Güncel
Anlatmanın binbir yolu
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
“Bana bir ÅŸeyi, sadece bir tek ÅŸeyi, daha önce hiç anlatılmamış bir ÅŸekilde anlatabilir misin?” diye sordu kadın. “Yapamam!” dedi adam, “Bunun için bir ÅŸeyi herkesin düÅŸündüÄŸünden farklı bir ÅŸekilde düÅŸünebilmem lazım!”
Anlatmanın binbir yolu var diyoruz... Bu devirde hâlâ anlatmanın binbir yolu var mı? Herhangi birimizin böyle bir arayışı anlamlı kılacak çapta, derinlikte, kıratta, incelikte bir meselesi, derdi, meramı var mı? Hiç tereddüt etmeden yok demek, öylece kestirip atmak ne kadar doÄŸrudur, tartışılır bu. Belki de o ağırlıkta meramı olan birileri var bir yerlerde ve onlar büyük bir titizlikle o ağırlığı taşıyacak kelimeleri arıyor kelimeler sandığının diplerinde. Belki var gerçekten böyleleri ama Allah aÅŸkına, neredeler? Neden her yeri saran ÅŸu anlatma ezberlerinin, ÅŸu çene kolaycılığının, ÅŸu sığ lafazanlığın bir yerlerinde ufacık da olsa bir gedik açamıyorlar? Ä°nsan, anlayabildiÄŸi kadar anlatabilir deÄŸil mi her ÅŸeyi? Biz eÄŸer anlatabildiÄŸimiz kadar anlıyorsak insanı, hayatı, olan biten her ÅŸeyi; vay halimize! Sığ, kupkuru, kaskatı, yaÅŸadıklarımızın içindeki inceliklerin hiç farkında olmayan insanlarız demek ki! Öyle mi gerçekten? Öyleyse eÄŸer, bu koca yalanı yaÅŸamak için bunca heves neden? Her ÅŸeyin aslını ıskalıyoruz madem, bunca ÅŸeyi, bunca ihtirasla yakalama çabası neden?
James Joyce’un bir anlatımlar gösterisine dönüÅŸtürdüÄŸü kitabı ‘Ulysses’ten açık uçlu kelimeler: “Ben de onun gibiydim, aynı düÅŸük omuzlar, aynı oturup kalkmayı bilemeyen haller. ÇocukluÄŸum, iki büklüm, yanı başımda duruyor. Ona bir kerecik, hafifçe dokunamayacağım kadar uzakta. Benim çocukluÄŸum gözlerimiz kadar uzak, onun çocukluÄŸu gözlerimiz kadar gizli. Sessiz sırlar, kalplerimizin içindeki karanlık saraylarda taÅŸ gibi kurulmuÅŸ oturuyor; hükümranlıklarından bıkmış sırlar; tahttan indirilmek isteyen tiranlar”
Vaktimizi bize kalıcı hiçbir ÅŸey bırakmayan ne çok lüzumsuz ÅŸeyle zayi edip gidiyoruz. Ne çok faydasız oyun oynuyoruz dünyanın oyuncaklarıyla. Bazen dursak, küçük molalar versek, oynayacak daha yarayışlı oyunlar arasak kendimize. Kelimelerle oynasak mesela. Elimize alsak onları, evirip çevirsek biraz, eÅŸyaların üstüne koyup yakışıp yakışmadıklarına baksak, hayata ne kattıklarını merak etsek, insanlar için ne ifade ettiklerini bulmaya çalışsak, içimizde yol bulup nerelere kadar gittiklerini gözlesek, susup onları dinlesek biraz, kulak kesilsek söylediklerine. Büyütecektir bu oyun bizi, ÅŸüpheniz olmasın, geniÅŸletecek ve zenginleÅŸtirecektir. Ve zamanla inceltecektir de. Çünkü kelimelerle oynamak anlamlara bakmaktır, anlamları aramaktır. Kelimelerin her biri, geniÅŸ anlam ülkesine açılan bir kapıdır çünkü.
Bir ‘ÅŸey’i, yalnızlığı kendi kelimeleriyle ÅŸöyle anlatıyor William Butler Yeats, ‘Ä°rlanda Masalları’ kitabında: “Åžarabı bitmiÅŸ bir ÅŸiÅŸe olmak gibi yalnızlık. Müzik olmadan dans etmek ya da tek bacağı olan bir makas, hatta kancasız bir olta... Bir ÅŸekilde tamam olmayan her ÅŸeye benziyor yalnızlık...”
Anlatmanın en etkili yollarından biri de işe kelimeleri karıştırmamaktır, malum. Bazı şeyleri en iyi anlatacak olan şey dilin kelimeleri değil, suskunluğun kelimeleridir. Biz galiba her ikisinin de yoksulu, yoksunuyuz.
Gönlünden geçenleri dünyanın gürültüsüne karışmasınlar diye içinden hiç çıkarmayan insanlar da var.
“Ya bir söyle bin anlat “ dedi meczup, “ya geç lisandan, hiç söylemeden anlat!”
Henüz yorum yapılmamış.