Gökhan Özcan / Bitmeyen şeyler nerede başlar?
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
“Bizim gerçekliÄŸimiz yaÅŸadıklarımızın uzandığı son yerde bitiyor” dedi yanındakine, “böyle basit bir bitiÅŸ noktası olan ÅŸeye tam olarak gerçek denebilir mi?”
Hayatın içinde sonsuz sayıda görmeye, bilmeye, yaÅŸamaya deÄŸer ayrıntı var ve bizler bir ÅŸekilde, farkında olarak ya da olmayarak o zenginliklerin kıyısında bulunuyoruz. Farkındaysak; o sonsuz sayıdaki ayrıntıdan hayatımıza bir ÅŸeyler katılıyor, onlardan olduÄŸumuzdan daha fazlası olabilmek için paha biçilemeyecek fırsatlar ve imkanlar kazanıyoruz. Farkında deÄŸilsek; kazanabileceklerimizden mahrum kalıyor, ne büyüklüklere eriÅŸebileceÄŸini bilemediÄŸimiz kayıplara uÄŸruyoruz. Her iki durumda da yaÅŸarken bilincine eremediÄŸimiz, ayırtına varamadığımız ÅŸeyler bunlar... Biz kendimizi, insanla ilgili sonsuz ihtimal içindeki tek olası hikayenin içinde görüyoruz. Oysa hayatımız, kazanılmış ve kaybedilmiÅŸlerin bir ortalaması olduÄŸu kadar, kazanılamamışların ve kaybedilmiÅŸlerin yoksunluÄŸu üzerinden de ÅŸekilleniyor.
“...hiçbir devirde bir uzmanın tecrübesiyle bir acemininki arasındaki fark bu çaÄŸdaki kadar büyük olmamıştır. Bunu bir masörün veya piyanistin becerilerinden herkes fark edebilir; bugün atları bile özel olarak hazırlamadan yarış parkuruna göndermiyorlar. Ama insan olma meselelerinde hala herkes kendini karar vermeye ehil sanıyor, nitekim eski bir peÅŸin hüküm iddiasına göre insan olarak doÄŸmakta ve ölmekteyizdir” diye yazmış Robert Musil, ‘Niteliksiz Adam’da.
Åžuna inanın; ipini bıraktığımız mavi bir uçan balon, bazen en geliÅŸmiÅŸ uzay araçlarının gidemediÄŸi uzaklıklara kadar gidebilir.
Derin bir tefekkür ve engin bir tevekkülle teslim olmamız gereken ÅŸeylere ölçüsüz bir ihtirasla hakim olmaya çalışıyoruz. Bu hem ne kadar denersek deneyelim baÅŸaramayacağımız bir ÅŸey olduÄŸundan tüketiyor bizi; hem de içinde yüzdüÄŸümüz hakikatin sonsuzluÄŸuna dair çok deÄŸerli sezgilerden mahrum bırakıyor bizi. Tıkanmışlık ve ufuksuzlukla yaÅŸamaya mahkum oluÅŸumuz, kendimizi hakikatin kavrayamayacağımız büyüklüÄŸüne bırakamayışımızdan belki de. Çırpınıp durmasa, su yukarıya doÄŸru kaldırır zaten insanı...
Joseph Roth’un ‘Sonsuz Kaçış’ kitabından birkaç dokunaklı satır: “Bazı ÅŸeylere o kadar yakın oluyorsunuz ki artık sizi ilgilendirmiyor. Mesela sizin, yeleÄŸinizde kaç düÄŸme olduÄŸuyla ilgilenmemeniz gibi. Ormanın derinliklerindeymiÅŸ gibi insan içinde bulunduÄŸu anda yaÅŸar. Ä°nsanlarla karşılaşır ve bir aÄŸacın yapraklarını dökmesi gibi onları kaybeder.”
YaÅŸadıkları yetmiyor hiç kimseye. Hep daha fazlasını istiyor ve arıyor olduÄŸumuza göre bu böyle! Üstünde durup düÅŸünmediÄŸimiz bir ÅŸey var burada; istediÄŸimiz her ÅŸeyi bu dünyadan istiyoruz. Bize haz vadeden ÅŸeylerle ilgili menzilimiz görüp yaÅŸadıklarımızdan ötesine uzanmıyor. Bu dünya fani oysa, buradaki her ÅŸey geçici... BoÅŸuna yalan dünya demiyoruz adına. Bütün isteÄŸimiz, bütün arzumuz, yalan dediÄŸimiz bu dünyadan. Bu dünyada doÄŸan her ÅŸey batmaya ve bitmeye mahkum... Eriyip giden bir buz parçasına tutunmaktan farkı yok hayattan beklediklerimizin. Sürekli eriyor o çürük tutamak ve düÅŸüyoruz. Ä°nsan kendi ruhunda bir ÅŸeyler aramalı tutunmak için; o bir bitiÅŸ noktası olmayan sonsuz hakikatin bir parçası çünkü...
“Takıldığın daldan kurtar eteÄŸini” diye not aldı defterine, “ummana varmak istiyorsan kendini akmaya bırak!”
Henüz yorum yapılmamış.