İran Azerbaycan gerilimi Şii Hilali’ni çıkmaza soktu
Uzun yıllar boyunca “Şii Hilali” stratejisi ile hareket eden İran, komşuları ile sert bir ilişki içerisine girdi. Gelinen noktada Tahran bölgede risk ve tehdit hilali ile karşı karşıya kaldı.
İran ve Azerbaycan arasında; Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan arasında gerçekleştirilen “Üç Kardeş” askerî tatbikatı ile İran-Ermenistan hattında taşımacılık yapan araçların, Azerbaycan tarafından engellenmesi dolayısıyla başlayan gerilim, karşılıklı hamlelerle yoğunlaşarak devam etmektedir.
Azerbaycan’ın, Türkiye ve Pakistan ile gerçekleştirdiği askerî tatbikata karşılık, İran-Azerbaycan sınır hattında “Hayber Fatihleri” isimli askerî tatbikat başlatan İran, bu süreci “jeopolitik riskler” çerçevesinde değerlendirmiştir.
Başta Devrim Rehberi Hameney olmak üzere İranlı üst düzey yetkililerden ve yüksek rütbeli komutanlardan gelen açıklamalar göz önüne alındığında İran’ın bu süreci, “İsrail’in Güney Kafkasya’daki varlığı” söylemini ön plana çıkararak jeopolitik tehdit kodları temelinde takip ettiği görülmektedir. Bununla birlikte Azerbaycan ile yaşanan gerilim sürecinde açığa çıkan söz konusu değerlendirme biçimini, makro planda İran’ın güvenlik doktrininde gözlemlenen dönüşümün bir sonucu ve yansıması olarak ele almak da mümkündür.
İRAN GÜVENLİK DOKTRİNİNDE DÖNÜŞÜM
İran’da, İslam Devrimi’nin ardından yeniden şekillenen güvenlik doktrininde, farklı bileşenlerin bir araya geldiği sentez bir yapı oluşmuştur. Bu yapı; İran’ın sınır güvenliği ve toprak bütünlüğünü ifade eden ülkesel güvenlik, komşular ve jeopolitik çıkar, tehdit alanlarını oluşturan yakın çevre ve son olarak Lübnan’dan Yemen’e kadar uzanan geniş bir coğrafi çerçeveyi ifade eden nüfuz alanlarının bileşimi ile şekillenmiştir. Buna göre ülkesel güvenlik bağlamında İran’ın sahip olduğu anlayış; ülkenin toprak bütünlüğü ve siyasi birliğinin korunması, olası işgal veya askerî müdahale girişimlerine karşı daimî bir hazırlık pozisyonunda bulunulması olarak kendisini göstermiştir. İkinci olarak yakın çevre unsuru; büyük ölçüde İran’a komşu ülkelerde ve alanlarda, İran karşıtı siyasal yönetimlere yönelik savunmacı bir tutumun benimsenmesi, bu alanlarda uygulanacak olan kamu diplomasisi ve stratejik iletişim faaliyetleri ile yerel toplumların İran’a bağlı hâle getirilmesi şeklinde jeopolitik ve jeokültürel stratejiyi sentezleyen bir anlayışı ortaya koymaktadır. Son olarak nüfuz alanları ise İran’ın; bölgesel yayılmacılığı ve güvenliği sınırların ötesinde sağlama arayışlarını iç içe geçiren, uzak coğrafyalarda Şii kimliği, İslam Devrimi ideolojisi veya ABD-İsrail-Suudi Arabistan karşıtlığı temelinde belirli alanlarda İran etkisinin tesis edilmesiyle birlikte bu alanların fiilî veya potansiyel olarak tehdit alanı olmaktan çıkarılması ve birer nüfuz alanına dönüştürülmesi anlayışını yansıtmaktadır.
İRAM'da yayınlanan ''İran’ın Güvenlik Doktrinindeki Değişim ve İran-Azerbaycan Gerilimi'' analizinde, ''Bu unsurlar, iç ve dış konjonktürün ortaya çıkardığı etkilerle önem ve öncelik sıralaması bağlamında işlevselliğe sahip olmuşlardır. Örneğin, 1980’li yıllarda İran-Irak Savaşı dolayısıyla İran güvenlik doktrininde çekirdek niteliğindeki ülkesel güvenlik ilk sıraya yerleşirken 1990’lı yıllarda yakın çevre ve özellikle 2000’li yılların ikinci on yılında ise nüfuz alanları ana konuma ulaşmıştır. Aynı zamanda İran, ABD ve İsrail arasında yaşanan gerilimler ve İran’a yönelik askerî müdahale iddiaları; ülkesel güvenliği konjonktürel olarak ön plana çıkarırken iç siyaset alanında yaşanan muhafazakâr-reformcu ihtilafları yakın çevre ve nüfuz alanları yönelimlerinin rekabetine de dönüştürebilmektedir.'' ifadeleri kullanıldı.
Analizin önemli satırbaşları:
2000’li yılların ikinci on yılından itibaren son derece açık bir biçimde nüfuz alanları temelli bir güvenlik doktrinine yönelen İran, farklı alanlarda oluşturduğu milis güçler aracılığıyla bu alandaki stratejisini süreklilik gösteren bir biçimde uygulamıştır. Bu çerçevede; Nijerya, Lübnan, Suriye, Irak, Bahreyn ve Yemen’de ideolojik açıdan kendisine bağlı çeşitli grupları dizayn eden veya finansal ve askerî yönden destekleyen İran, 2020 yılına kadar bu durumu yönetebilmiş ve sürdürebilmiştir. 2020 yılı, İran’ın söz konusu stratejisi açısından bir milat olmuş; 3 Ocak 2020’de Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin suikast ile hayatını kaybetmesi, güvenlik doktrinindeki dönüşüm izlerinin gözlemlenmeye başlanmasını beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda 2020 yılı itibarıyla İran güvenlik doktrinindeki dönüşüm sürecinde etkili olan ana faktörleri şu şekilde özetlemek mümkündür:
• İran’da derinleşen ekonomik kriz, koronavirüs salgını, milis yapıların finansmanında yaşanan zorluklar
• İran toplumunun, milis yapılara yönelik desteğe ilişkin tepkisi ve sosyoekonomik talepler
• İran destekli milis grupların bulundukları ülkelerde, güvenlik riski ve istikrarsızlık kaynağı olarak algılanmaya başlanması ve yerel toplum ve yönetimlerin tepkileri
• Bölgesel ve uluslararası düzeyde İran yayılmacılığının bir fenomenden realite biçimine dönüşmesi, bu gerçekliğin kabul edilmeye başlanması ve bu durumun yarattığı risk veya tehdit algısı
KARABAĞ SAVAŞI
Bu faktörlerin etkisi ile 2020 yılı itibarıyla dönüşüm sürecine giren İran güvenlik doktrini, 2021 yılında İbrahim Reisi’nin cumhurbaşkanlığı ile birlikte berraklaşmaya başlamıştır. Bu süreçte ortaya konan mesajlar; komşularla iş birliğinin geliştirilmesi, bölgesel sorunların çözümü ve Reisi’nin, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından ilk basın toplantısında ortaya koyduğu ulusal güvenlik vurguları; önemli emareler olarak kendisini göstermiştir. Bunun ardından Afganistan, Irak ve Azerbaycan’daki gelişmeler ise İran güvenlik doktrininde yeni bir safhaya geçilmeye başlandığını göstermiştir.
İRAN VE AZERBAYCAN
İran güvenlik doktrininde, 2020 yılı itibarıyla kendisini göstermeye başlayan dönüşüm, nüfuz alanları odaklı anlayış yerine yakın çevre odaklı bir bakışın daha fazla ön plana çıkmasını beraberinde getirmiştir. Bu duruma yol açan süreçte ise Eylül 2020’de başlayan 2. Karabağ Savaşı tetikleyici bir etki yaratmıştır. 2. Karabağ Savaşı İran güvenlik doktrini açısından; süregelen bilişsel kodların yıkılmaya başladığı, mevcut statükonun devamlılığının sağlanmayacağının anlaşıldığı sarsıcı bir süreç olmuştur. Özellikle bu süreçte, Rusya’nın alışılagelmiş davranış biçiminin dışında, Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan çatışmalarda gerilimin tırmanmasını önleyici rolünden farklı tutum sergilemesi ve Türkiye’nin Azerbaycan’a yönelik koşulsuz desteğini siyasi ve askerî alanda sergilemesi ciddi bir etki oluşturmuştur. Bunun ardından Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarını kurtarmasıyla birlikte oluşan yeni jeopolitik konjonktür, İran güvenlik doktrinini kaçınılmaz bir dönüşüme sürüklemiştir. Bu dönüşümde; 2021 yılında Afganistan’da yaşanan gelişmeler, Basra Körfezi ve Umman Denizi’ndeki gelişmeler ile Irak’ın kuzeyinde ortaya çıkan gerilimler ivme kazandıran bir rol oynamıştır. Bu alanlarda yaşanan kriz ve gerilimler çerçevesinde İran açısından:
• Afganistan’da beklenen ve amaçlanan etki oluşturulamamış; bölgedeki DEAŞ-Horasan varlığı ve Pakistan’ın artan nüfuzu, risk ve tehdit hâline gelmeye başlamıştır.
• Irak’ın kuzeyinde, Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde bölgede sağladığı etkinlik, İKDP’nin faaliyetleri ve İran destekli milislerin yarattığı rahatsızlıklar ciddi riskler oluşturmaya başlamıştır.
• Basra Körfezi ve Umman Denizi’nde ABD ve İsrail ile artan gerilimler, bu alanlarda algılanan tehditlerin yoğunlaşmasına yol açmıştır.
Bu gelişmelerin sonucunda, uzun yıllar boyunca bölgesel düzeyde “Şii Hilali” stratejisi ile hareket eden İran, bugün gelinen noktada, kendi açısından risk ve tehdit hilali ile karşı karşıya kalmıştır.
Bu konjonktür içerisinde, “kuşatılmışlık-çevrelenme” algısı taşıyan İran; Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan arasında gerçekleştirilen askerî tatbikatı, bu sürecin en somut göstergelerinden bir tanesi olarak algılamıştır. 2. Karabağ Savaşı ile birlikte yaşadığı bilişsel sarsıntı ve tecrübe, bu bağlamda İran’ı, bu alandaki gelişmelere karşı daha hassas bir duruma sürüklemiştir. Kuşatılmışlık-çevrelenme algısı düzleminde Azerbaycan hattında yaşanan gelişmeler; İran’ın, yakın çevre odaklı yeni güvenlik doktrininde en önemli risk alanı konumuna yerleşmiştir. Bu noktada İran’ın, sıkça ön plana çıkardığı “jeopolitik riskler” bağlamında Azerbaycan hattında yaşanan gelişmelere karşı daha yoğun refleksler göstermeye devam edeceği; bu durumun, yakın çevre tehdidinden ülkesel güvenlik tehdidine dönüşebileceğine dair inanç doğrultusunda; bu noktadaki sert tutumun, sürdürüleceğini öngörmek mümkündür.
Henüz yorum yapılmamış.