Sosyal Medya

Güncel

Kıyafet sadece kıyafet değildir

Başörtüsü serbestiyeti bugün elbette devlete daha demokratik bir nitelik kazandırmaktadır. Seküler, Aydınlanmacı totalitarizme karşı olması gereken zaten budur. Fakat başörtüsü mücadelesi içinde yer almış kesimlerin iktidar gücü, sınıfsal hafızasından ve dinamiklerinden elimine olduğu nispette sahip olunan kazanımlar toplumsallaşamayacak ve iktidar olanaklarıyla sınırlı hale gelecektir. Toplumsal, kültürel vasatın dışına çıktığı nispette insanlar denebilir ki giyim şekilleri üzerinden yüksek sesli olarak konuşmaya başlamış, "ben başkayım", "ben böyle düşünüyorum" demeye ihtiyaç duymuşlardır. Giyim bir anlamda düşünme biçimlerimizi temsil mevkiine taşımıştır.



Ali K. Metin / Açık GörüÅŸ

Sosyal ve kültürel dünya tabiatı gereÄŸi var olan her ÅŸeyi göstergeye dönüÅŸtürme özelliÄŸine sahiptir. Giyinme biçimine verdiÄŸimiz anlamlar da bireyselliÄŸimizden bağımsız olarak içinde yaÅŸadığımız dünyanın sosyo-kültürel kodlarını içerir. Her giyim tarzı ya bir statüyü veya kültürel bir kimliÄŸi temsil eder ya da içerdiÄŸi öznelliklerle (tercihlerle) toplumsal iletiÅŸime kendisini aktif veya pasif bir ÅŸekilde dahil eder. Fakat tercihlerimiz dahi aslında sosyo-kültürel evrenimizin göstergeleriyle bir iletiÅŸim çabası içinde zuhur ettiÄŸinden dolayı mutlak bir 'kendilik'in sonucu sayılamaz. Gerçek anlamıyla giyim tarzımız, bazı halleriyle benliÄŸimizin -bir uzantısı olmaktan da öteye- onun en somut dışavurumlarından biri haline gelir. Toplumsal, kültürel vasatın dışına çıktığı nispette insanlar denebilir ki giyim ÅŸekilleri üzerinden yüksek sesli olarak konuÅŸmaya baÅŸlamış, "ben baÅŸkayım", "ben böyle düÅŸünüyorum" demeye ihtiyaç duymuÅŸlardır. Giyim bir anlamda düÅŸünme biçimlerimizi temsil mevkiine taşımıştır. Bu yüzden baÅŸörtüsüyle ilgili geçmiÅŸ yıllarda çokça iddia edilen "sembol" nitelemesi için elbette anlamsız ve mesnetsiz denemez. Sembol baÄŸlamıyla baÅŸörtüsü, vasatın dahası siyasal meÅŸruiyetin dışına çıkarak kamusal alana yönelik yeni bir bakış açısı getirmesiyle normatif kalıpları dışlamaktadır. Kamusal alan üzerindeki kültürel ve siyasal tahakküme karşı bireysel özgürlüÄŸün geniÅŸletilmesini potansiyel bir talebe dönüÅŸtürür. Fakat bu talebin bireysel özgürlükler meselesini aÅŸan bir boyutunun olduÄŸu da göz ardı edilemez: BaÅŸörtüsü bir tarafıyla inanç özgürlüÄŸünü ilgilendirmekte, hepsinden daha önemlisi sosyo-kültürel kimliÄŸin bir parçası olarak önem taşımaktadır. BaÅŸörtüsü özgürlüÄŸünün her türlü bireysel özgürlüklerle yan yana getirilmesi düz, ÅŸekilci bir mantıkla doÄŸru gibi gözükse de devletin ve dolayısıyla siyasetin ontolojik yapısı açısından birbirinden çok baÅŸka ÅŸeylerdir. Milletin kültür ve inanç deÄŸerlerini hiçe sayan bir anlayışla baÅŸörtüsü özgürlüÄŸünün marjinal taleplerle eÅŸdeÄŸer kılınması, devleti, milleti var eden maddi ve manevi deÄŸerler birikimine karşı büyük bir haksızlık ve saygısızlık olur. BaÅŸörtüsünü irtica sembolü olarak görme ve gösterme arzusu, gerçekte jakoben batılılaÅŸmacılığın tipik bir ifadesinden ibarettir. SembolleÅŸtirme çabaları burada kah ideolojik dogmatizmden, kah kamuoyunu manipüle etmeye yönelik siyasal stratejinin hilekar tutumundan beslenmiÅŸ, baÅŸörtüsü böylece ideolojik savaşın kullanışlı, somut bir aparatına dönüÅŸtürülebilmiÅŸtir. Kamusal alanı iktidar ideolojisiyle tahkim etmeye dönük süreç baÅŸörtüsü kısıtlamaları ile son noktaya vardırılarak ideolojik ÅŸiddet bütün safralarıyla ortaya saçılmıştır.

BaÅŸörtüsü gerçeÄŸi

Ne ki iktidar çatışmalarının süreç içerisinde adeta semboller savaşına endekslenmiÅŸ bir görünüm kazanması söz konusu "savaÅŸ"ın seyrini ve sonuçlarını da etkilemiÅŸ görünüyor. BaÅŸörtüsü özgürlüÄŸü açık bir ÅŸekilde teminat altına alındıktan itibaren Ä°slamcı unsurların devlete hükümran düzeye geldiÄŸi kanaati toplumsal bir ağırlık kazanmıştır. Bu da devletin ideolojik kimliÄŸine yönelik Ä°slami duyarlıklarla yapılan sorgulayıcı yaklaşımların toplumsal düzeyde sönümlenmesinde etkin bir rol oynamış, böylelikle beklenen o devlet-millet kucaklaÅŸması sözüm ona saÄŸlanmış gözükür. Dolayısıyla baÅŸörtüsüne yüklenen sembolik anlam sayesinde bir tür ideolojik katarsis yaÅŸanmış, böylelikle toplumsal güçlerin devletle ideolojik entegrasyonunu gerçekleÅŸtirmede önemli bir baÅŸarı saÄŸlanmıştır. BaÅŸörtüsü özgürlüÄŸü adına verilen mücadelenin bu denli içinin boÅŸaltılarak apolitik bir zemine taşınması iktidarla imtihan olma anlamında ÅŸüphesiz ki önemli soru iÅŸaretlerini doÄŸurmaktadır. Fakat bunun kadar önemli diÄŸer bir nokta, baÅŸörtüsünün iktidar alanlarında kazandığı görünürlüÄŸün sınıfsal anlamı ve niteliÄŸidir. Ä°deolojik tahakkümün sınıfsal ve kültürel tahakkümle kaynaÅŸarak oluÅŸturduÄŸu bireÅŸimsel örüntülerin en somut göstergelerinden olan baÅŸörtüsü yasağına karşı kazanılan zafer acaba sınıfsal bir boyut ve iÅŸlev kazanabilmiÅŸ midir? Yoksa baÅŸörtüsünü sınıfsal boyutundan izole ederek sadece bireysel hak ve özgürlükler kapsamında mı deÄŸerlendirmeliyiz? Halbuki baÅŸörtüsü mücadelesi dinle sosyolojik realitenin iç içe olduÄŸu tarihi bir vakıayı temsil etmektedir. Dayandığı sınıfsal temellerin göz ardı edilmesi dini-itikadi açıdan bir sorun teÅŸkil etmese bile toplumsal asabiye ve ahlak açısından ciddiye alınması gereken bir sorun olmalı. BaÅŸörtüsü sadece seküler modernleÅŸmecilik ideolojisine direniÅŸin bir sembolü olmamıştır. Aynı zamanda sahip olduÄŸu sosyolojik arka planıyla dışlanmışların ve madunların kamusal alandaki eÅŸitlik istemlerinin örtülü ÅŸekilde taşıyıcılığını yapmış, elitist ve seküler ayrımcılığa meydan okuyarak kültürel tahakkümle beraber sosyo-politik tahakkümün taÅŸlarını yerinden oynatmıştır. Bir taraftan kadın bedeni üzerindeki tahakküm pratiklerini ve siyasetini doÄŸallaÅŸtıran hatta rasyonelleÅŸtiren modernleÅŸme ideolojisinin gayri insani ve gayri ahlaki içerimlerini faÅŸ etmiÅŸ, kimlik despotizmiyle özgürlük düÅŸmanlığı arasındaki iliÅŸkiyi görünür hale getirerek aydınlanmacı totalitarizme dair daha kapsayıcı bir farkındalığı saÄŸlamıştır. Kadının onuruna ve mahremiyetine yönelik üstenci kibrin ve saygısızlığın toplumsal, siyasal tezahürlerini meÅŸruiyet kriziyle karşı karşıya getirmeyi baÅŸarmıştır. DiÄŸer taraftan, sınıfsal çerçeveyle sınırlı tutulma çabalarını ve politikalarını mimleyerek baÅŸörtüsü mücadelesini sınıfsal mobilizasyon talepleriyle anlamlandırma saiki gerek söylemsel gereksek psiko-sosyal planda etkisini göstermiÅŸtir.

Hafızayı çağırmak

Åžu halde baÅŸörtüsü gerçeÄŸini sınıfsal dinamiÄŸinden ayrıştırmaya yönelik bir bakış açısı, dini-itikadi açıdan ne kadar doÄŸru bile olsa, tarihsel ve toplumsal gerçekliÄŸimiz (tecrübemiz) itibariyle sorunlu bir nitelik taşır. Hafızasız bir toplum olmayacağı gibi hafızasız bir siyaset de olamaz. BaÅŸörtüsü mücadelesiyle tekamül eden sınıfsal hafızayı resetleyerek iktidar ve kamu alanlarında yer almaya çalışan her tavır, bu anlamda bir vefasızlık ve gayri ahlakilikle ayırt edilebilir. Örtülü veya açık, söylemsel veya hissi, baÅŸörtüsü mücadelesi bütün sosyal arka planına raÄŸmen eÄŸer sınıfsal bir asabiyeyi temin edememiÅŸse, bu bizim siyasal ontolojimiz adına ciddi bir eksiklik, daha açıkçası bizim için bir ideolojik zafiyet demektir. Mesele tümüyle bir hak talebine indirgenmiÅŸ olmaktadır. Öyle deÄŸil de söz konusu asabiye iktidar nimetleriyle rehin alınmış veya takas edilmiÅŸse hafızamızdan önce sanıyorum iflah olmayacak düzeyde ahlaki deÄŸerlerimizi kaybetmiÅŸ sayılırız.

Tarih tekerrür etmez

BaÅŸörtüsü serbestiyeti bugün elbette iktidara/devlete daha demokratik bir nitelik kazandırmaktadır. Seküler, Aydınlanmacı totalitarizme karşı olması gereken zaten budur. Fakat baÅŸörtüsü mücadelesi içinde yer almış kesimlerin bugün malum olan iktidar gücü, sınıfsal hafızasından ve dinamiklerinden elimine olduÄŸu nispette sahip olunan kazanımlar toplumsallaÅŸamayacak ve iktidar olanaklarıyla sınırlı hale gelecektir. Daha açık söylemek gerekirse, mesele baÅŸörtüsünü kamuya ve iktidar alanlarına taşımaktan ziyade ya da bunun yanı sıra, iktidarı tam anlamıyla toplumsallaÅŸtırmanın yolunu bulmak, sessiz çoÄŸunluÄŸu sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel açıdan yukarıya taşımayı baÅŸarmaktır. BaÅŸörtüsünün iktidarda ve kamusal alandaki görünürlüÄŸü kültürel tahakkümün ortadan kaldırılması adına büyük bir ilerleme sayılır. Fakat sınıfsal tahakkümün veya farklılaÅŸmanın ortadan kaldırılması için yeterli bir gösterge kabul edilemez. BaÅŸörtüsü mücadelesinin hak talepleriyle birlikte sınıfsal beklentilerle motive olduÄŸu yönündeki iddiamızı romantik bir kurgu olarak görecek olanlar, her hak talebinin bir tarafıyla sosyo-ekonomik bir nüveye sahip olduÄŸunu illa ki göz ardı etmek isteyeceklerdir. BaÅŸörtülülerin de sınıf atlayabilme imkanına kavuÅŸmuÅŸ olmaları iktidar süreci elverdiÄŸi ölçüde beklentileri karşılamaya devam edecek, lakin baÅŸörtüsüyle sınıfsal unsurlar arasındaki siyasal ve simbiyotik baÄŸları kurmaya elveriÅŸli tarihsel koÅŸullar bir daha kolay kolay söz konusu olmayacaktır. Aynı ÅŸans yüzümüze yeniden gülmeyecektir.

Giyimin biyopolitik yüzü

BaÅŸörtüsüne içkin veya ona atfettiÄŸimiz sınıfsal anlam Türkiye koÅŸullarına özgü olup siyasal, kültürel önyargıların bir sonucudur daha çok. Oysa giyim biçimleri üzerinden yürütülen iktidar/egemenlik siyasetini çok daha evrensel bir olgu olarak tespit etmek mümkün. Sınıfsal çatışma kültürünü en uç sınırlara taşıyan Avrupa'nın, bu konuda çok daha somut örneklere sahip olduÄŸu biliniyor. Sınıfsal ayrımcılığın cinsiyet ayrımcılığıyla adeta rekabet halinde olduÄŸu Avrupa aristokrasisi, kıyafeti tabir caizse bir sosyal damga olarak kullanma konusunda inanılmaz bir birikime ve komplekse sahiptir. Richard Sennett'in ifadesiyle "kadınlar, mevkileri ile giyimlerinin yorgunluÄŸu açısından çok daha dikkatle inceleniyorlardı. Genelde erkekler gibi, belli bir kesime ait birisi olarak, ÅŸu ya da bu görünümde sokaÄŸa çıkabilirler, ama o kesime ait sınırların dışına çıkarlarsa düÅŸmanlık toplarlardı" (Kamusal Ä°nsanın ÇöküÅŸü, Sh. 97, Ayrıntı Y.). Ä°nsanlar giyim biçimleriyle damgalanıyor ve böylece sosyal düzene tabi kılınıyor, sınıfsal iliÅŸkiler belli bir sürekliliÄŸe kavuÅŸturulabiliyordu. Foucault'nun meÅŸhur "biyopolitika" kavramı bu baÄŸlamda oldukça açıklayıcı bir niteliÄŸe sahip gözüküyor. Bedenin iktidarın bir nesnesi haline getirilmesi, hegemonyanın toplumsallaÅŸmasını saÄŸlamakla kalmayıp benliklere nüfuz etmesini de mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla meÅŸru bir iktidar, toplumu kuÅŸatan ve disipline eden bir güç olmanın ötesinde iktidar simgeleriyle bireyleri içerden teslim alır.

Moderniteyle yaÅŸanan kırılma simgesel sabiteleri hemen hemen bertaraf ederek biyopolitikayı kapitalizmin yeteneÄŸi ve ÅŸartlarıyla buluÅŸturmuÅŸ oldu. Biyopolitika en ÅŸaÅŸalı gücüne ve hayaletimsi gizemine belki de kapitalizm sayesinde kavuÅŸtu. Bir taraftan moda kültürünü sınıfsal motivasyonlarla beslemeye devam ederken, diÄŸer taraftan toplumun bütün kesimlerini içine alacak ÅŸekilde giyim kültürünün ve biçimlerinin hedonist unsurlarla zapturapt altına alınması, bilhassa kadın bedenini endüstriyel bir meta olarak kurgulamada etkili olmaktadır. Kapitalizm, giyim kültürü ve ideolojisiyle kadın bedeni üzerinde kurduÄŸu egemenliÄŸi, ekonomik olduÄŸu kadar siyasal getirisiyle de vazgeçilmez hale getirmiÅŸ gibidir.

ModernleÅŸme ideolojisi biyopolitikanın icadında deÄŸil ama evrenselleÅŸmesinde büyük rol oynamıştır. Kültürel emperyalizm veya köleleÅŸme bunun en somut verilerinden biridir. Batı kültürü, sadece günlük ve resmi giyim biçimlerimize hakim olmakla kalmamış, sportif faaliyetlerde oluÅŸturduÄŸu kıyafet özellikleriyle de egemenliÄŸini tam anlamıyla doÄŸallaÅŸtırmıştır. Bu standardizasyonu Batı'nın evrenseli yakalama/inÅŸa etme yeteneÄŸiyle tevil etmek elbette kolaycı bir yaklaşım olur. Kıyafet, dolayısıyla cinsellik söz konusu olduÄŸunda kadın cinsi ister istemez iÅŸin merkezinde yer almakta. Batı kültürünün kadını bu anlamda biyopolitik hedeflerle araçsallaÅŸtırdığını ileri sürmek hiç de yabana atılmaması gereken bir gerçekliÄŸe iÅŸaret eder. Sömürgecilik kültüründen modernleÅŸme ideolojisine evrilen Batı, kapitalizmden aldığı destekle oluÅŸturduÄŸu kültürel hegemonyayı evrensel/küresel vasata dönüÅŸtürmüÅŸ durumdadır. Kadın sporcuların giyimi üzerinden bu vasatı sorgulamaya teÅŸebbüs etmek bile bizleri gülünç duruma düÅŸürebilmektedir. Batı'nın biyopolitikası sömürgeciliÄŸin yeni versiyonlarıyla iÅŸlemeye devam etmektedir. Sınıfsal hafızasına bile sahip çıkamayan bizler için Batı'nın Truva atı olan kapitalizmle ve onun kültürel matrisleriyle nasıl baÅŸa çıkabileceÄŸimiz sorusu yakıcı olma özelliÄŸinden bugün hala hiçbir ÅŸey kaybetmiÅŸ deÄŸildir.

[email protected]

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.