Anadolu'nun savunması denizden başlar
Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak / Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
Türkiye'nin denizlerdeki haklarını takip etmesi, Sevilla haritası gibi oldu-bitti politikalarına karşı koyması, saldırganlık ve baÅŸka ülkelerin haklarını ihlal etmek deÄŸil, bölge dışı güçlerin Türkleri denizlerden çıkarıp Anadolu kıtasına itme projelerini akamete uÄŸratmaktır. Bugün Mavi Vatan kavramını saldırgan politika kavramı diye yorumlamak Türkiye'nin çevresindeki denizlere sadece karadan bakmasını savunmak demektir. Bu tutum Türkiye'nin denizlerdeki hukukunun korunması bakımından 1960 darbesini yapanların Kıbrıs davasına verdiÄŸi zarardan daha büyüktür.
Birçok ülkede olduÄŸu gibi Türkiye'de de deniz tarihi sadece denizcilerin tarihi olarak algılanır. Denizler ve okyanuslarda cereyan eden olayların politika ve savaÅŸ baÄŸlamındaki etkileri gözden kaçırılan siyasi tarih konularının başında gelir. Osmanlı dünyanın en kuvvetli kara ordusuna sahipken denizlerde de zirve noktada olduÄŸunu Barbaros'un Preveze zaferiyle göstermiÅŸtir. Ancak, yakın zamanlara kadar Türkler mavi vatan sularına nedense ilgisiz kalmış ya da ilgi göstermesi engellenmiÅŸtir. Türklerin denizlere ilgisiz kalmasını, 1978 yılında Belleten dergisinde yazdığı akademik makalede Emekli Amiral Afif BüyüktuÄŸrul ilginç bir nedenle açıklar: "Harp Akademilerinde de benim öÄŸretmen olduÄŸum tarihe kadar (1962) bu adaların Anadolu savunması üzerindeki etkileri öÄŸretilirdi de, memleketimizin hayat yolu olan Ege deniz yolları üzerindeki etkileri hep karanlıklarda bırakılırdı. Bunun nedeni ise, bu yüksek müessesedeki ders program ve müfredatının yabancı uzmanların tavsiyeleriyle yapılmış olmasaydı. Yabancı uzmanlar ise, yüzlerce yıl öncesinden beri kültürden yana bizleri uyandırmamayı kendilerine gelenek olarak almışlardı. (Belleten 1978)"
Siyasi akılla kazanıldı
Teknoloji yanında Barbaros'un olaÄŸanüstü amirallik kabiliyeti ve Türk denizcilerinin disiplini Osmanlılara Akdeniz'deki en büyük zaferi, Preveze zaferini kazandırmıştır. Gemi sayısı, asker ve kürekçi dahil denizci personel sayısı ve gemilere konulan topların sayısı bakımından Osmanlı deniz kuvvetinin neredeyse beÅŸ katı büyüklüÄŸünki Haçlı Donanması'nın ağır bir yenilgi almasının arkasındaki nedenler deÄŸerlendirilirken bazen vahim hatalar yapılmaktadır. Türk toplarının sayı bakımından az ama teknik kapasite bakımından yüksek ateÅŸ hızı ile Türk topçularının isabet yüzdesinin yüksek olması savaşın kaderini tayin eden unsurlardandır.
Nejat Tarakçı'nın da belirttiÄŸi gibi, Osmanlı gemilerinin çoÄŸu küreklerle donatılmış olduÄŸundan hareket kabiliyeti sadece rüzgara baÄŸlı deÄŸildi. Halbuki Andrea Dorya komutasındaki gemiler yelkenli olduklarından rüzgara bağımlı idiler. Osmanlı gemilerinin rüzgar ve kürek gücünü kapsayan hareket avantajına sahip olması zafer kazanılmasındaki bir baÅŸka teknik özellik olarak görülmüÅŸtür. Osmanlı gemilerinin bu avantajlarına raÄŸmen, kürek donanımı sebebiyle bordalarına top yerleÅŸtirilemiyordu. Gemilerin sadece baÅŸ tarafına top konulması, sayısal bakımdan top sayısını azaltıyordu. Buna raÄŸmen Barbaros'un donanması büyük bir zafer kazandı. Adrea Dorya'nın baÅŸarısı yüzer kale denilen büyük kalyonlarının kaçarken gösterdiÄŸi yetenekti. Barbaros'un zaferi, Akdeniz'deki Türklerin varlığını güçlendirmiÅŸ ve zirveye çıkarmıştır. Daha önce elde ettiÄŸi zaferler ile Kuzey Afrika'da, Batı ve Orta Akdeniz'de gösterdiÄŸi Türk deniz gücünü Ä°talya'nın karşı kıyılarında Mora Yarımadası'nın Batı kıyılarında tekrarlamıştır. Akdeniz'de kazanılan Preveze zaferi, Kanuni Sultan Süleyman'ın 1526'da Mohaç'ta kazandığı zafer kadar mühimdir.
Egemenlik hakları
Bugün tartışılan konu ise Mora Yarımadası'nın doÄŸu kıyılarından Anadolu kıyılarına kadar uzanan Ege Denizi ve Türkiye'nin güneyinden Mısır'a kadar uzanan Akdeniz sularına iliÅŸkindir. 1982 deniz hukuku sözleÅŸmesine göre Türkiye'nin Ege Akdeniz ve Karadeniz'de Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) kıta sahanlığı meseleleri ortaya çıktı. Ege ve Akdeniz'de kıta sahanlığı ile MEB meseleleri Türk tarafının iyi niyetine raÄŸmen çözüme kavuÅŸturulamamıştır.
DoÄŸu Akdeniz'de en fazla kıyı uzunluÄŸuna sahip iki ülke Türkiye ve Mısır'dır. Söz konusu sözleÅŸmenin 31. Maddesine göre karşılıklı kıyıdaÅŸ ülkeler ortak ilkeye göre MEB alanı belirler. En uzun kıyıya sahip olanın hakları da o uzunluÄŸa göre fazla olacaktır. Yunanistan'ın tezi ise uluslararası deniz hukukuna aykırı biçimde yapılan yorumlarına dayanır. Yunanistan'a göre adalar da ana kara gibi denizde deÄŸerlendirmeye tabidir. Oysa ana karası olan bir devlet adalar devleti olarak adlandırılamaz. Yunanistan sadece adalardan oluÅŸan bir devlet olsaydı iddiaları anlaşılabilirdi. Nitekim Fransa ve Ä°ngiltere arasındaki benzer sorun dava konusu olmuÅŸtur. Paris hükümeti, Ä°ngiltere ile ManÅŸ Denizi'nde Fransa kıyılarına yakın Ä°ngiltere'nin adalarına iliÅŸkin kıta sahanlığı sınırlandırması sorununda Türkiye'nin savunduÄŸu tezleri savunmuÅŸtur. Oysa, DoÄŸu Akdeniz'de kıyısı olmadığı halde buradaki anlaÅŸmazlıklara burnunu sokan Fransa, Yunanistan'ı desteklemektedir.
Yunanistan Avrupalı güçlerden aldığı destekle 1821'de baÅŸlattığı bağımsızlık sürecinden itibaren Türkiye aleyhinde toprak kazanımı elde etme siyasetine hiçbir zaman son vermedi. 19 Mayıs 1919'da baÅŸlayan ve 9 Eylül 1919'da Yunan askerlerinin denize dökülmesiyle sona eren KurtuluÅŸ Savaşı ile kazanılan vatan toprakları içinde mavi vatan suları da vardır. Yunan askerleri Anadolu topraklarından kaçtıkları gibi mavi vatan sularından da kaçtılar. Kara sınırlarındaki egemenlik hakları gibi deniz sularında da egemenlik hakları bulunmaktadır. Deniz sularındaki ulusal çıkarları savunmak aynı zamanda hava sahasındaki egemenlik alanlarını da belirler. Denizlerdeki haklardan vazgeçmek ülkenin hava savunmasını da tehlikeye atmak demektir. 9 Eylül'de düÅŸmanın denize döküldüÄŸü Zafer bayramını kutladıktan bir hafta sonra, denizlerde tarihten ve uluslararası hukuktan kaynaklanan hakları savunmak milli menfaatlerin takipçisi olmak saldırgan kavramlarla dış politika yürütmek deÄŸil, Kıbrıs davası çerçevesinde 1950'lerden itibaren sürdürülen politikanın devamıdır. Atatürk'ün "hedefiniz Akdeniz'dir, ileri" diyerek hedef olarak gösterdiÄŸi Akdeniz ve Ege'deki ulusal haklar ve çıkarlardan taviz vermemektir. Bu tartışmalar yaÅŸanırken Ä°stanbul Belediye BaÅŸkanı'nın Atina'yı ziyaret etmesi, Türkiye'nin milli çıkarlarına katkı saÄŸlayan bir tutum mudur? Yoksa CumhurbaÅŸkanı adaylığına dış destek arayışı mıdır?
Yunanistan'a bağımsız olduÄŸu tarihten itibaren verilen tavizler Lozan'da son bulmuÅŸtur. Batı'da aydınlanma çağından itibaren Türkiye'nin aleyhinde kullanılan Philhellenizm yani Yunanseverlik yaklaşımı Anadolu topraklarında geçer akçe deÄŸildir. Uluslararası hukuku ayaklar altına almak yanında Türkiye'nin bağımsızlık savaşı vererek kazandığı haklarından taviz vermesi beklenemez. Fransa, ManÅŸ denizinde kendi kıyılarına yakın Ä°ngiliz adalarına karşı takındığı hukuki ve siyasi pozisyonun aksini DoÄŸu Akdeniz'de savunarak büyük bir tutarsızlık göstermektedir. Türkiye'nin bazı diplomatları ve politikacıları da bu tutarsızlıklara çanak tutan açıklamalar yaparak ulusal menfaatlere zarar vermektedirler.
Kimler, neden rahatsız?
Mavi vatan kavramından kim neden rahatsız oluyor? Türkiye denizlerde neden baskıya maruz kalıyor? Türkiye'nin doÄŸudaki kara sınırlarını aşındırmak Türkiye'yi bölmek isteyenler PKK'ya nasıl destek veriyorsa, denizlerde uluslararası hukuk hak ve hakkaniyet prensibine göre ilan edilen veya ilan edilmesi gereken deniz yetki alanlarıdır. Cihat Yaycı PaÅŸa'nın açıklığa kavuÅŸturduÄŸu ÅŸekilde, bir devletin denizlerdeki hukuku dört maddeyi kapsar:
1. Ä°ç sular 2. Kara suları, 3.kıta sahanlığı 4. Münhasır Ekonomik Bölge (MEB)
Bu maddelere dayanarak bir devletin deniz hukukunu açıklamak gerekirse ÅŸunları ifade edebiliriz:
1. Ä°ç sulardaki hukuki egemenlik tamdır ve devletin egemenliÄŸi karadaki yetki alanıyla aynıdır. 2. Kara sularında ise Deniz yetki alanında denizlerin serbest kullanımı hakkı çerçevesinde kara sularından geçiÅŸe izin verir. Ama kara sularında devletin yargı yetkisi de tamdır. Kıta sahanlığı ve MEB devletin yetkisi iç sular ve kara sularından biraz farklıdır. Kıta sahanlığı ve MEB bölgelerinde bir devletin hukuku canlı ve cansız kaynakların araÅŸtırılması, tespiti, çıkarılması, nakledilmesi, kullanılması ve satılmasını kapsar. Bu yetki alanında baÅŸka bir devlet araÅŸtırma yapamaz, kaynak arayamaz, buradaki kaynaklardan dolayı herhangi bir hak iddia edemez. Deniz yetki alanını sadece iç sular ve kara suları olarak kabul etmek, anlaşılır bir durum deÄŸildir. Bu bilgisizlik deÄŸilse sömürgeci güçlere yandaÅŸlık yapmak ve Yunanseverci tutumun peÅŸine takılmaktır. Türkiye'nin kıta sahanlığı ve MEB'deki haklarını çiÄŸnemeye yeltenen Yunanistan ve Fransa gibi ülkelerin tezlerine destek vermek demektir. Türkiye'nin hak arayışını yayılmacılık olarak görenler Yunanistan ve Kıbrıs Rumlarının haksız iddialarını meÅŸrulaÅŸtıran haince bir tutum takınıyorlar demektir. Bu konu siyaset dışı ve milli bir konudur. Mavi vatana duyarlılık Kıbrıs Davası ile yeniden önem kazanan bir süreçtir. 1955 yılında Kıbrıs Türklerinin haklarını uluslararası zeminde baÅŸarıyla dile getirmesiyle lehte baÅŸlayan süreci 6-7 Eylül olayları zehirlemiÅŸtir. Ancak bundan daha kötüsü düzmece iddialarla kurulan Yassıada Mahkemesi'nde olayları tertiplemekle suçlanan Menderes ve arkadaÅŸlarının üzerine haksız yere atılan suçlamalar olmuÅŸtur. Ä°dama gerekçe yaratmaya çalışan suçlamalar Kıbrıs davasına en büyük zararı vermiÅŸtir. Peyami Safa'nın o zaman beyan ettiÄŸi gibi 6-7 Eylül olayları dış güçlerin özellikle Philhellenist tutum sahibi devletlerin tertiplediÄŸi iÅŸlerdendir ve Türkiye'nin siyasi yönetimine ciro edilen suçlamalardır. Yassıada'daki darbecilerin bu suçlamalara teÅŸne olması ise uluslararası alanda Kıbrıs davasının o günlerde yön deÄŸiÅŸtirmesine neden olmuÅŸtu.
Muhalefetin amacı ne?
Bugün mavi vatan kavramını saldırgan politika kavramı diye yorumlamak Türkiye'nin çevresindeki denizlere sadece karadan bakmasını savunmak demektir. Bu tutum Türkiye'nin denizlerdeki hukukunun korunması bakımından 1960 darbesini yapanların Kıbrıs davasına verdiÄŸi zarardan daha büyüktür. 28 Eylül 1538'deki Preveze deniz zaferinin yıldönümünde denizler konusunda Türk milletini aydınlatmak gereÄŸi bir kez daha görüldü. Ama ondan önce, milleti temsil iddiasındaki politikacıların milletin haklarını hakkıyla savunmak ve milli tutum takınmak için mavi sular yani denizlerin tarihini ve önemini kavramaları elzemdir. Acaba muhalefetteki bazı politikacılar AB ve ABD'ye ÅŸirin gözükmek hatta onların desteÄŸini almak için mi çaba harcıyor? Ä°ktidara geldiklerinde baÅŸta denizlerde olmak üzere tüm kriz alanlarında size sorun çıkarmayacağız mesajı mı veriyor? Ä°ster istemez bu sorular akla geliyor. Ama bu aykırı sesler dışarıda taraftar bulsa da Türkiye'de gözden düÅŸecek ve gönlünden uzaklaÅŸacaktır.
Türk milleti kendi iradesine saygı göstermeyenleri tarihin karanlık sayfalarına göndereceÄŸi gibi Barbaros'tan ilham alarak hem teknolojik alanda hem de iç ve dış siyaset alanında denizlerdeki hak ve menfaatlerini korumaktan geri kalmayacaktır. Mavi vatan kavramı ile Türkiye'de deniz hukuku ve deniz tarihine iliÅŸkin bilinç düzeyi her geçen gün artmaktadır. Bu baÄŸlamda, Amiral Afif BüyüktuÄŸrul'un 1978'de dile getirdiÄŸi ama hala geçerli olan eksikliklerin üstesinden gelmek için sosyal bilimler alanında üniversitelerde bu yönde yeni derslerin konması ve yeni araÅŸtırmaların yapılması konunun takibi ve bilinçlenme açısından önem kazanmaktadır.
Türkiye'nin Libya'dan baÅŸlayarak DoÄŸu Akdeniz'de olup bitene kayıtsız kalması söz konusu yapılamaz. Ä°çeriden ve dışarıdan dile getirilen pasif kalma noktasındaki tavsiye ve yorumlar, Türkiye'nin denizlerdeki hukukuna aykırı müdahalelerdir. Hele hele Türkiye'yi mavi vatan kavramını öne sürerek saldırganlık ile suçlamak kabul edilemez. Türkiye'nin DoÄŸu Akdeniz yaklaşımı, hakkaniyet ve adalet ilkesine dayanmaktadır. Türkiye, DoÄŸu Akdeniz'de sınırları olan devletlerin egemenlik haklarına saygılıdır. Buradaki doÄŸal kaynakların paylaşımını da ortaklaÅŸa yapmak istemektedir. Türkiye'nin âdil yaklaşımı hem bölgedeki kıyıdaÅŸ ülkeler hem de bölge halkları için en akılcı yoldur. Nitekim Mısır, Ä°srail, Lübnan ve Filistin Türkiye'nin âdil ve akılcı teklifleri sebebiyle daha fazla kazanç elde edeceklerdir. Türkiye 1792 km uzunluÄŸundaki Akdeniz sınırları ile bölgedeki en uzun kıyı sınırlarına sahip ülkedir. Buna raÄŸmen Batılı güçler Türkiye'nin hukukunu göz ardı etmekten kaçınmıyorlar. Türkiye'nin denizlerdeki haklarını takip etmesi, Sevilla haritası gibi oldu-bitti politikalarına karşı koyması, saldırganlık ve baÅŸka ülkelerin haklarını ihlal etmek deÄŸil, bölge dışı güçlerin Türkleri denizlerden çıkarıp Anadolu kıtasına itme projelerini akamete uÄŸratmaktır.
@suleymankzltprk
kaynak: açıkgörüÅŸ
Henüz yorum yapılmamış.