Reddedebildiğin kadar özgürsün!
Follow @dusuncemektebi2
Kişinin gücü maddi zenginlikte değil, yüksek hedefler geliştirip uğruna savaşmasındadır. Bazen elde etmekte, savaşı kazanmakta, sonuç almakta değildir hürriyet; reddetmektedir.
Güçlü ile zayıf, fakir ile zengin, köle ile efendi, özgür ile tutsak arasındaki karşıtlıklar kadar yakınlıklar o derece güçlü ve büyüktür ki birbirlerine geçiÅŸkenliklerini takip edebilmek için her iki varlığın, kavramın tarihini bilmek gerekir.
Zenginin aynı zamanda özgür-efendi-güçlü, fakirin ise zayıf-köle-tutsak olduÄŸuna dair ön yargılar hâkim. Kimine göre efendinin zengin kalmak için paraya tutsaklık etmesi gerekirken, köle hiçliÄŸin özgürlüÄŸüne “sahip”tir! Güçlünün yalıtılmış hayatı onu korunaksız kıldığı, tehlikelere açık hâle getirdiÄŸi için aslında o hayli zayıf ve korkularının kölesidir. Pek çok fakir “arkasızlık”tan ve “kaybedecek bir ÅŸeyi” bulunmadığından dolayı cevval, gözü karadır ve bu mecburiyet onları güçlü kılar.
Bu kavramların hepsine çok boyutlu bakmak gerekir. Zamana, duruma, mekâna, iktidarın yönüne baÄŸlı biçimde zayıflık, güçlülük, zenginlik, özgürlük deÄŸiÅŸir. Kendisinden talep edilen ve ricacı olunan bir merci olmak, gücün ve özgürlüÄŸün göstergelerinden sayılıyor. Sanki zenginler yahut erk sahipleri talep etmezmiÅŸ gibi… Hâlbuki en çok talebi, boyun bükmeyi, ezilmeyi gücü elinde tutanlar gerçekleÅŸtirir! Güce ulaÅŸmak için olmadık ÅŸeyleri yapanlardan daha köleleri, zirvede tutunmak için her ÅŸeyi yapanlar, kendilerini inkâr edenlerdir! Zayıfların yanında özgür, güçlü, zengin duranlar, daha üst seviyedekilerin yanında tartışmasız sünepe ve zavallı görünebilir!
Özgürlük mutmain olduÄŸundadır!
Ä°nsanların kendilerinden talepte bulunmalarını “özgürlük” ve “güç” dilemmasıyla açıklayanların, eninde sonunda güç kibrinin altında köleleÅŸeceklerini anlamak gerek. Bu açıdan kiÅŸiye özgür ve güçlü olduÄŸunu öteki hissettirir; zayıfların ve kiÅŸiliksizlerin güç tapınması tam bir tuzaÄŸa da dönüÅŸebilir. Nietzsche’nin “güçlüleri zayıflardan koruma” duyarlılığı aslında soylu ve yüce ruhların korunmasına yönelik bir talep; deÄŸiÅŸimi, dönüÅŸümü, yenilenmeyi yapacak öncü karakterleri sığlarla karşılaÅŸtırınca dejenerasyon büyüyor. Belki de özgürlük de güç de iÅŸte bu dejenerasyonda, yabancılaÅŸmada, kendilik kaçkınlığında gizli… ÖzgürlüÄŸün kamusallığı ile insanın kendi kendine tutsaklığını kabul ettirmesi belki de özgürlük arayışının temelini oluÅŸturur. Rousseau insanın özgürlüÄŸünden vazgeçmesinin onurundan, insanlık haklarından, ödevlerinden vazgeçmesi manasına geldiÄŸini belirtirken çok formel bir hürriyet anlayışı geliÅŸtirir.
Belki zorlamalardan arınmanın, mecburiyetleri ortadan kaldırmanın, kendini yükümlü hissetme baskısını izale etmenin özgürlüÄŸe açılan bir tarafı var. Bu manada hürriyete kavuÅŸmak aynı zamanda “mutmain olduÄŸuna” yönelme demek.
KiÅŸinin sevdiÄŸi, huzur duyduÄŸu, mutmain olduÄŸu bir iÅŸ, ortam, evlilik ve bir devlet onu özgür hissettirmeye yeterli. VaroluÅŸsal güvenlik alanını ihata etmek hürriyete açılan birincil kapılardan. Huzurun, güvenin, kaygı düÅŸürücü ortamın özgürlükteki yeri çok daha etkili ve büyük. Mutmain bir kalp her türlü ıstırabı küçümseyebilir, aÅŸağılayabilir…
Kalbi mutmain bireyin özgürlük ve güç dengesi saÄŸlam olur. Ä°ster zengin ister fakir, ister sıradan ister aristokrat ve güçlü olsun, özgürlük mutmain bir kalp, duru bir dimaÄŸ, saf bir beyinle mümkündür. VaroluÅŸsal emniyeti saÄŸlayan bireyin tutsaklık kaygısı en aza iner. O da ister istemez gündelik hayat organizasyonundaki kiÅŸisel yetkeyle ilgili… Yani günlük iaÅŸesini temin, kimseye muhtaç olmama, desteksiz varoluÅŸ… Emniyet bu manada özgürlüÄŸün baÅŸlangıcıdır.
Özgürlük - iktidar dengesi
Özgürlük hususunda insanlar genellikle “büyük anlatılar” peÅŸinde koÅŸar… Metafizik boyutlarıyla özgürlük alanına girdiÄŸinde kiÅŸi ister istemez güç devÅŸirmeye, metafizik baÄŸlantıları iÅŸletmeye geçiyor. Hâliyle özgürlüÄŸü ararken kiÅŸi kendini bir anda “güç istenci”, hıncı ve azmiyle baÅŸ baÅŸa kalabiliyor. Dünya hayatında güç arayışı büyük baÄŸlılıklar, baÄŸlantılar, baÄŸlanmalar gerektiriyor, bu yüzden iktidarla hürriyetin iç içe giren iliÅŸki aÄŸları var. ÖzgürlüÄŸü illa siyasi iktidar, devlet, polis, asker gibi güvenlik bürokrasisi ya da patronluk müessesesiyle eÅŸitleme ihtiyacı hissediyor insanlar… Ne kadar büyük, ulaşılmaz üst anlatılar ve güçler var ki özgür olamıyoruz, diyebilmek için belki de. Foucault’nun “Ä°ktidar her yerde.” genellemesiyle, minimalize, tikel iktidar alanlarında kaçırılmaya çalışılan hayatlar elbette var. Hâlbuki bazen maddi olana sahiplik bazen maddenin tahakkümünden azâdelik özgürlüÄŸü getirebilir.
DövüÅŸ Kulubü filminin müthiÅŸ repliklerinden biridir, “Sahip oldukların sonunda sana sahip oluyor”… AÄŸa katılım yani ister simgesel düzen ister bir tüketim toplumu, popüler kültür, sıradan devlet mekanizması ya da internet ağıyla yapılabilen her tür simülasyonlar, sosyal medyalar, kendini ifade biçimleri eninde sonunda verili özgürlüÄŸü mutlak tutsaklığa çeviriyor! Meselenin bir baÅŸka yönü, insanın iyi kötü bir arabasının olması aynı zamanda toplu taşımaya “mahkûmiyeti” ortadan kaldırabilmesinde yatıyor. Ä°nsan zahiren özgür olsa bile hakikatte mecburdur. “AÄŸ”, simgesel düzen bu mecburiyeti doÄŸurur. Kapitalist iktisadi düzende kredi kartı bir yönüyle özgürlüÄŸü öteki tarafıyla tutsaklığı getirir; insanın parası bittiÄŸinde kredi kartına baÅŸvurup birisinden para isteme mecburiyetinden kurtulması özgürlüÄŸü; ama sürekli kartla alışveriÅŸ, bağımlılığı yani esareti getirir. Buna beÅŸ on yıllık kredileri de ekleyebiliriz; böylece siyasal durumun devam etmesi, kriz gelmemesi için duacı oluruz. AÄŸ-lar, her türlü iliÅŸki biçimleri, dünya-lar, tikel iktidarlar, sistemin rıza imaline dayalı hegemonya tarzı ÅŸiddetsiz teslimiyeti, gönüllü köleliÄŸi doÄŸurur.
Ä°ster zengin ister fakir, ister sıradan ister aristokrat ve güçlü olsun, özgürlük mutmain bir kalp, duru bir dimaÄŸ, saf bir beyinle mümkündür.
Arzulamak özgürlük mü?
Özgürlük yasa ile verilmez, yasanın varlığı zaten bir “baÄŸ”ı açıklar. Yasanın saÄŸladığı özgürlük alanı hakları ifade eder, kiÅŸi haklarını bilerek, onları kullanarak, “yasanın uygulanmasını isteyerek” özgürlüÄŸünü kullanır. Bu tabii verili özgürlüÄŸü anlatır, tercih yapma hürriyetini. Fichte’nin vurgusu mesela yasayı aÅŸkın bir özgürlük deÄŸil belki bu düzeneÄŸin içinde “kendini her zaman istemede gösterebilme” benliÄŸidir. Çünkü özbilinç, ÅŸuur ve irade insana özgüdür, kendi bilincinde olan, ÅŸuuruna vakıf, benliÄŸini bir hâlden baÅŸka bir hâle geçirebilen, deÄŸiÅŸtirebilen, tevbe edebilen, eskiyi gömebilen, yeni baÅŸlangıçlar yapabilen yalnızca insandır. Bu açıdan özgürlüÄŸe açılmak da tutsaklığa kaçmak da insanın elinde. Özgürlük insanın özbilincini kullanabilmesini anlatır. Bu yargıya ekleme yapmak isteyenler, Hegel mesela, özgürlüÄŸü tinsel deÄŸerlerin farkındalığı biçiminde geniÅŸletir. KiÅŸinin tinselliÄŸi, mistik boyutu, onu geniÅŸ manzarada içe bakış yapmaya, dünyada olup bitenleri izlemeye yönlendirir.
Sonuçta bilincinin farkında olmak kiÅŸinin “yaratıcı”sının, kendisinin, dünyasının farkında olması sonucunu doÄŸurur. Elbette bu, zihni kölelerden müteÅŸekkil bir devlet ve toplum için reddedilmesi gereken bir gerçek. Hegel kadar Rousseau da insanların özgür olmaya zorlanması gerektiÄŸini belirtir. Yani tinsel deÄŸerlerini keÅŸfetmelerini, içe bakış atmalarını, kendilik sınırlarına vakıf olmayı… Özbilinci kullanmayanın Alman idealizmi bakımından bir insani deÄŸeri olamaz. Özbilincini kullanan eyleme geçer. Post-modernlerin ya da iktidara eklemlendiÄŸi sürece her bireyin “arzulamaktan korkmaması” telkini, irade, eylem, bilinç farkındalığının bir baÅŸka yansıması. Arzudan korkmamak arzuyu bastırmaktan evladır! Arzuları ve tutkuları bastırılanların özgürlüÄŸünü tamamen elden çıkarması modern dünyada sık karşılaşılan bir durum; böylece tutkularını tatmin edemeyenlerin iradelerini, bilinçlerini yani akletmeye dayalı eylemliliklerini bir baÅŸka güç devralır.
Kapitalizm bu anlamda gayet mahir! Kant’ın “Yapabilirsin çünkü yapmalısın” formülü, özgürlüÄŸe kapı açmaya matuftur. Modernite Kilise karşısında özgürleÅŸen yani özbilincini kullanan, tinsel deÄŸerlerine müracaat edip kendi aklına güvenen bireyler istediÄŸi için özgür olmaya zorlanması kiÅŸinin aynı zamanda kapitalist düzeneÄŸe yaklaÅŸmasını getirir. Bir özgürlük alanından bir baÅŸka özgürlük sahasına, bir tutsaklıktan bir baÅŸka esarete geçiÅŸ! Burada hemen devreye yapma, yapabilme giriyor. KiÅŸioÄŸlu eyleme iradesini engelleyen baÄŸlara bakmalı, özgürlük tam da orada! Çoluk çocuk, iÅŸsiz kalma korkusu yahut “ölüm kalım savaşı”…
Savaşın bizatihi kendisi özgürlüÄŸü yok eder; var olmak ya da yok olmak kaygısı, mücadelesini verme hep bir baÅŸkasıyla varolmayı gerektirir. SavaÅŸ tek başına yürütülmez; bir otorite, dayanışma, aynı siperde yer almayı gerektirir.
SavaÅŸmanın kendisi özgürlüÄŸü belirler ama aynı zamanda kiÅŸiyi kendi özbilincinden alıkoyar. Hem savaÅŸmaya yönlendirmek için özbilinci, özgürlüÄŸü kullanmaya icbar etme hem savaÅŸmanın kiÅŸiyi anlık hürriyetten alıkoyması kendi içinde çeliÅŸkiyi çoÄŸaltır. Daha büyük özgürlükler, milletlerin geleceÄŸi için kendi özgürlüÄŸünden feragat etme de esasında hür bireyin varlığına dalalet eder.
Bu yüzden bankadaki paradan, evinden, arabandan sadır olmayan özgürlük hissi yüksek bir amaç için savaÅŸmakla kazanılabilir. KiÅŸinin gücü maddi zenginlikte deÄŸil, yüksek hedefler geliÅŸtirip uÄŸruna savaÅŸmasındadır. Bazen elde etmekte, savaşı kazanmakta, sonuç almakta deÄŸildir hürriyet; reddetmektedir. Asıl savaÅŸ reddetmeyi baÅŸarmaktadır. KiÅŸi reddedebildiÄŸi ölçüde güçlü, iktidar ve özgür olur!
Müellif: Ercan Yıldırım / Kaynak: Cins Dergi
Henüz yorum yapılmamış.