Güncel
İslam, devlet, düzen
Hayrettin Karaman / Yeni Åžafak
Soru
Taliban’ın Ä°slâmî devlet kararını açıklaması üzerine durumdan vazife çıkaran bazı kimseler Ä°slâm’ın laiklikle baÄŸdaÅŸtığını, bazıları Ä°slâm’ın veya dinin devleti olamayacağını, bazıları ÅŸeriatın mutlak manada hukuk demek olduÄŸunu… iddia ediyor yazıp çiziyor ve konuÅŸuyorlar.
Müslümanların devleti, siyaseti, hukuku, ahlakı, hayat tarzı Ä°slâm’dan bağımsız olur mu?
Cevap
Bence asla olmaz. DAÄ°Åž, Taliban, Mursi, GannuÅŸi, bugünkü Mısır Ä°hvanı, Malezya’nın… Ä°slâmî devlet anlayış ve temsilleri farklıdır. Ä°deali daha da farklı olur ama Müslümanların kendilerini bu alanda da temsil eden devletleri olmak durumundadır.
Teori ve inanç baÅŸkadır, mevcudu inkâr veya meÅŸrulaÅŸtırmak baÅŸkadır. Ä°slâm’ın inanç olarak da ibadet ve ahlaktan baÅŸkasına karışmadığını, bu alanları serbest bıraktığını kabul etmek vahyin kesin talimatına aykırıdır.
Åžöyle bir modern iddia/görüÅŸ daha var:
“Vahiy kaynağını anlama ve ondan hüküm çıkarma ancak yorumla olur. Yorum beÅŸeridir hatta bireyseldir. O da o kiÅŸinin dini olur, bizatihi din olmaz…”
Benim buna da katılmam mümkün deÄŸildir; çünkü vahyin farklı anlayış ve yorumlara imkân vermeyen kesin ve açık kısımları vardır. Tarih boyunca ümmetin ortak anlayış ve uygulamaları, dini ve medeniyeti ile Müslüman topluluklarını oluÅŸturmuÅŸtur. Ä°çtihatla çıkarılan hüküm de müçtehidin ve ona uyanların itikadına göre müçtehidin icat ettiÄŸi dini deÄŸildir, vahiy kaynaklarından Müslüman aklı ve usul ile çıkarılmış (keÅŸfedilmiÅŸ) hükümdür, bu da Ä°slâm’dır.
“Devlet yoksa din de yoktur, olmaz” gibi bir ifadem de düÅŸüncem de yoktur. Ama devlet olmayıp müminlerin dinleri olunca bu din onları devletlerini var etmeye sevk eder. Bunun için müminler ilk fırsatta devlet ve hükümetlerini kurdular.
Müminler, ÅŸeriatı laÄŸveden bir devlette mecburen yaÅŸarlar ama rahat, mutlu ve yükümsüzlük halinde olamazlar. Ferdî hayatlarında tam’a yakın, toplum hayatında imkân buldukları ölçüde ÅŸeriatı uygulamaya çalışırlar; ayrıca hikmet, itidal, danışma, tedriç kurallarına uyarak imkânı var etmeye çalışırlar, çalışmalıdırlar.
Buraya kadar yazdıklarım bugüne ait cevabımdır. Bundan yirmi küsur yıl önce de (aslında çok daha önce, mesela 1926’da Mısır’da) bu konular tartışılmıştır. Mısır’daki tartışmayı Mukayeseli Ä°slâm Hukuku isimli kitabımın birinci cildinde özetlemiÅŸtim. Bu konu gündeme gelmiÅŸ, benimle yapılan bir röportaja verdiÄŸim cevapta Kur’ân-ı Kerim’de devlet talebinin ve Ä°slâmî devletin temel kavramlarının bulunduÄŸunu açıklamıştım.
O röportaj hayli uzun, burada hem güncellemek, hem de özetlemek gerekecek, yine de köÅŸe yazısı ölçeÄŸine sığmayacağı için bir iki parçaya böleceÄŸim:
Hocam Kur’ân’daki siyasi kavramlardan baÅŸlayalım isterseniz. Kur’ân’ın siyasete bakışı nedir? Kur’ân’ın bütününde siyaset ne kadar yer kaplamaktadır?
Bence Kur’ân-ı Kerim’de siyaseti kavram ve kurum olarak belirleyen ve çerçevesini bize veren anahtar kelime vardır. Bu kelimeleri, tevhid, itaat, hilâfet, bey’at, ÅŸûra, emir bi’l-maruf nehiy ani’l-münker, velâyet, mülk, hüküm, topluma yönelik (bireye bırakılmamış ama yapılması gereken) emirler ve yasaklar olarak sıralayabiliriz. Bu kelime ve kavramların açılımı yapıldığında hemen hemen Ä°slâm’ın siyaset teorisi ortaya çıkarılmış olur.
Tevhid
Allah’ın yaratıcı, ma’bûd, kâinata hâkim (kayyûm), hüküm koyucu ve hükmedici olarak bir, tek, eÅŸsiz, ortaksız, benzersiz olduÄŸu gerçeÄŸidir. DiÄŸer ilkeler bu tevhid ilkesinin açılımı sayılabilir.
Objektif bilgi ile Allah’ın verdiÄŸi sabit olan izin ve selâhiyet bulunmadıkça veya kullar meÅŸru yollardan, sözleÅŸmelerle razı olmadıkça hiçbir kimsenin diÄŸeri üzerinde “hakimlik, sahiplik, üstünlük, yöneticilik” hakkı ve selâhiyeti yoktur. Bütün insanlar aynı unsurdan yaratılmışlardır, kulluk ve itâat yalnız Allah’adır.
Ä°tâat
Allah’a, Hz. Muhammed(s.a.)’e ve ülü’l-emre itaat edilmesi gerektiÄŸine dair emirler Kur’ân’da sıkça geçmektedir. Bu sıralama, aynı zamanda bir hiyerarÅŸik sıralamadır. AÅŸağıdan yukarıya doÄŸru bu hiyerarÅŸiyi açmamız gerekirse: “Mahlûk kim olursa olsun Hâlik’a isyan noktasında ona itaat edilemez.” Ya da Yaratan ile yaratılanın emirleri yan yana geldiÄŸinde, tercih mutlak olarak Yaratan’ın emirleri doÄŸrultusunda yapılmalıdır. Bu noktadan deÄŸerlendirdiÄŸimizde, ülü’l-emre itaatin ÅŸartı, onların emirlerinin Allah’ın emirleriyle mutabık olmasıdır. Resul’e itaat için de aynı ÅŸey geçerlidir. Fakat burada ayrı bir özellik vardır. Resul kavramının zımnında emir ve buyruklarının, tabii olarak Allah’ın emir ve buyruklarıyla mutabık ve muvafık olması zarureti vardır. Bu vasfın zımnen bulunmuÅŸ olması hasebiyle, ayrıca üzerinde durmamıza gerek kalmıyor. Çünkü yeryüzünde Peygamber’in hataya düÅŸmesi ve günah iÅŸlemesi, örnek olacağı için, Allah tarafından engellenir. Åžayet hata ve zelle olsa bu da yine ümmete bir örnek tatbikat olarak intikal etmez. Bu yüzden de Allah tarafından ikaz edilen beÅŸer nev’i, peygamberlerdir. Bu itaat kavramı bize Ä°slâm’ın siyaset teorisinde, siyasetin aÅŸkın referansını veriyor; Ä°slâm’da siyasetin, siyaset mekanizmasında geçen din-devlet, din-toplum, devlet-toplum ve fert-toplum iliÅŸkisi ve devlet kavramı içerisinde yer alan yasama, yargı, denetleme, yürütme gibi bütün iliÅŸki ve fonksiyonların bir ilâhî referansa baÄŸlı olduÄŸunu ve Allah’a itâat mükellefiyeti içerisinde cereyan edeceÄŸini gösteriyor. Ä°tâat kavramı ile ileride açıklanacak hüküm ve mülk kavramları arasında bir içiçelik iliÅŸkisi bulunduÄŸuna da burada iÅŸaret etmek gerekir.
Hilâfet
Bunun da Kur’ân-ı Kerim’de defaatle geçtiÄŸini görüyoruz. Ä°nsan, Cenab-ı Hakk’ın yarattığı yeryüzünün halifesi sıfatına sahiptir. Burada hilafet dendiÄŸi zaman “birinin yerini alma, birinin yerine geçme ve onun namına tasarruf etme selâhiyetine sahip olmayı” anlıyoruz. Dolayısıyla ister Allah’ın halîfesi olalım, ister Allah Teâlâ’nın bize bu sıfatı uygun gördüÄŸünü düÅŸünerek yeryüzünün halifesi olalım durum aynıdır; ikincisinin üstten bağımsız olmadığı ortadadır. Yani, insanın yeryüzündeki tasarrufu, tayine istinat eder ve kayıtlıdır. Hilafetin en üst kamu yöneticisine sonradan unvan olarak verildiÄŸini biliyoruz. Ama Kur’ân terminolojisine göre her insanda, bilkuvve özellikle de her sâlih müminde bilfiil bu vasıf vardır, olmalıdır. Bunun yüklediÄŸi misyon, ilâhî iradeyi yeryüzünde pratiÄŸe aktarma misyonudur. Åžimdi bu sıfatla bir fert, hayatında Allah iradesini tatbik etmekle yükümlüdür. Kamu alanında bu iradeyi tatbik etmek nasıl bir mekanizmayı gerektiriyorsa, onu kurmak da yine fertlerin ve onların oluÅŸturduÄŸu toplumun vazifesidir. Ä°ÅŸte buradan devletin mekanizması, makamları, o makamlara uygun olan insanlar ve vasıfları... ortaya çıkar.
Devam edecek.
Henüz yorum yapılmamış.