Güncel
Taha Kılınç / Ezberler
Taha Kılınç / Yeni Şafak
İngiltere’nin Ortadoğu Koloniler Yüksek Komiseri Lord Walter Moyne, 6 Kasım 1944 günü, yine her zamanki gibi sabah erken saatlerde mesaisine başlamış, öğleden sonra da dinlenmek için Kahire’nin merkezindeki konutuna dönmüştü. 28 Ocak’ta atandığı bu zorlu görev, Filistin başta olmak üzere, Ortadoğu’daki bütün sancılı alanlarla yakından ve ayrıntılı biçimde ilgilenmesini gerektiriyordu. Bu da bol stres, az uyku ve saatler süren uzun ve sıkıcı toplantılar demekti.
Makam aracı saat tam 13.10’da konutun kapısının önünde durduğunda, yaveri Andrew Hughes-Onslow, dış kapıyı açmak üzere inip binaya doğru yürürken, şoförü Arthur Fuller de Moyne’un kapısını açmak için hamle yapmıştı. Tam o sırada, aniden karşılarında beliren iki silahlı adamdan biri Fuller’i omzundan vurarak yere düşürdü. Diğeri de Lord Moyne’un kapısını kendisi açarak, İngiliz diplomata üç kurşun sıktı. Saldırıyı yara almadan atlatan Hughes-Onslow içeri koşarak alarm zilini çalmıştı, ama saldırganlar da bu sırada çoktan kaçmayı başarmıştı. 64 yaşındaki Lord Moyne, hemen hastaneye kaldırıldı, ama o akşam 20.40’ta aşırı kan kaybı nedeniyle öldü.
Mısır polisi, Kahire sokaklarında kısa bir kovalamacanın ardından saldırganları yakaladı ve hapsetti. İkisi de Siyonist terör örgütü Lehi (Stern) mensubu olan suikastçılar, Mısırlıydı: Eliyahu Bet-Zuri ve Eliyahu Hakîm. Saldırı emrini örgütlerinin Kudüs’teki merkezinden almışlar, aylarca plan yapıp Lord’un bütün hareketlerini izlemişler ve nihayet harekete geçmişlerdi.
Mahkeme safhasında açıkça ortaya çıktığı üzere, (kendisi de 12 Şubat 1942’de İngilizler tarafından öldürülen) Lehi’nin kurucusu Avraham Stern, daha 1941’den itibaren İngilizlerin Kahire’deki yüksek komiserini öldürmeyi kafasına koymuştu. Lord Moyne’dan önceki Yüksek Komiser Richard Casey, Avustralya asıllı olduğu için katledilmeye “uygun” bulunmamıştı. 1944’ün başında Lord Moyne Kahire’ye tayin edildiğinde, Lehi yönetimi, suikast için geri sayıma başlamıştı.
Örgüte göre, Lord’un birinci ve en büyük suçu, Struma faciasının yaşanmasına sebep olmaktı. Söz konusu hadise, Romanya’dan Struma adlı bir gemiyle Filistin’e gelmeye çalışan 800’e yakın Yahudi mültecinin, İngilizlerin Filistin sahiline erişim izni vermemesi nedeniyle Karadeniz’de boğularak ölmesiydi. Lehi, onu Filistin’e Yahudi akınının engellenmesi politikasının sadece uygulayıcısı değil aynı zamanda mimarı olarak da görüyordu. Yine resmî raporlara yansıyan ifadelere göre, örgüt, “Arap yanlısı” olarak damgaladığı Lord Moyne’u öldürerek, Filistin’de yaşanan mücadelenin, “Yahudi ulusu” ile “İngiliz emperyalizmi” arasında olduğunu dünyaya göstermek istemişti.
Eliyahu Bet-Zuri ve Eliyahu Hakîm, Mısır tarafından yargılanarak, 18 Ocak 1945’te ölüme mahkûm edildi. Affedilmeleri için Siyonist örgütlerin yaptığı yoğun baskı, Kral Fârûk tarafından reddedildi. Çünkü Kral, bizzat Londra’dan gelen tam aksi yönde bir başka baskıyla muhataptı: Lord Moyne’la çok yakın dostluğu bulunan Başbakan Winston Churchill, Siyonizm’e olan desteğine ve sempatisine rağmen, katillerin idam edilmesi için bizzat devreye girmişti. Churchill’e göre, Kahire’de işlenen suikast, kendisine yapılmış ağır bir hakaret mesabesindeydi. İngiltere Başbakanı’nın isteği doğrultusunda, Bet-Zuri ve Hakîm, 23 Mart 1945’te idam edildiler.
***
Bu hafta, yine merkezinde İngiltere’nin bulunduğu bir başka olayın daha yıldönümü vardı. Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour, İngiliz Yahudilerinin gayrı resmî lideri Lord Lionel Rothschild’a 2 Kasım 1917 günü gönderdiği mektupta, temsil ettiği hükümetin Yahudilere Filistin’de bir vatan sözü verdiğini belirtiyordu. “Balfour Deklarasyonu” olarak tarihe geçen bu ünlü mektup, Ortadoğu yakın tarihindeki birçok hadisenin adeta başlangıç noktası olarak kabul edilir. Hafta içi, deklarasyonun 104’üncü yıldönümü vesilesiyle yapılan birçok açıklama ve yayınlanan yazı, bu noktaya işaret ediyordu.
Oysa İngilizlerle Yahudilerin Filistin toprakları bağlamındaki ilişkilerinin seyri, yukarıda aktardığım türden hadiselerle de sık sık dalgalanmalar yaşamıştır. Bugün yeni belgeler ortaya çıktıkça ve arşivlerin derinliklerine inildikçe, yaşanan süreci tek cümleyle özetlemenin mümkün olmadığı daha net biçimde anlaşılıyor.
Velhasıl, ezberlerin ve genellemelerin uzağında, olayları dikkatle ve ayrıntılardaki işaretleri izleyerek, çok yönlü biçimde kavramaya ihtiyacımız var.
Henüz yorum yapılmamış.