Gökhan Özcan / Sessizliğin sözleri, sözlerin sessizliği
Follow @dusuncemektebi2
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
“Böyle sessiz sessiz oturacak mısın?” diye sordu biri. “Evet, çünkü söyleyeceklerim var!” dedi diÄŸeri.
Her ÅŸeyi sözlere indirgemek konusunda anlaşılmaz bir ısrar içindeyiz. Bu kapılıp gittiÄŸimiz ve geri dönemediÄŸimiz bir zihinsel alışkanlığa dönüÅŸtü giderek. Sözlerin ifade gücü olduÄŸunu elbet inkar edemeyiz; ancak ifade ettiklerini sözlerin sınırlarıyla sınırladıkları da bir gerçek... Ä°nsanın içinde ya da bazen iki insan arasında ya da hayatın kıyı köÅŸesinde, beklenmedik anlarında bazen öyle ÅŸeyler olur ki, orada sözlerin ortaya atılması deÄŸil, aksine geri çekilmesi gerekir. Bazı ÅŸeyleri sözleri susturmadan aslıyla duyamaz, derinliÄŸine iÅŸitemeyiz. Her ÅŸeyi sözlerde arama saplantısı, bizi bu anlam katmanlarından, bu hissetme derinliklerinden, bu özgürce çaÄŸrışımlardan mahrum bırakıyor. Sözlerin dört duvarı arasına kendimizi hapsediyor, anlamın sonsuz akışına kendimizi bırakamıyoruz. Hayatının küçük küçük anlarında, istisnai zamanlarında kendini serbest çaÄŸrışımlara, anlamın gür akışına kendini bırakabilenler, insanın iç dünyasından sonsuza doÄŸru, sözlerin sınırlarına açılan ufuklar olduÄŸunu keÅŸfedebilir. Herkeste olan bir yetenektir bu. Sözlerin donukluÄŸa mahkum sınırlarından kurtulup, kendinizi açık tutabilirseniz eÄŸer bu serbestliÄŸe... Åžiirler, ÅŸarkılar, herkesi etkileyen, enginliÄŸiyle hayrete düÅŸüren sanat eserleri buradan doÄŸar mesela. Ä°çimizi tatlı tatlı ısıtan duygular, nice kilitli kapıları zorlanmadan açan ince, derin fikirler de öyle.
“Söz akÅŸamüstleri insanı ısıran tatarcık sineÄŸinden baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Sözler insana, tatarcıklar gibi eziyet eder, mezarına deÄŸin kovalar onu. Ama mezardan öteye de gidemezler... Åžimdi, sözlerin insanı artık ısıramayacağı yeri geçtim, hava duru, söylenecek bir söz yok, kendi derimin içinde yapayalnızım; kendi derimin içinde; yani olanca mülkümün sınırları arasında...” diye yazmış ‘Ölen Adam’ isimli kitabında D. H. Lawrence.
Hayatımızdaki birileri ile ilgili bizi sarsan, sert bir ÅŸeyler yaÅŸandığında, bu beklemediÄŸimiz sonucun nasıl bir birikimle bu noktaya geldiÄŸini anlamakta güçlük çekiyoruz. Ä°çinde bir ÅŸeylerin biriktiÄŸini neden bize söylemediÄŸini soruyoruz kendimize. Her ÅŸeyin adı konmuÅŸ biçimde önümüze konmasını, sözlerle sınırları çizilmiÅŸ bir güvenlik garantisiyle bize yansıtılmasını bekliyoruz. Oysa böyle ÅŸeyler hiçbir zaman kendini bir ÅŸekilde dışa vurmadan patlama noktasına kadar gelmez, gelmiyor. Bir ÅŸekilde kendi ifadesini buluyor ve etrafa yansıtılıyor. Bir yerlerde bir ÅŸeylerin tekinsizce biriktiÄŸi etrafa mutlaka söyleniyor. Sözlerle, kelimelerle, alışılmış ifadelerle deÄŸil sadece... SessizliÄŸin diliyle, lisanıyla, sözleri aÅŸan ifade gücüyle...
Bir yanardağın patlamaya hazırlandığını kilometrelerce uzaktan anlayamazsınız; yakınına gitmek ve uzaktan hiçbir ÅŸeyden etkilenmeyeceÄŸi intibaı veren o heybetli dağın iç uÄŸultularına, belli belirsiz inlemelerine, derin sızıldanmalarına dikkat kesilmek zorundasınız. Sözler bazen birbirimizi iÅŸitmemize, birbirimize canı gönülden kulak vermemize engel oluyor.
Thomas Hardy’nin ‘Çılgın Kalabalıktan Uzak’ kitabından birkaç satır... SessizliÄŸin söyleyebildiklerine ve sesin söyleyemediklerine dair: “Sessizce sitem etmek gücüne sahip olanlar bunun sözlerden daha etkili bir yol olduÄŸunu bilir. Gözlerin sesinde öyle tonlar vardır ki, dilde bulunmaz; rengi uçmuÅŸ dudaklar, kulakların duyamayacağı birçok ÅŸey söyler. Derin duyguların hem görkemi hem de ıstırabı, ses yoluna sapmayışındandır”
Henüz yorum yapılmamış.