Sosyal Medya

Ayna ayna söyle bana: Zaman aynasında kendini seyretmek

Ayna ile ilgili bir başka efsane ise biraz daha geç dönemlere aittir. M.Ö. 212 civarında Romalı General Marcellus, ünlü matematikçi Arşimet’in yaşadığı adaya saldırır...



Karşısındakini bize aksettiren o büyülü levha: ayna… Neler neler görmedi ki insanoÄŸlu senin karşında? YokluÄŸunda bile buldu seni durgun bir suda, izledi kendini ve âlemi sonsuz bir hayranlıkla.

Kendi suretini görme merakındaki insan, tarihin ilk dönemlerinden itibaren durgun suları, cilaladığı volkanik taÅŸları, parlattığı gümüÅŸleri, tunç, bronz ve çelik levhaları ayna olarak kullanmış. Zamanla yeni bir malzemeyi, camı kullanarak arkası sırlı aynalar yapmayı öÄŸrenen insanoÄŸlunun kendini görme merakı ise hiç deÄŸiÅŸmemiÅŸ.

Yaratılmışın ilk aynası, su…

Söz konusu aynaysa, EskiçaÄŸda onu en iyi yansıtan efsane, Narkissos’unkidir: Kendisine âşık olanlara aldırmayan Ekho, Narkissos adlı yakışıklı avcıya kaptırır gönlünü. Ancak Narkissos bu sevgiye karşılık vermez. Buna çok üzülen Ekho ölür ve vücudu ‘eko’ dediÄŸimiz yankılara dönüÅŸür. Bu duruma kızan tanrılar Narkissos’u cezalandırmaya karar verirler. Avlandığı sırada susayan Narkissos bir dereye eÄŸilir. Suda gördüÄŸü kendi yüzünün yansımasına âşık olur. Artık ne su içebilir, ne yemek yiyebilir. Tıpkı Ekho gibi Narkissos da günden güne eriyerek ölür ve vücudu nergis çiçeklerine dönüÅŸür.

Bu efsanedeki su, gören göz için benliÄŸin derinliklerini gösteren bir ayna, bir tefekkür nesnesidir. Dünyanın ve yaratılmışların kendisini algıladığı ilk görüntü olan su, ‘dünyanın kendini seyrettiÄŸi kadim bir aynadır’.

EskiçaÄŸ Anadolu’sunda güçlü bir devlet kuran Hititlerin mitolojisinde ise aynayla ilgili ‘hayatî’ bir hikâye vardır. Istustaia ve Papaia adındaki 2 yeraltı tanrıçası tıpkı eski Yunan mitolojisindeki moiralar gibi insanların kader iplerini ellerinde tutup eÄŸirir. “Biri iÄŸi tutar, diÄŸeri geniÅŸ aynalar tutar. Ve kralın yıllarını örerler. Ve yılların sınırı ve hesabı yoktur” ÅŸeklinde mitoslarda geçen bu tanrıçalar aynanın ta o zamanlarda kazandığı deÄŸeri ve kutsiyeti bizlere anlatır.

Ayna ile ilgili bir baÅŸka efsane ise biraz daha geç dönemlere aittir. M.Ö. 212 civarında Romalı General Marcellus, ünlü matematikçi ArÅŸimet’in yaÅŸadığı adaya saldırır. Roma filosunu geri püskürtmek için uÄŸraÅŸan ArÅŸimet, cam ya da bronz olduÄŸu düÅŸünülen bir aynayla güneÅŸin güçlü ışınlarını gemilere odaklar ve düÅŸman filosunu yakar.

Hüsnüne heyran olan fâniler

Eski Türkçesi gözgü, Arapçası mir’ât, Farsçası âyînedir aynanın… Osmanlı’da ayna, hem gerçek, hem de mecaz manalarında farklı kavramlara sembol olarak kullanılır.

Divan edebiyatında aynanın parlaklık ve aydınlığıyla sevgilinin yüzü, gerdanı ve sinesi arasında benzerlik kurulur. Aynaya sürekli bakmak, kendini beÄŸenmek ve dinsizlikle eÅŸ tutulur.

“Zinhâr eline âyîne vermem o kâfirin / Zira görünce kendini büt-perest olur” diyen Bâkî ile “Neden sık sık bakarsın böyle mir’at-ı mücellâya / MeÄŸer sen dahi kendi hüsnüne heyran mısın kâfir?” diyen Nedim bu düÅŸünceleri paylaÅŸan ÅŸairlerden bazılarıdır.

Åžiirlerinde aynayı bir metafor olarak sıklıkla kullanan ve ayna üzerinden pek çok baÅŸka kavramı sorgulayan Åžeyh Galib ise “Aksini seyreylerim âyînede dîvârdan / Gerçi bu sûretle pinhân eylerim agyârdan” diyerek Platon’un idealar dünyasına gönderme yapmaktadır adeta...

Varlığın aynasıdır yokluk

Günlük hayatta da önemli bir yer tutan ayna, bir erkeÄŸin bir kadına verebileceÄŸi en güzel hediye olarak yer etmiÅŸ Osmanlı’da. Çünkü aynanın manası, “Sana alacak senden daha güzel bir hediye bulamadım!” demekmiÅŸ.

Aslında bu, toplumsal bir geleneÄŸin devamı olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü Mevlânâ da Mesnevi’de aynı ayna temsilini örnek olarak verir okurlarına.

Hz. Yusuf’u ziyarete giderken birinin ona hediye olarak ayna götürdüÄŸü ve “Senin güzelliÄŸine layık bir ÅŸey bulamadım; aynaya bakıp kendi güzelliÄŸini gördükçe beni de hatırlarsın” demeye getirdiÄŸini anlattıktan sonra ÅŸunları söyler: “Varlığın aynası nedir? Yokluk. Varlık yoklukta görülebilir; bir yerde yokluk, noksan var mı? Orası, bütün sanatların, hünerlerin aynasıdır”.

Ayna, sonsuzluÄŸu simgelemesiyle de karşımıza çıkar. “Güzel, bir aynadan kendini seyreden sonsuzluktur” diyen Halil Cibran, felsefedeki ‘sonsuz aynalar paradoksu’nu ve bunun çevresindeki felsefî tartışmayı hatırlatır sanki bizlere.

Birbirini aynalar ‘hüve’

Hiç kimsenin kendi yüzünü doÄŸrudan göremediÄŸi ÅŸu garip dünyada, ‘ben’liÄŸi görebilmenin yegâne yolu, vazgeçilmez aracı aynadır. Benlik bilim diyebileceÄŸimiz tasavvufta önemli bir simgeye dönüÅŸür ayna. Hiçbir ÅŸey söylemeden her ÅŸeyi söyleyebilen, hiçbir ÅŸeyi saklamadan olduÄŸu gibi ortaya dökebilendir çünkü. Birbirini aynalar tasavvufta hüve (o) kelimesi. Hüve hüve, yani O, O’dur ise, insanın yaratıcısıyla ünsiyetini göstermesi, yarattığı Âdemî aynada kendini seyrediÅŸi olarak yorumlanır.

Bir tecellîgâhtır ayna, sevgilinin göründüÄŸü, kendini gösterdiÄŸi yerdir. Görülen ve görülmeyen tüm âlem, o âlemdeki her bir nesne, yaratılmışların küçük büyük her biri, tüm insanlar, insanın gönlü, kalbi Allah’ın mazharıdır; göründüÄŸü yerdir, yani aynasıdır.

“EÄŸer ayine bin olsa, bakan bir / Gören bir, görünen bin bin göründü” demiÅŸ aydınlık yüzlü Yunus. Tasavvufî açıdan böylesine bir aydınlık yüz, kalbin aynasıdır. Yaratıcı’dan aldığı ışığı kalbine ve oradan da tekrar Yaratıcı’ya yansıtan bir gönül aynası…

Müellif: Tolunay SandıkçıoÄŸlu / Kaynak: Derin Tarih Dergisi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.