Sosyal Medya

Sıçrayıp uyanabilsek...

Gökhan Özcan / Yeni Şafak



Sabahın puslu saatlerinde sıcak yataklarından kopup seÄŸirmeye baÅŸlamış ÅŸehrin sokaklarını, caddelerini dolduran sessiz kalabalıklar gittikçe kendi hikayelerinin içine gömülüyor. Onların hayatları dikkatlerden uzakta, herhangi bir gündem maddesinde bir ÅŸey yok onlara dair, konuÅŸulmuyor onlar hakkında pek tartışma programlarında. Onlar da ilgili deÄŸil artık çoÄŸunlukla nereden gelip nereye gittikleriyle. Bir rutinleri var, ona tutunuyor, ÅŸehrin seÄŸirmesine eÅŸ bir seÄŸirmeyle bırakıyorlar kendilerini akıntıya. Kendi kendine olan bir ÅŸey bu. Bir yerden baÅŸlamıyor ve bir yerde bitmiyor sanki, öyle ÅŸuursuzca akılıp gidiliyor. Silik hayatlar bu hayatlar, pırıltısı yok, cazibesi yok, trendleri yok, kayda deÄŸer bulunacak bir baÅŸkalıkları yok. Koca bir çoÄŸunluk akıyor her sabah, her akÅŸam ÅŸehirlerin daÄŸdaÄŸası arasında oradan oraya. Romanları yok, ÅŸiirleri yok, anlatmaya deÄŸecek bir özgünlükleri yok. Kalabalığın içindeler, kalabalığın içinde durmaksızın akıp duran bir ıssızlıkta.
 
“Bugün günlerden ne?” diye sordu biri. “Bu neyi deÄŸiÅŸtirecek?” diye karşılık verdi bu soruya yanındaki.
 
Kalabalığın içinden bir çift göz, bir an gelip benim bakışlarımla buluÅŸuyor. Ä°ÅŸte o an, iki birbirinden habersiz hikayenin birbirine dokunduÄŸu yer...
 
“Bir plak gibi dönüyor gökte mavilik/ Sesi aÅŸağıda, çok aÅŸağıda/ Üstünde bir duvarın. Duvarsa/ Dondurma yiyen bir çocuÄŸun eli sanki/ TaÅŸmış akıyor/ Öpüyor toprağı kanatan nar çiçeklerini/ Öpülüyorum bembeyaz çimlerinde yalnızlığımın/ Sonsuzluk yarın” diyor ‘Bir Plak Gibi Dönüyor Gökte Mavilik’ ÅŸiirinde Edip Cansever.
 
Ä°ki adam bir çay bahçesindeki iki ayrı masada belki bir saate yakın bir zaman sırt sırta oturdular. Aralarında bir karış mesafe ya vardı ya yoktu. BaÅŸka yerlere baktılar, baÅŸka ÅŸeyler düÅŸündüler, içlerinden baÅŸka ÅŸeyler geçirdiler. Önce biri kalkıp gitti, bir on dakika sonra da diÄŸeri... O bir saate yakın zaman boyunca aralarında en fazla bir karışlık bir mesafe vardı ama yine de iki ayrı kıtada yaşıyormuÅŸçasına uzaktılar birbirlerine. Mesafe dediÄŸimiz ÅŸey, cetvelle, mezurayla ölçebileceÄŸimiz bir ÅŸey deÄŸil her zaman.
 
“BaÅŸka vakit yepyeni olaylar bile bizi monoton ve zavallı ruh halinden silkinip uyandıramaz; bir balo salonunda kayıtsız, vurdumduymaz, bütün etkilere kapalı oturabilirsiniz. Çünkü sevincin de, kederin de kaynağı insanın kendi içidir” diye yazmış Knut Hamsun, ‘Pan’ isimli kitabında.
 
Ä°çinde kendine ait bir dünya yoksa, dışında da olmayacak, hayat böyle!
 
Kendi yolumuzu aramıyoruz, herkesin gittiÄŸi yollara kapılıp gidiyoruz. Kendi sözümüzü aramıyoruz, herkesin konuÅŸtuÄŸu dilden konuÅŸuyoruz. Kendi anlamımızı bulmaya çalışmıyoruz, standart tariflerden birini giyiniyoruz her sabah üstümüze. YaÅŸarken üstümüze atılan ölü toprağını silkinip üstümüzden atamıyoruz. Nefes alıp verir gibi deÄŸil, seÄŸirir gibi yaşıyoruz. Kendimize deÄŸil hep kimliksiz gölgelerimize bakıyoruz. Belli bir ÅŸey deÄŸiliz, kendini oradan oraya taşıyan bir karaltıyız sadece. Bakıyor, hiç kimsenin içini göremiyoruz. Ve bakan hiç kimse göremiyor içimizi.
 
“KeÅŸke derin bir uykudan uyandığımız gibi” dedi beyaz saçlı adam, “sıçrayıp ÅŸu ağır hayatsızlıktan da uyanabilsek!

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.