Sosyal Medya

Gökhan Özcan / Büyük katılaşma

Gökhan Özcan / Yeni Şafak



Hiç kimsenin kendisini anlamadığını düÅŸünen insanlar hiç kimseyi anlamak için bir çaba göstermiyor. Hiç kimsenin kendisine iyi davranmadığına inanan insanlar hiç kimseye iyi davranmıyor. Hayattan, elde edilmesi imkansız büyüklükte ve çoklukta ÅŸeyler bekliyor, olmayınca bunun acısını baÅŸkalarından çıkarmaya çalışıyoruz. Birbirimizi çekmiyor, birbirimize tutunmaya çalışmıyor, yapayalnız kalmak pahasına birbirimizi kendimizden uzaÄŸa itiyoruz. Birbirimize karşı kıyıcıyız, hiç olmadığımız kadar yıkıcıyız, günden güne incelikten, zarafetten, nezaketten uzaklaşıp katılaşıyoruz. Katılıklarla ilerleyen böyle bir dünya herkes için cehennem! Çünkü hiç kimse sertliÄŸinden vazgeçerek bir baÅŸkasının cenneti olmaya çalışmıyor.
 
“Bu sözde uygar dünyada, görünüÅŸte uygar davranan insanlar arasında, gerçekte sürekli bir savaşın egemenliÄŸinden kuÅŸku mu duyuyorsunuz? Ä°nsanların birbirlerini ağır ağır öldürmekte olduklarına inanmıyor musunuz? Kimi zaman herkes açık ve seçik görebiliyor bu gerçeÄŸi; ama uzun zaman parçaları boyunca insanlar yine de belli bir dinginlik içinde yaÅŸayıp gidiyor, küçük yaralarıyla, yaralanmalarıyla birlikte. Ve aslında yaÅŸanabiliyor bunlarla...” diye yazmış ‘Malina’ kitabında Ingeborg Bachman.
 
Alemi bütüncül hakikatinden koparıp parçalara ayırarak anlamaya çalışanlar, zaman içinde parçaların birbiriyle bağını anlamaz hale geliyor. Her insana tek başına bir gerçeklik bağışlayarak ‘parça’lığı kutsadıklarını sananlar, insanları uzay boÅŸluÄŸundaki gezegenler gibi birbirinden uzakta yapayalnız yaÅŸamaya ve kendi yörüngesi içinde dönmeye mahkum ediyor. Bu herkesin inandırıldığı bir yalan, ezber haline getirilen dramatik bir yanılsama... Uzay bir boÅŸluk deÄŸil aslında, gezegenlerin birbirine uzaklığı bizim varlığa küçük fotoÄŸraflardan bakıyor olmamızın aldatıcı bir neticesi... Gezegenler, büyük fotoÄŸrafta aynı kusursuz hakikatin ahenkli, bütünleÅŸik, birbirini tamamlayan parçaları olarak dönüyor. Bu hayatın içindeki insanlar için de böyle... Bizim birbirimizi anlamaya, tanımaya, birbirimizi sevmeye yanaÅŸmıyor oluÅŸumuz, hikayelerimizin aynı hayat hakikatinin iç içe geçmiÅŸ parçaları olduÄŸumuz gerçeÄŸini deÄŸiÅŸtirmiyor. Bu hakikate gözlerimizi yumuyor oluÅŸumuz bizi katılığa mahkum ediyor ve canımızı yakıyor sadece.
 
“Neden herkes birbirinin canını yakmaya bu kadar meraklı?” diye bir soru sordu kendine ve “Çünkü onları bir baÅŸkası olarak görüyor” diye cevapladı kendince bu sorusunu.
 
BaÅŸkası diye bir ÅŸey gerçekte var mıdır? Hepimiz aynı ilahi emirle ‘var’ olduk. Aynı hakikatin aslında parçalı olmayan ‘var’lığında kendine lütfedilmiÅŸ rengi taşıyan birer parçayız. ‘Parça’ tabiri, Allah-u âlem, yaratılmışlığımızın sınırlılığı sebebiyle bütünü olduÄŸu gibi kavrayamayacağımız için misalen konmuÅŸtur zihinlerimize. Yoksa hakikat parçalılıktan münezzehtir ve parça diye bir ÅŸeyin olmayacağı kesinlikte yekparedir. Åžimdi izaha yarayacak bir ÅŸeyi esas alıp üstüne bir hayat giydirmeye çalışıyoruz. Parçaları sınırlı kavrayışlarımızda bütünden koparıyor, kendi içine kapatıyoruz. Bu körleÅŸmedir, bizi hakikate yöneltecek idrakten ve teslimiyetten kopuÅŸtur. Bu bizi özümüzdeki incelikten, letafetten, nezaketten koparan katılaÅŸmanın temeli olan ÅŸeydir.
 
“Kim kendi benliÄŸinden geçer, ‘ben’siz olursa, bütün benlikler ‘o’ olur. Sırf kendisine dost olmadığı için de herkesin dostu olur. Ayna ÅŸekilsiz hale gelince deÄŸerlenir, çünkü bütün ÅŸekilleri gösterici hale gelir” buyuruyor Hazreti Mevlânâ, Mesnevî-i Mânevî’sinde.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.