Suikastı kumpasına katıp, idamla yargılattı. Adnan Adıvar, Halide Edip gibi pek çok yetiÅŸmiÅŸ kiÅŸi, yargılanmalardan kurtulmak için ülkeden kaçtılar. Hepsinin hayat hikayesinde ülkeye ya da siyasete dönüÅŸ yılının 1939 olması tesadüf deÄŸildi.
Ä°sviçre’den medeni kanun, Ä°talya’dan ceza kanunu getirdi, Türk hukuk sistemini modernleÅŸtirdi. Ama o hukuku, siyasi tasfiyeler için kullanmaktan çekinmedi. Muhalif fikirlerdeki Ä°ttihatçı, Ä°slamcı, solcu herkes kendisini mahkemelerin önünde buldu.
Çok sayıda gazetenin kurulmasına öncülük etti. Ama o basın tarafından eleÅŸtirilmekten hiç hoÅŸlanmadı. Åžeyh Said Ä°syanı’nı fırsata çevirip çıkardığı Takrir- Sükun Kanunu’yla muhalif medyayı susturdu. ÇoÄŸunu Ä°stiklal Mahkemeleri’nde yargılattı. Ülkenin en ünlü gazetecilerinden Hüseyin Cahit, Ä°stiklal Mahkemeleri’nde gazetesi Tanin’de Terakkiperver Fırka’daki polis aramasını “Baskın” diye verdiÄŸi için yargılandı, Çorum’a sürgüne gönderildi. Ülkenin diÄŸer bir meÅŸhur gazetecisi Ahmet Emin Yalman ise elleri ve ayakları zincirli tutulduÄŸu Diyarbakır’da Åžark Ä°stiklal Mahkemeleri’nde ceza almaktan Atatürk’e “Bir daha gazetecilik yapmayacağı”na söz verdiÄŸi mektupla kurtulabildi. Sözünü tutup araba lastiÄŸi sattı, reklam metni yazdı. 1931’de bu kez Menemen Ä°syanı’nı fırsata çevirip çıkarılan Matbuat Kanunu’ndan sonra bir daha ölümüne kadar gazetelerde Atatürk’ün hoÅŸlanmayacağı tek satır çıkmadı. SaÄŸlığı ile ilgili haber yapmak bile uzun süre yasaktı.
En çok kitap okuyan dünya liderlerinden biriydi. Kitap okurken fotoÄŸraflarını çektirdi. Tarih kitaplarına meraklıydı, özellikle de popüler tarih kitaplarına. Ama Abdülhamit’ten sonra Türkiye tarihinde en çok kitap ve gazete tek parti devrinde toplatıldı ya da sansürlendi. BuÄŸday fiyatlarındaki artıştan Emir Faysal’ın bir açıklamasına kadar gazetelerde her haber kesilip biçildi. “Sınıf”, “iÅŸçi” diyen “komünistlik”le, “ümmet” diyen “irtica”yla suçlandı.
Åžiir kitapları Donanma’daki bir teÄŸmenin dolabından çıktı diye Nazım Hikmet ve onunla iliÅŸkili olarak Kemal Tahir “komünist darbe giriÅŸimi”nden, “Ä°talya ve Almanya bizden ileridir” diye yazdığı için Orhan Kemal “yabancı rejim propagandası”ndan, Sabahattin Ali içki sofrasında okuduÄŸu ÅŸiirden dolayı yıllarca hapis yattı. Kazım Karabekir’in anıları toplanıp yakıldı. Yakup Kadri gibi rejim destekçisi bir aydın bile Kadro’daki yazısı Atatürk’ü kızdırdı diye Tiran’a gönderildi. Sadece siyasi içerikler deÄŸil, edebiyat eserleri de sansürden nasibini aldı. Sait Faik, Åžahmerdan’da yöneticiye hakaret etti diye yargılandı, ReÅŸat Nuri, 1935’de Latin alfabesiyle ikinci kez bastığı ÇalıkuÅŸu’nda, 1922’deki ilk baskısında övdüÄŸü BoÄŸaz’daki “kayıkhaneli evler”den, eski rejime övgü sanılmasın diye “virane balıkçı kulübeleri” diye bahsetti.
EÄŸitimin yaygınlaÅŸmasıyla, iyi okullar açılmasıyla bizzat ilgilendi. Ä°stanbul Üniversitesi’ni kurdurdu. Hala bu ülkenin sınıf atlama yolu olan eÄŸitimde cumhuriyetçi fırsat eÅŸitliÄŸini ona borçluyuz.
“Hayatta en hakiki mürÅŸit ilimdir” dedi ama hiçbir bilimsel temeli olmayan bütün ırkların Türk ırkından geldiÄŸini söyleyen Türk Tarih Tezi, bütün dillerin Türkçe’den geldiÄŸini söyleyen GüneÅŸ Dil Teorisi’nin altında da onun imzası vardı. 1934’de Türklerin ikincil ırklarda olmadığını ispatlamak için dünyanın en geniÅŸ kafatası ölçümünü yaptırdı. Ezoterik kitaplar yazan bir emekli Amerikalı albayın kurgu kitabından hareketle Mu kıtasının peÅŸine düÅŸmüÅŸ, bunun için özel olarak Meksika’ya elçi gönderip Mayaları inceletmiÅŸti.
Dış politikada müzakereci bir diplomattı. Hatay’ın alınmasında dehasını ortaya koymuÅŸtu ama iç politikada tam bir askerdi. Menemen Ä°syanı’nda Menemen’in boÅŸaltılıp yakılması emrini Ä°nönü durdurdu. Dersim’i “medenileÅŸtirmek” için yapılan askeri harekatı bizzat yönetti. Kürtlerle ilgili askeri çözüm planları Kürt meselesinde yarayı derinleÅŸtirdi.
Laik bir devlet kurdu ama millet-i hakime esasına dayalı bir laiklikti bu. Sınır boyunu güvenli hale getirmek için Trakya’daki Yahudiler göç ettirildi, gayrimüslimlere devlet kapıları kapatıldı, kilise vakıflarına el kondu, tamir edilmelerine izin verilmedi, Trabzon’da Rumca konuÅŸan köylülere kadar farklı olan herkes riskli grup olarak takip altında tutuldu. Ama aynı zamanda Nazi yönetiminden kaçan Yahudi profesörlerin Türk üniversitelerinde görev almasına izin verecek kadar da vizyon sahibiydi.
Kadınlara seçme ve seçilme hakkını çok erken bir vakitte vermiÅŸti, bu devrimci bir adımdı. Ama bunu o vermeden 10 yıl önce isteyen Nezihe Muhiddin ve arkadaÅŸlarının önce parti kurmasına, sonra kadınların seçme hakkını savunmasına izin vermedi. Mahkemelerde tuhaf yolsuzluk davalarında yargılanan Türkiye’nin ilk süfrajeti Nezihe Muhiddin ömrünü bir akıl hastanesine tamamladı. BoÅŸandığı eÅŸi Latife Hanım ise bütün ömrünü her adımını takip edip raporlayan polisin gözetiminde geçirdi.
Laiklik maddesini anayasaya soktu, laik bir sosyal hayat inÅŸa etmek için Medeni Kanunu’nu hazırlattı, Diyanet Ä°ÅŸleri TeÅŸkilatı’nı güçlendirdi. Ama dinin devlete karışmasını engellemekle yetinmeyip, devlet olarak dini dizayn etmeye kalktı. Tekkeleri kapattırıp, cemaatleri yeraltına gönderdi. Türbeleri dahi kapattırdı, sonra özel izinle Fatih, Mevlana’nın türbelerinin açılmasına izin verdi. 1932’de bizzat riyasetinde hocalarla çerçevesini oluÅŸturduÄŸu Türkçe ibadeti uygulamaya soktu. Türkçe ezan toplumu devletten koparan, laikliÄŸi dinsizlikle eÅŸitleyen radikal bir uygulama olarak hafızalara kazındı. Ayasofya’yı sofrada verdiÄŸi bir kararla müzeye çevirtmesine en büyük destekçisi Cumhuriyet gazetesi bile ÅŸaşırmıştı.
Müzik ve dansı seviyordu. Halkın kulakları Batı musikisine alışsın diye Türk Sanat MüziÄŸi’ni konservatuarlardan kaldırıp, radyolarda çalınmasını yasaklatırken kendisi en iyi sazendelerden konserler dinliyordu. Sanatçıları ve sanatı seviyordu, ama konsere çağırdığı Müzeyyen Senar’ın modelini sevmediÄŸi saçlarını ve kocasının bıyıklarını kestirecek kadar herkesin hayatına karışıyordu.
CHP “imtiyazsız sınıfsız kaynaÅŸmış bir kitleyiz” gibi korporatist sloganları kullandı ama zamanında çok örneÄŸi olan bir faÅŸizan korporatist rejim kurmadı. Halkı tarafından seviliyordu ama halk adamı bir popülist lider deÄŸildi. Elit bir hayat sürdü, halkın arasına çok karışmadı. Selanikli orta sınıf bir aileden gelen bir askerdi, gençliÄŸi cephelerde geçmiÅŸti. EÅŸi, çocukları, damatları yoktu, dünyalık peÅŸinde olmadı. Ama mütevazi de deÄŸildi. Sarayda yaÅŸadı, kendisine ve yakınlarına özel ev, yazlık villa yaptırdı, özel yat satın aldırdı, Ä°ÅŸ Bankası’nın en büyük ortağıydı.
HoÅŸ sohbetti, sofraları meÅŸhurdu, kibardı, zevk sahibiydi ama çok hoÅŸgörülü sayılmazdı. Yeni kurulan Türk cumhuriyetine destek için Sorbonne’u bırakıp Ankara’ya gelmiÅŸ idealist milliyetçi bir profesör olan Sadri Maksudi’yi, Denizbank kurulurken “Denizbank Türkçe deÄŸil, Deniz Bankası olmalı” dediÄŸi için kendisine yakın adamlara gece yarısı radyoyu açtırıp, sabaha kadar cahillikle suçlattı. Tarih Kongresi’nde Türk Tarih Tezi’ne “Türkler Orta Asya’dan kuraklık yüzünden göçmedi” diye itiraz eden Prof. Zeki Velidi (Togan) ise ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
En yakını olan Ä°smet PaÅŸa bile onun hoÅŸgörüsüzlüÄŸünden nasibini almıştı. Ölümünden önce BaÅŸbakanlıktan alıp, tasfiye etmiÅŸti. Dar bir kadroyla çalışıyordu, güven sorunları had safhadaydı.
Türkiye’yi hep Batı’nın içinde tutmaya çalıştı ama hiç bir konuÅŸmasında parlamenter demokrasiyi övmedi, ondan bir nihai hedef olarak bahsetmedi. Yakın arkadaÅŸlarının kurduÄŸu adı “Terakkiperver Cumhuriyet” olan fırkayı bile tehlikeli bulup ilk fırsatta kapattırdı, 29 krizi sonrası oluÅŸan toplumsal basınç karşısında bir emniyet sibobu olması için yakın arkadaÅŸlarına kurdurduÄŸu Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı bile yerel seçimlerde baÅŸarı gösterince iktidarı için riskli buldu, seçilmiÅŸ belediye baÅŸkanlarını zorla istifa ettirdi.
Bazı satırları hoÅŸumuza gitse, bazıları tüylerimizi diken diken etse de elimizdeki hikaye bu.
Atatürk, bu ülkenin kurucusu. Pragmatik yöntemlerle, tasfiyelerle, zekasıyla, cesaretiyle bunu baÅŸardı.
Üzerinden bir asır geçtikten sonra hala bu gerçeÄŸi inkar etmeyi de “hepimiz onda birleÅŸelim” gibi zorlama teklifleri dayatmayı da bırakmalıyız.
Atatürk’ün iyi kötü bütün özellikleri bu ülkenin harcına da katıldı. Kürt sorunu, kimlik sorunu, laiklik fay hattının oluÅŸmasında onun tercihlerinin payı büyük oldu.
Ama ölümünün üzerinden 83 yıl geçmiÅŸ bir insana, bu 83 yılda çözemediÄŸimiz sorunların yükünü yüklemek de bugün yaÅŸadığımız sorunlar için çareyi onda aramak da haksızlık ve kolaycılık. Ayrıca irrasyonel, iÅŸlevsiz ve beyhude bir çaba bu.
Çünkü bugün Atatürk’e bakıp yaÅŸadığımız hiç bir sorunun çaresini bulamayız.
Bugün hala Atatürk’ün bir çare, çözüm, dayanak, referans noktası gibi görünmesinin nedeni de Instagram ve Twitter’daki anmalarda sık sık hatırlatılan “çok çalışmak”, “sürekli yenilenmek”, “bilimi tek yol gösterici olarak kabul etmek” gibi kapı komÅŸunuzdan da duyabileceÄŸiniz özlü sözleri olmasa gerek.
Vefatından 83 yıl sonra bile bugün Atatürk, Türkiye’de hala modern hayatın, modernleÅŸmenin sembolü ve koruyucusu.
Bu da onun ideolojisinin ölümsüzlüÄŸünün deÄŸil, hala herkesin kendini güvende ve özgür hissedebileceÄŸi ortak ve kalıcı bir modern demokrasi ve hukuk referansı inÅŸa edemediÄŸimizin ispatı.
Bu Atatürk’ün baÅŸarısından çok hepimizin ortak baÅŸarısızlığı.
En baÅŸta da bunu yapmaya çok yaklaÅŸmışken tekrar en kolay iktidar etme yolunu seçen ve böylece resmi ideolojinin yeniden ümit olmasına neden olan bugünkü iktidarın baÅŸarısızlığı.
ZannedildiÄŸi gibi bugün Atatürk üzerinde konuÅŸulup anlaşılarak ortak bir referans haline gelmedi, bugünkü sorunlardan, gelecek kaygısından kaçılan güvenli bir sığınak oldu.
Bu kalbimiz kadar temiz kuruculuk hikayesine en ufak itiraz edenlere sallanan parmaklar, ilkokul öÄŸretmenlerinin anlattığı versiyon dışındaki her cümleye karşı kabaran öfkeler, “liberaller, sol-liberaller, Kürtçüler, Ä°slamcılar” diye uzayan ortak deÄŸerlere yabancı, zararlı vatandaÅŸ listeleri, hala 10 Kasım’da kornaya basmadı, ayaÄŸa kalkmadı, tweet atmadı, Instagram postu paylaÅŸmadı, baÅŸlık atmadı fiÅŸlemeleri buradan bir birleÅŸtirici kuruculuk çıkmayacağının da ispatı.
Türkiye, bugün hala birlikte yaÅŸamaktan ve gelecek hayallerinden ümidi kestikçe geçmiÅŸe doÄŸru kaçıyor. Herkes kendi ideal geçmiÅŸine sığınıyor. Bu geçmiÅŸ bugünün ihtiyaçlarına göre kesilip, biçilmiÅŸ, mükemmel hale getirilmiÅŸ, abartılı sahte bir geçmiÅŸ.
Ama tarih ve geçmiÅŸ bize aradığımız saÄŸlam zemini veremeyecek.
Zaten geçmiÅŸte öyle saÄŸlam bir zemin kurulsaydı, onu böyle el yordamıyla aramazdık, üstünde oturuyor, keyfini çıkarıyor olurduk.
Aradığımız ÅŸey nostaljinin ÅŸefkatli kollarında deÄŸil, bugünün acı ve soÄŸuk gerçeklerinde.
O yüzden artık Atatürk’ü saÄŸa sola çekiÅŸtirmeyi bırakıp, onu rahatsız etmekten vazgeçmeliyiz.
83 yıl geçti, artık büyüdük ve yetiÅŸkin insanlar gibi davranma zamanımız geldi de geçiyor.
Henüz yorum yapılmamış.