Sosyal Medya

Kürsü

Mekan hafızası ve edebiyat bağlamında Eminönü Meydanı

Eminönü’nün karakteristiğini oluşturan her ayrıntı aynı zamanda tarihî serüveninin bir sonucudur. Semtin biriktirdiği anılar Eminönü imgesinin oluşum hikâyesini anlatırlar.



Hikâyeler mi mekânları anlatır; yoksa mekânlar mı bize hikâye anlatır? Bir ucunda mekân olan bütün sorularda her zaman böyle bir muamma vardır. Zira insan, mekânı inÅŸa ederken bir taraftan da inÅŸa olunur. Bir mekânın masalı, hikâyesi, ÅŸarkısı, türküsü kısacası onu daima diri tutacak bir zırhı olduÄŸu sürece o mekândaki hayat ve dinamizm hiçbir zaman nihayet bulmaz.
 
Her kalem iÅŸçisi yazar, hayatında yer edinen ve duygu dünyasında önemli izler bırakan ÅŸehirleri, semtleri, mahalleleri hatta evleri yazmalı… Bu çaba bir vefa borcu olmanın ötesinde meydanların, sokak ve mahallelerin, kahvehanelerin, postanelerin ve kimisi yitip gitmiÅŸ olan pek çok mekânın bugünle buluÅŸmasını saÄŸlar. Elbette biriktirdiÄŸi hikâyelerle birlikte…
 
Yazının kayıt altına aldığı hatıralar, zihinsel ve duygusal gözünü açtığı her okurda farklı bir yansımaya vesile olabileceÄŸi gibi mekânı anlamlandırma biçiminin hafızayla olan yakın iliÅŸkisini de fark ettirecektir. Mario Levi, 2021’in başında yayımladığı romanı O Pazartesi Eminönü’nün takdim yazısında “YaÅŸananlar ile yaÅŸanmışlık hissini tattıran hikâyeleri algılama ÅŸekliniz size hayatı da nasıl algıladığınızı gösterir” der. Eminönü’ndeki çeÅŸitli mekânlarla kurduÄŸu iliÅŸkiyi farklı kiÅŸileri merkeze alarak anlattığı romanında bir yandan eski Eminönü’yle hasret giderirken aynı zamanda yaÅŸarken yarım kaldığını düÅŸündüÄŸü hikâyeleri zihninde ve muhayyilesinde tamamlamaya çalışır. Zira, -onun cümleleriyle söylersek- “Hayatımızın bir dönemini geçirdiÄŸimiz sokaklar, yaÅŸamayı seçtiÄŸimiz baÅŸka sokaklara raÄŸmen seslerini duyurur. Birileri size oralardan bakmaktadır”. Romanda, ben anlatıcının aktardığı fotoÄŸraflar eÅŸliÄŸinde görünürlük kazanan Eminönü’ne, esnaf lokantalarının sunduÄŸu lezzetler, Mısır Çarşısı’nın envaiçeÅŸit ürünlerinin renk ve kokuları ve insan mahÅŸerinin birbirine karışan sesleri bir fon müziÄŸi ve dekor gibi refakat eder.
O Pazartesi Eminönü
 
Zamanın akışı ile birlikte Eminönü’nün yaÅŸadığı deÄŸiÅŸim aslında mikro ölçekte Türkiye’nin sosyo-ekonomik ve kültürel dönüÅŸümünün küçük bir özeti gibidir. Hemen herkesin uÄŸradığı bir mekân olan, iletiÅŸim merkezi iÅŸlevi gören postanelerin dijital devrimle birlikte yavaÅŸ yavaÅŸ hayattan çekilmesi, sabit telefonların yerini cep telefonlarının alması, teknolojik cihazların olmadığı yazıhanelerin çalışma ofisine dönüÅŸmesi, ÅŸartlarla birlikte insanı ve insan iliÅŸkilerini de farklılaÅŸtırır. Osmanlı’da ilk kahvehanelerin Tahtakale’de açıldığı bilgisini hatırlayacak olursak Eminönü’nün ticaretin yanı sıra kamusal mekânların doÄŸuÅŸunda da önemli baÅŸlangıçlara ÅŸahitlik ettiÄŸini söyleyebiliriz. Semtin birikmiÅŸ hikâyelerini kendi hikâyesiyle harmanlayarak anlatan Mario Levi, Proust’un küçük madlen fenomenine benzer bir tecrübeyle seslerin ve kokuların çaÄŸrışımlarını izleyerek maziye bir yolculuk gerçekleÅŸtirir. Bu yolculukta yazara kimi zaman Borsa Lokantası’nda ikram edilen bonfileye asıl tadını veren tereyağı topu, kimi zaman Konyalı’daki iç pilav ya da Hacıbekir’deki demirhindi ÅŸerbeti bir hayal perdesi aralaması için ihtiyaç duyduÄŸu çaÄŸrışımları sunar.
 
Hikmet Hanım’a Hafız Mustafa’dan börek alırken ya da Mısır Çarşısı’nın Tahtakale çıkışındaki kahve kokusunu takip ederek Kurukahveci Mehmet Efendi’ye giderken refakat ettiÄŸimiz gibi, Selim’in hazin hikâyesini bir film gibi izler, Terlikçi Tacettin’in sıra dışı öyküsünü, Fehim Abi’nin küçük esnaf lokantasını, David Amca’nın kırk beÅŸ yılına mekân olan kumaÅŸ dükkânını, hamal Kâmil, Ayhan Abi, Bella ve Hilmi’nin anlatıcıyla bir pazartesi günü Eminönü’nde kesiÅŸen hikâyelerini okurken aynı zamanda Eminönü de bir kurmaca karaktere dönüÅŸür.
 
Mukimlerini kimi zaman koruyan bir yuva kimi zaman da onlara kaçacak bir delik bırakmayan bir karşı güce dönüÅŸür mekân. Ancak hangi yüzünü gösterirse göstersin Levi’nin de ifade ettiÄŸi gibi, “bugünkünden çok daha mütevazı bir tarihten” bahsedilir ve kelimelerle çizilen “resim, gerçeÄŸe dair izlere bir hayat verir”.
 
 
Ticaretle meÅŸgul olması ve hayatı boyunca pek çok ticari deneyim biriktirmesi romanlarındaki iktisadi gözün dikkatini de açıklar. Zira, kahramanlarının iktisadi teÅŸebbüslerine dair ayrıntılar metnin kurgusu bozulmadan romana ustalıkla dahil edilir. Eminönü’ndeki ticaret hayatının ayrıntılarının aktarıldığı satırlar, okura kendisini o ortamda hissettirecek ölçüde canlılıkla sunulur. Sebzecilere ait bir kayıkla Eminönü’ne ulaÅŸan anlatıcı, kendilerinden önce kıyıya ulaÅŸan elli atmış civarında kayığın olduÄŸu iskeleden gördüÄŸü manzarayı âdeta bir ressam dikkatiyle anlatır. Etrafını saran, kayıkçı, hamal, küfeci, sebzeci ve madrabazlarla Eminönü tam da bir panayır yerini andırmaktadır: “Hamallar küfe kapmak gayretinde. Bahçıvanlar küfe kaybetmemek mecburiyetinde. Arkacılar, sebzeciler, madrabazlar zavallı bahçıvanları boğmacaya getirip, mallarını yok pahasına kapatmak kurnazlığında.
 
Yeni Cami'e doğru yer yer, küme küme küfeler konulmuş. Her küme bir dükkân farz olunsun, fakat edilen pazarlıklar, pazarlıktan ziyade kavgaya müşabih şeyler. Beyaz acem gömlekli kantarcılar omuzlarına vurdukları kantarların sapı, öne doğru bir buçuk arşın uzanmış olduğu hâlde, gah oraya, gah buraya baş uruyorlar. Kimisini bir bahçıvan, eteğinden çekip kendi küfeleri tarafına götürmeğe ve kimisini bir madrabaz, kolundan yakalayıp taraf-ı ma'kuse çekmeğe çalışıyor.”
 
Galata Köprüsü'nden Eminönü'ne çıkış 1918
 
Eminönü’ndeki son derece hareketli ve kalabalık ortam, okurun gözleri önünden ve muhayyilesinden bir film ÅŸeridi gibi akarken, kendine özgü sesleri, kokuları ve insan manzaralarıyla mekândan geriye ne kaldığını düÅŸündürür. MahÅŸerî kalabalığın içinden yükselen “sıcak pideler”, “gözlemeci”, “sütlü çay” gibi bağırışlar, seyyar kahvecinin iskemlelerinde günlük rutinlerini icra eden bahçıvan, hamal, kayıkçı, seyyar berberler ve yük getiren beygirlerle dönemin tipik Eminönü fotoÄŸrafı takdim edilir. Her biri semtin karakteristik yönlerinden izler taşıyan bu manzaralar sadece birer mazi anısı olmanın ötesinde kaybolan mesleklerin, anlam ve deÄŸer dizgesinden kopan insan iliÅŸkilerinin, yozlaÅŸan ticaret ahlâkının ve yitip giden nice güzelliÄŸin arkasından duyulan hüzün refakatinde yorumlanır.
 
Kültürel belleÄŸin kayıp parçalarını bulmak için baÅŸvurduÄŸumuz kaynaklardan biridir romanlar. Bilhassa mekânsal hafızanın saÄŸaltılması ve koruma altına alınmasında edebiyatın/edebiyatçıların ÅŸahitliÄŸi o mekân için hayati önem taşır.
 
Marcel Proust
 
Åžehirde bir sanat eserinin içinde imiÅŸ gibi yürümeyi salık veren Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur romanı, Mümtaz ve Nuran arasındaki müstesna aÅŸkı anlatmanın yanında bir ÅŸehri, bir semti, bir sokağı sevmenin nasıl mümkün olacağını idrak ettiren; bunu yaparken de Ä°stanbul’u bir roman kahramanı haline getiren özel bir eserdir. Tanpınar, ÅŸehirle birlikte insanın da nefes aldığı zamanlarını anlatır Ä°stanbul’un ve okurunu ÅŸehri keÅŸfedebileceÄŸi güzergâhlara davet eder. Bu güzergâhlardan biri de Beyazıt Meydanı ile baÅŸlar, Sahaflar, Bedesten ve Kapalı Çarşı istikametinde ilerledikten sonra MahmutpaÅŸa, Eminönü ve Yenicamii ile son bulur. “Eminönü’ne kadar ne yaptığını bilmeden, acele acele bu nizamsız düÅŸüncelerin birinden öbürüne atlayarak gel(en)” Mümtaz’ın ayak izlerini takip eden okur, onun hafızasından kendi hafızasına doÄŸru bir köprü kurar ve mekânın ÅŸarkısına eÅŸlik etmeye çalışır.
Ahmet Mithat Efendi, tanık olduÄŸu dönemin iktisadi veçhesini bir tarihçi titizliÄŸiyle dikkatlere sunarken, 19. yüzyıl sonu Ä°stanbul’unun ticaret merkezi olan Eminönü’ndeki bazı uygulamalardan hareketle okurunu, devletin iktisat politikasına dair örneklerden haberdar eder. Sözgelimi, “O zamanlar pul rüsumu da vardı. Yalnız medahil-i şehirden giren eşyaya değil, bir daire-i belediyye hududundan diğerine geçen arkacılardan, küfecilerden filanlardan da "toprak bastı parası" alınırdı. Bunun için de küfe ve sandık gibi şeyler üzerine birer pul yapıştırılırdı” cümleleriyle resmedilen manzara, pulcu ile küfesine pul yapıştırmak zorunda olan küfeci arasındaki çekiÅŸmenin sonunda ikisininde yere yıkılmasıyla daha da renklenir. 19. yüzyılın baÅŸlarına kadar devam eden, ÅŸikâyetler üzerine yasaklanan; yasaklanmasına raÄŸmen uzunca bir süre bazı yöneticiler tarafından uygulandığı bilinen bu vergi, “selamet akçesi”, “kudûmiyye”, “ayak bastı” ve “iskele resmi” gibi farklı ÅŸekillerde adlandırılır.
 
 
Ahmet Hamdi Tanpınar
 
Eminönü’nün karakteristiÄŸini oluÅŸturan her ayrıntı aynı zamanda tarihî serüveninin bir sonucudur. Semtin biriktirdiÄŸi anılar Eminönü imgesinin oluÅŸum hikâyesini anlatırlar. Dolayısıyla semtin eski zamanlarına doÄŸru gittikçe tarih içinde donmuÅŸ bir hâlde bulunan Eminönü imgesinin yaÅŸanmış hayatın sıcaklığıyla canlılık kazandığını görebiliriz. Åžüphesiz kendine mahsus enerjisi olan semtlerden biri olan Eminönü, edebiyatın ÅŸahitliÄŸinde her zaman nostaljik fotoÄŸrafların özlemle bugüne çağırdığı güzel manzaralarla deÄŸil aynı zamanda tekinsiz kiÅŸi, olay ve mekânlara ev sahipliÄŸi yapan karanlık mazisiyle de okunur. Åžehrin farklı insanlardan oluÅŸan kalabalığını içinde barındıran ruhaniyetli mekânlar kadar karanlık ve yoz mekânlar da hafızadaki yerini alır. Standhal’ın meÅŸhur benzetmesinde ifade ettiÄŸi gibi, yol boyunca gezdirilen bir ayna olan roman, kimi zaman beyaz bulutlarla kaplı gökyüzünü kimi zaman da kirli suların biriktiÄŸi çukurları gösterir. Aynayı elinde taşıyan kiÅŸiye kızmak yerine, ÅŸehrin kimliÄŸini bütünleyen farklılıkların izini sürmek bu yolculuÄŸu daha anlamlı hâle getirebilir. Sözgelimi Tanpınar’ın Huzur romanında Mümtaz’ın nazarındaki Yenicamii ile YaÅŸar Kemal’in Deniz Küstü romanındaki Zeynel’in kaçak psikolojisinin refakatinde betimlenen Yenicamii çevresi arasındaki fark, aynı mekâna yöneltilen algısal düzlemdeki bakış farklılığını gösteren dikkate deÄŸer bir örnektir.
 
 
Eminönü’nün hafızasına yolculuk yapmamızı saÄŸlayan yazarlardan biri olan Ä°hsan Oktay Anar, Suskunlar romanında 17. yüzyıl Ä°stanbul’undan manzaralar sunarken ÅŸehrin morfolojisini renk, ses ve kokularıyla birlikte sunar. Romanda sadece olaylarla deÄŸil aynı zamanda kiÅŸi, mekân ve eÅŸya isimleriyle taşınan bir hafıza vardır. Bugün ne cümle ne de hayat içinde kullanılan kelimeler romandaki sosyal zamanla uyumlu olarak okurun dimağına nakÅŸedilir. Artık bedestende dolaÅŸan, tekkenin manevi atmosferinden nasiplenen, kimi zaman hayranlık kimi zaman da ürküntüyle seyrettiÄŸi insanların sebep olduÄŸu hayret duygusunu yaÅŸayan okur, ÅŸehrin ve mikro düzeyde de Eminönü’nün birbirine uzak zamanlarını buluÅŸturur. Romanların aynasından yansıyan Eminönü, her devirde farklı kıyafette insanın arz-ı endam ettiÄŸi, farklı kelimelerin duygulara tercüman olduÄŸu bir sahnedir ve her kahraman rolünü icra ettikten sonra vazifesini sonrakine devreder.
 
Ä°hsan Oktay Anar
 
Bugün sadece isim olarak bilinen ya da çok küçük bir bölümünün ayakta kalabildiÄŸi bazı tarihî yapılar Suskunlar romanında bina edildikleri yıllardaki asli hâlleriyle kurgulanırlar.
 
Sözgelimi, “o devirde Eminönünde’ki Valide Camii çarşısının yakınında, Zindankapı’nın hemen karşısında, ‘Baba Cafer Zındanı’ derler meÅŸhur bir arslan yatağı vardı” cümlesiyle tanıtılan mekân, hem Bizans hem de Osmanlı döneminde kadırga kölelerinin atıldığı bir zindan vazifesi gördükten sonra burada hapisteyken ölen Cafer Baba’nın ismiyle anılan bir türbeye dönüÅŸür. Ä°hsan Oktay Anar’ın tarihi bilgiler ışığında yorumlayarak romanına dahil ettiÄŸi bu hafıza mekânı, duaların, fısıltıların, çığlıkların, zincir şıkırtılarının ve anahtar tıkırtılarının duyulduÄŸu, kedi büyüklüÄŸündeki farelerin, çeÅŸitli haÅŸerelerin cirit attığı, insanın iÅŸtahını kaçıracak kadar pis bir yerdir.
 
Romanın çerçeve vakasının içinde her mekânın hikâyesinin de ayrı bir çekirdek vaka olarak yer alması metne helezonik bir karakter kazandırır. Romanın teknik detaylarını bir tarafa bırakarak, yazar ve anlatıcının adımlarını takip ettiÄŸimizde Eminönü’nün mekânsal hafızasına dair ipuçları elde edebileceÄŸimiz manzaralarla karşılaşırız. Åžüphesiz kurmaca bir metnin gerçeÄŸi hayatın ve tarihin gerçekliÄŸinden farklı olmakla birlikte iÅŸlevini kaybeden ya da fiziki olarak yok olan mekânlar edebiyatın nefesiyle dirilebilir. Her zaman uÄŸradığımız bir mekân olarak Eminönü’nün hafızamıza hitap eden görüntülerini estetize edilmiÅŸ bir dil ve kurguyla sunan edebiyat, bugünü geçmiÅŸe eklemlenerek yaÅŸama deneyimi sunar.
 
Sözgelimi, Suskunlar romanında Eminönü ve civarını Davut’un rehberliÄŸinde dolaşırız. Davut’la birlikte bir kayıkla Eminönü’ne geçer ve Mısır Çarşısı’na doÄŸru yürümeye baÅŸlarız. Muhayyilemize eÅŸlik eden fon, Ä°hsan Oktay Anar’ın kelimelerle resmettiÄŸi manzaralardan oluÅŸur: “Kıyamet kadar dükkânın bulunduÄŸu bu yolu tüccarlardan hamallara, dükkâncılardan dilencilere, mollalardan gayrımüslimlere kadar her mesleÄŸe, her tabakaya, her dine ve her tarikata mensup insanlardan oluÅŸan bir mahÅŸer kalabalığı doldurmuÅŸtu.” Anar’ın anlattığı Mısır Çarşısı esnaf ve tüccarların yanı sıra yankesicilerin de mekânıdır. “Kurbanlarının kuÅŸaklarındaki kuruÅŸ dolu kadife keseleri hissettirmeden aşırabildikleri için ellerinin hafifliÄŸiyle övünen bu yankesiciler, aynı zamanda bellerindeki kerpetenlerle diÅŸ de çekiyorlardı.” Bu manzaranın ardından kahraman, Sandal Bedesteni’nin sınırlarına girer. Fatih dönemi yapılarından biri olan ve büyük bir çarşı olarak iÅŸlev gören Sandal Bedesteni’nde yüzü yaÅŸmakla örtülü kadınlar, yanlarında çocuklarıyla ve birer harem aÄŸasının nezaretinde alışveriÅŸ yaparken, bedestendeki ürünlerin her biri gündelik hayatın tarihine dair birer ayrıntı olarak ÅŸekli ve iÅŸleviyle dikkati çeker. Ä°pekten, kadifeden ya da taftadan feraceler, yakutlarla bezenmiÅŸ gülâbdanlar, ibrikler ve buhurdanlar, bakanın eÅŸkaliyle birlikte ruh halini de gösteren Venedik aynaları, lohusaları nazardan koruyan armudiyeler, gece dövüÅŸleri için fenerli kalkanlar ve daha pek çok sayısız eÅŸya…
 
Yeni Cami 1900'ler
 
Eminönü, kültür tarihi ile iktisat tarihi arasındaki yakın iliÅŸkiyi gösteren en dikkate deÄŸer örneklerden biridir. “Eminönü’ne inmek”, hem mekânsal bir alışkanlığın hem de mekânın hatırlattıklarıyla baÄŸ kurma ihtiyacının ifadesidir. Tarihi yapılar kadar kolektif hafızayı ortaya çıkaran insan iliÅŸkileri de iktisadi yapının arka planındaki ahlak dünyasının mahiyetini anlamayı kolaylaÅŸtırır. Zira, zaman unutturmak için elinden geleni yapsa da mekân ve mekâna tutunan insan hikâyeler anlatmayı ve okumayı sürdürerek bu gidiÅŸata direnir. Sadece mekân isimleri üzerinden bile hafızayı tazelemek mümkündür. Sözgelimi, bazı romanlar sadece Eminönü’nün tarihi dokusunun zengin muhtevasını fark ettirmeye yönelik bir metin gibi okunabilir. Åžüphesiz romanın öncelikli olarak böyle bir didaktik kaygısı yoktur. Ancak mekânların gerçek hayattan ilhamla kurgulandığı romanlarda entrik kurguyu takip eden okur aynı anda olayların geçtiÄŸi mekânların bugün var olup olmadığını, varsa ne kadar deÄŸiÅŸmiÅŸ olabileceÄŸini düÅŸünebilir. Ahmet Ümit’in polisiye romanlarından biri olan Ä°stanbul Hatırası’nda tarihi yapılar etrafındaki macera bu iÅŸleve bir örnek teÅŸkil edebilir. Tarihi bölgelere bırakılan cesetlerinin sırrını çözmek üzere yapılan araÅŸtırmalarla ÅŸekillenen olay örgüsünde mekân, Ä°stanbul’un Samatya, Sarayburnu, Eminönü, Balat ve Beyazıt semtleridir. Roman, ipuçlarından hareketle ilerlerken bir yandan da Eminönü’ndeki tarihi eserlerin künyelerinden okuru haberdar eder. Hangi yapının kim tarafından ve hangi dönemde yapıldığı bilgisi olay örgüsü ve entrik kurguya yedirilerek sunulur. Polisiye roman okurken deneyim ufkumuz ÅŸehir tarihi konusunda da zenginleÅŸir. Her kurbanın avucuna bırakılan sikke, Roma, Bizans ve Osmanlı mirasından oluÅŸan çok katmanlı birikim etrafında bir dikkatin oluÅŸmasını saÄŸlar. Bu yönüyle roman hem cinayetler düzleminde hem de ipuçlarının yönlendirdiÄŸi tarihî güzergâh üzerinden okunabilir.
 
Edebiyatın aynasından yansıyan Eminönü, yetiÅŸemediÄŸimiz zamanlardan bugüne yaÅŸanan deÄŸiÅŸimi göstermekle birlikte maziyle bugün arasında mukayese yapma imkânı verebilir. Artık YemiÅŸ Ä°skelesi, kapanlar, yük taşıyan kayıklar, sırtlarında hasır küfeleriyle hamallar olmasa da gürültülü kalabalığı ve hareketliliÄŸiyle deÄŸiÅŸmeyen bir hengamenin yeni figürlerle devam ettiÄŸini görebiliriz. Ä°stanbul’da edebî bir rota takip edilerek gerçekleÅŸtirilebilecek bir seyahatin önemli duraklarından biridir Eminönü. Roman kahramanlarının ayak izlerini takip ederek Eminönü’nün yüzyıllar önceki havasını teneffüs etmek, müdavimleri için olduÄŸu kadar daha önce Eminönü’ne hiç gitmemiÅŸ olanlar için de keÅŸiflere açık bir tecrübe olacaktır.
 
 
Bir roman okuyarak insanın hayatı deÄŸiÅŸir mi bilinmez ama romanlar sayesinde kiÅŸinin hayata dair kavrayışı ciddi ölçüde derinleÅŸebilir. Roman, farklı coÄŸrafyalardan ve farklı çaÄŸlardan okurları aynı zaman ve mekânda buluÅŸtururken hikâyesi yazılan mekânlar da bir romana ya da öyküye fon olmanın ötesinde estetize edilmiÅŸ bir hafıza ile koruma altına alınırlar. Edebiyat, bu buluÅŸmayı gerçekleÅŸtirirken mekânsal hafızayı müzedeki dondurulmuÅŸ zaman kabilinden deÄŸil yaÅŸanmış hayatın canlılığı ile görme imkânı sunar. Mekânlar ölse bile sahip oldukları ruh/ruhaniyet etkisini sürdürmeye devam eder. Yitip giden mekânlarda dolaÅŸarak hafızasının eksik parçalarını tamamlayan okur, yetiÅŸemediÄŸi zamanları deneyimleyerek bugünü daha iyi idrak edebilir.
 
Müellif: Ebru Burcu Yılmaz / Kaynak: Nihayet Dergi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.