Önemli Şahsiyetler
Yıkılmaz bir ahlak anıtı: Nurettin Topçu
Nurettin Topçu bir sentezdi. Doğu’yu da Batı’yı da anlayan ve kim olduğunu bilen komplekssiz bir fikirdi. Türkiye’nin ‘kıymetli olanın görülmediği’ bir devresinde yaşadı ne yazık ki. Yaşarken de öldükten sonra da üstü ısrarlı bir şekilde örtüldü.
Pek çok ÅŸey söylenebilir elbette. Bir biyografi yazılabilir mesela hayatı hakkında. Bir kronoloji çıkarılabilir, ‘ÅŸu gün ÅŸu oldu’ diyerek. Kitaplarının listesi, talebelerinin adları, etkisinin büyüklüÄŸü ve daha pek çok ÅŸey… Üzerine konuÅŸulabilir, saatlerce. Sempozyumlar, bildiriler, tebliÄŸler, oturumlar ve pek çok ÅŸey daha… Yapılabilir. Sözü uzatmak isteyenler için diledikleri kadar uzatabilecekleri geniÅŸ bir coÄŸrafya sunuyor ÅŸüphesiz. Sözde takılıp kalanlar için ve sadece sözün büyüsüne kapılacaklar için derin bir kuyuyu açıyor yani. Ama bu deÄŸil. Sadece bu deÄŸil.
Bir Ä°smet Özel dizesiyle selamlamak yerinde olacaktır belki öncelikle: “Yalnız doÄŸurandır doÄŸruyu bulan.” Çünkü karşılık beklemeksizin doÄŸurmanın adıdır o. Karşılık beklemeksizin hizmet etmenin… ÖÄŸretmendi ama bugün her yerde durmaksızın ‘yüz milyon öÄŸretmen atansın’ diye bağırıp duranlar gibi deÄŸil. Fikir adamıydı ama bugün çeviri ya da telif her yerde karşımıza çıkan ve durmadan ‘bilgi’nin kendisini put haline getirenler gibi deÄŸil. Filozoftu ama bugün pek çoklarının saplanıp kaldığı gibi dünyayı yalnız yorumlamak derdinde deÄŸil; asıl deÄŸiÅŸtirmek derdindeydi.
Çünkü dünyayı görmesine ve bilmesine raÄŸmen kendi tarihinin çocuÄŸuydu. Hikâyenin öncesini biliyor, sonrası için de endiÅŸe duyuyordu. ‘Eylemek için bilmek’ gerektiÄŸini iyi bilenlerdendi. 1877’de Erzurum’u iÅŸgal etmek isteyen Rus’a karşı savaÅŸmış bir dedenin torunuydu Topçu. Babası Ahmet Hamdi Efendi ise, tarım ve hayvancılık iÅŸleriyle meÅŸgul bir zat. Ä°stanbul’da yazıhane tutup baÅŸkente taşınınca, o da bu evde gözlerini dünyaya açıyor ilkin. Ä°lk mektep, orta mektep, lise derken eÄŸitim hayatı ikmale kaldığı dersler olsa da baÅŸarıyla geçiyor.
1927’de liseden mezun olduÄŸunda, yakından tanıdığımız pek çok isimle beraber diplomasını alacaktır. Mezunlar arasında Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Kemal YörükoÄŸlu, Abidin Nesimi ve daha pek çok baÅŸka isim… Lisede hocaları da büyük doÄŸumu hazırlayacak isimlerdir doÄŸrusu: Celalettin Ökten, Hasan Ali Yücel, Hilmi Ziya Ülken ve daha pek çok baÅŸka kıymetli hoca. Lise bitince hocalarının da yönlendirmesiyle yurt dışı eÄŸitim sınavlarına girer, kazanır. Yarım kalmış bir hesabı kapatmaya gider gibi anlamaya gider.
1928’de Ä°stanbul’dan gemiye biner, önce Napoli, sonra Marsilya ve en son Bordeaux’ya geçer. Remzi OÄŸuz Arık ve Ziyaeddin Fahri gibi bazı Anadolu DüÅŸüncesi’nin önemli isimleri de oradadır. Onlarla temasa geçer. Avrupa’daki öÄŸrencilik günleri, okul ile kütüphane arasında geçer ‘büyük adamımızın’… Tam da olması gerektiÄŸi gibi… Ä°lk yazı denemelerini burada kaleme almaya baÅŸlar. Maurice Blondel’i de burada tanır ve daha sonra mektuplaşırlar bile. Psikoloji sertifikasını verdikten iki yıl sonra Strazburg’a geçer ve felsefe okur. Meseleyi anlamak için.
Sonra Sorbon’a geçen Topçu, burada doktorasını tamamlar. Daha sonra Türkçeye ‘Ä°syan Ahlakı’ diye çevrilecek olan bu doktora çalışması epey yankı uyandırır. 1934’te Paris’te kitap olarak yayınlanır hatta. Doktora tezi, üniversitedeki en baÅŸarılı tez kabul edilir. Üniversite teamüllerine göre en baÅŸarılı olan tezin sahibi öÄŸrenciye yerine getirilmek üzere talebinin ne olduÄŸu sorulur. Topçu, hiç tereddüt etmeden üniversitede Ä°stiklal Marşı’nın okunmasını ister. Ve isteÄŸi yerine getirilir. Genç adam, baÅŸka hikâyelerin peÅŸine düÅŸmez yani, varlığının farkındadır.
Fransa yıllarında, aile dostu olan Birinci meclisin muhalif vekillerinden Hüseyin Avni UlaÅŸ’ın tavsiyesiyle o yıllarda Avrupa’da bulunan Dr. Adnan Adıvar’la tanışan Topçu, Adnan Adıvar’dan Türkçe dersleri alan tasavvuf tarihçisi ve Hallac-ı Mansur uzmanı Louis Massingnon ile de tanışır ve vahdet-i vücud felsefesine yaklaşır. Hallac-ı Mansur, Yunus Emre ve Mevlana üzerine düÅŸünmeye baÅŸlaması muhtemelen bu yıllara rast gelir. DüÅŸünen adamın düÅŸüncesine, bembeyaz kanatlar eklenir yani.
Doçentlik tezini büyük oranda Türkiye’ye tanıttığı Bergson üzerine yapan Topçu, Fransa’da kalıp çalışmalarına devam etme teklifleri almasına karşın bu tekliflere itibar etmeyip aynı yıl Türkiye’ye geri döner. Yarım kalmış bir hikâyesi ve savaÅŸtan yeni çıkmış yorgun bir ülkesi vardır çünkü. Ardından Galatasaray Lisesi’nde öÄŸretmen olarak göreve baÅŸlar ve sosyoloji dersleri okutur ilkin. Bir süre sonra baba dostu Hüseyin Avni UlaÅŸ’ın kızı ile evlenir. Aynı gün Ä°zmir’e tayini çıkar. Yıl, artık 1935’tir.
Ä°zmir’deyken daha sonra pek çok kiÅŸinin yetiÅŸmesine vesile olacak olan efsane Hareket Dergisi’ni çıkarmaya baÅŸlar. Yıl 1939 olmuÅŸtur. Hareket, tek parti devresinde çıkan ilk muhalif yayınlardan biridir. Felsefe, fikir, edebiyat ve sanat dergisi olarak ortaya çıkar. Bir yazıdan dolayı hakkında soruÅŸturma açılır ve Denizli’ye sürgün edilir. Denizli sürgününden sonra Ä°stanbul’a geri döner. HaydarpaÅŸa ve Vefa liselerinde öÄŸretmenlik yapar.
Paris dönüÅŸünden kısa bir süre sonra çocukluk arkadaşı Sırrı Bey’in rica ve ısrarı üzerine, ‘Abdülaziz Efendi’ diye birisiyle tanışmaya gider. Hikâyenin onun açısından yeniden baÅŸladığı yer burasıdır. ‘Abdülaziz Efendi diye birisi’ deÄŸil, yeni bir dünyanın kapısıdır bu. Devrin büyüklerinden NakÅŸibendi ÅŸeyhi Abdülaziz Efendi’ye intisap ettikten sonra Celal Hoca’dan (Celaleddin Ökten) kelam, Ä°slam felsefesi ve Ä°slam tarihi konularında faydalanır. Daha sonra Ä°mam Hatip Okulları’nın kuruluÅŸunda ders tespiti ve program hazırlanmasında Celal Hoca’ya yardımcı da olur.
Fikri faaliyetlerini, Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler DerneÄŸi, Türkiye Milliyetçiler Cemiyeti ve Milli Türk Talebe BirliÄŸi’nde sürdürür. Ä°lim Yayma Cemiyeti’nin de kuruluÅŸunda katkılarda bulunan Nurettin Topçu, ömrü boyunca içinde yaÅŸadığı cemiyette ‘almadan vermek’ fikrinin müÅŸahhas örnekliÄŸini göstermiÅŸtir. Bu uzun dernek çalışmaları, peyderpey hayal kırıklığına uÄŸramasına yol açar her seferinde. Beraber yola çıktıklarının da bir zamanlar talebeliÄŸini edenlerin de ‘iktidar’ karşısında yalpalamalarına ÅŸahitlik eder. Yalnız bir adamdır yani.
‘Bergson tezi’yle felsefe doçenti unvanı almasına karşın ‘devrin hassas nizamı’na bir ÅŸekilde uyamadığı için üniversite kadrosu verilmez kendisine. EmekliliÄŸine kadar liselerde ders verebilir sadece. Çünkü çaÄŸdaÅŸ ve ilerici Kemalist kadrolar, bu büyük ve farklı kafayı, bu aziz ahlak abidesini önlerinde ceketini iliklemediÄŸi için hiçbir zaman sevmez. Ama hiçbir zaman da küsmez Nurettin Topçu. 1974’te yaÅŸ haddinden emekli olana kadar talebelerinin karşısına aynı şık tavırla çıkar ve dersini anlatır titizlikle.
BaÅŸ davası ahlak olan Türkiye’nin yetiÅŸtirdiÄŸi en önemli filozoflardan, mütefekkirlerden biriydi Nurettin Topçu. Kanatsızlığın anlaşılamaması gibi anlaşılmadı ama. Eseriyle yaÅŸantısı örtüÅŸen çağının büyük mustariplerinden biri olarak, çağının ahlak savaÅŸçılarından biri olarak, çağının kahramanlarından biri olarak yaÅŸadı. Onun için var olmak buydu çünkü. Ama hep olan, yine oldu: EmekliliÄŸinin ertesi yılı hastalandı. Birkaç ay sonra da 10 Temmuz 1975 günü ıstırapla yaÅŸadığı dünyayı, sonsuz gerçek dünya ile deÄŸiÅŸtirdi.
Nurettin Topçu bir sentezdi. DoÄŸu’yu da Batı’yı da anlayan ve kim olduÄŸunu bilen komplekssiz bir fikirdi. Türkiye’nin ‘kıymetli olanın görülmediÄŸi’ bir devresinde yaÅŸadı ne yazık ki. YaÅŸarken de öldükten sonra da üstü ısrarlı bir ÅŸekilde örtüldü. En yakın talebeleri bile yakın zamanlara kadar kayıtsız kaldı emeklerine. Ama ‘iyi olan’ kendini doÄŸurur her seferinde. O da öyle oldu. Åžimdi anlaşılmayı bekleyen bir anıt olarak duruyor kitaplarının içinde.
Her biri ÅŸahsiyeti kadar muhkem, her biri ÅŸahsiyeti kadar derin birbirinden kıymetli pek çok eser yazdı. Hiçbir karşılık beklemeden bütün ömrünü harcadığı Türkiye idealine, ömrünün her günü olduÄŸu gibi ölümünden sonra da hizmet etti ve etmeye de devam ediyor hala. Çalışkan bir kafa, hakikatli bir iman, soylu bir ruh, yüksek bir duruÅŸ nasıl olur herkese göstererek üstelik. Belki son sözü özellikle iki eserinden bahsederek kapatmak gerekir: Türkiye’nin Maarif Davası ve Yarınki Türkiye.
Kaynak: Cins Dergi
Henüz yorum yapılmamış.