Akdeniz’in en büyük üçüncü adası olan Kıbrıs, stratejik konumuyla tarih boyunca birçok muktedir devletin ilgi odağındaydı. 16. yüzyıldan itibaren adayı idare eden Osmanlı Devleti, 1877-78 yıllarında Rusya ile giriÅŸtiÄŸi mücadelelerden maÄŸlup ayrılmasının ardından Kıbrıs’ı Ä°ngiltere yönetimine bırakmak zorunda kalmıştı. Ada, DoÄŸu Anadolu’daki Rus iÅŸgali bittikten sonra geri alınmak üzere bırakılmış olsa da Ä°ngiltere bu anlaÅŸmaya uymamış ve 1914 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nı bahane ederek Kıbrıs’ı, Britanya Krallığı’na ilhak etmiÅŸti. Bu ilhak, 1923 yılında imzalanan Lozan Barış AntlaÅŸması’yla Türkiye tarafından tanınacaktı. 1925 yılında ada krallık tacına baÄŸlı bir koloni olarak ilan edildi ve Britanya’nın atadığı komiserlerce yönetilmeye baÅŸladı. 20. yüzyılın ikinci yarısında yaÅŸanacak karışıklıkların tohumları, Ä°ngiltere idaresi altında geçen bu süreçte atılacaktı.
Adada yaÅŸayan ve çoÄŸunluÄŸu oluÅŸturan Rumlar, bu sürecin kendi lehlerine sonuçlanacağını düÅŸünüyorlardı. Rumların çok büyük bir kısmı, Kıbrıs’ın Yunanistan’a baÄŸlanması gerektiÄŸini savunuyordu. Ä°ngilizlerden güç alan Rumlar, Kıbrıs’ta Osmanlı’ya ait devlet ve vakıf mallarına el koyuyor, böylece hâkimiyet alanlarını geniÅŸletiyorlardı. Ancak Yunanistan’a baÄŸlanma yani “enosis” idealini gerçekleÅŸtirememeleri, Rumları rahatsız ediyordu. Bu rahatsızlık, Ä°ngilizlerin baskıcı yönetimi ve ekonomik sıkıntılar yüzünden giderek artıyordu. Sonuç olarak 1931 yılında Rumlar bir ayaklanma baÅŸlattılar. “enosis” yanlısı milliyetçiler ve Hristiyan din adamları tarafından organize edilen ayaklanma, Ä°ngilizlerin Ä°skenderiye’den getirdikleri takviye ekipler yardımıyla bastırılabildi. Bu tarihten sonra adadaki yönetimi sıkılaÅŸtıran Ä°ngilizlerin Rum toplumuna olan güveni sarsıldı. Yunanistan’a baÄŸlanma idealini ayakta tutan Rumları dengelemek ve olası yeni ayaklanmaları önlemek amacıyla polis teÅŸkilatında deÄŸiÅŸikliÄŸe gidildi. Adadaki polislerin daha çok Türklerden seçilmesini saÄŸlayan Ä°ngilizler, böylece kendi elleriyle iki toplumu karşı karşıya getiriyor, Rumlar ve Türkler arasında var olan sürtüÅŸmelerin büyümesine yardımcı oluyordu. Her iki kesimin de baskılandığı bu süreç, 1939 yılına kadar devam etti.
1930'larda Kıbrıs'ta enosis lehine yapılan bir gösteri.
Ä°kinci Dünya Savaşı patlak verdiÄŸinde Yunanistan savaÅŸa Ä°ngiltere ile aynı safta girdi. Rumlar, bu yakınlaÅŸmanın adada karşılığı olacağını düÅŸünüyorlardı. SavaÅŸ Müttefiklerin galibiyetiyle neticelenmiÅŸti. UÅŸi AntlaÅŸması ile Osmanlı’nın elinden aldığı adaları 1947 yılında Yunanistan’a bırakan Ä°talya da Rumların beklentisini yükseltmiÅŸti. Böylece Akdeniz’in kuzeyinde kesintisiz bir Yunanistan hâkimiyeti olacak ve Bizans’ı ayaÄŸa kaldırma idealine biraz daha yaklaşılacaktı. Ancak Rumlar, Ä°ngiltere’ye yönelttikleri “enosis” talebinde istedikleri dönütü alamadı. Dönemin Kıbrıs Valisi Lord Winsten, Yunanistan’a baÄŸlanmak yerine adada özerk bir yönetim oluÅŸturulmasını teklif etti ve teklifin görüÅŸülmesi için iki kesimin temsilcilerini de davet etti. Türkler, böyle bir durumda adadaki mevcudiyetlerinin tehlike altına gireceÄŸini ileri sürerek ve 28 Kasım 1948’de LefkoÅŸa’da düzenledikleri geniÅŸ katılımlı mitingi hatırlatarak teklifi reddettiler. Rumlar ise ancak Yunanistan’a baÄŸlanma taleplerinin gerçekleÅŸmesi durumunda anlaÅŸabileceklerini söylediler.
28 Kasım 1948’de LefkoÅŸa Mitingi.
Yunanistan’a baÄŸlanma talepleri gerçekleÅŸmeyen Rumlar, farklı alternatifleri denemeye baÅŸladılar. Önce, “enosis” taleplerini uluslararası kamuoyu önünde meÅŸrulaÅŸtırmak için bir plebisit (*) düzenlediler. Rum kiliselerine koyulan defterler ve toplanılan imzalar vasıtasıyla elde edilen sonuca göre, oylamaya katılanların %96’sı adanın Yunanistan’a baÄŸlanmasını istiyor ve kabul ediyordu. Ancak gözden kaçırılan detay, 1950 yılında gerçekleÅŸtirilen bu plebisite,Müslüman Türk kesimin katılmamış olmasıydı. Kıbrıs BaÅŸpiskoposu Makarios,Yunanistan’ın da desteÄŸini alarak 1954 yılında meseleyi BirleÅŸmiÅŸ Milletler (BM) gündemine taşımak istedi. Ancak ısrarla vurgu yaptığı plebisit sonuçları BM tarafından dikkate alınmadı.
Kıbrıs Ortodoks Kilisesi başpiskoposu III. Makarios.
Meselenin diplomasiyle çözülemeyeceÄŸini anlayan Rumlar, silahlı mücadele baÅŸlatma kararı aldılar. Yunanistan’dan silah ve finansman desteÄŸi almak isteyen Makarios, Atina’ya giderek hem hükümetle hem de bir grup “enosis” taraftarı askerle görüÅŸtü. Bu askerlerin arasında emekli subay, Kıbrıs asıllı George Grivas da vardı. GörüÅŸmenin sonucunda, açılımı Kıbrıslı SavaÅŸçıların Ulusal BirliÄŸi anlamına gelen EOKA terör örgütü kuruldu. EOKA, aslen adadaki Ä°ngiliz yönetimini tasfiye ederek Kıbrıs’ı Yunanistan’a baÄŸlamak amacıyla kurulmuÅŸtu ama çok geçmeden Türkler de hedef alınacaktı.
1 Nisan 1955'te EOKA, LefkoÅŸa, Larnaka, Limasol ve GazimaÄŸusa'daki çeÅŸitli Ä°ngiliz veya Ä°ngiliz baÄŸlantılı tesislere -radyo istasyonları, mahkemeler, polis karakolları, askeri kamplar ve Ä°ngiliz yöneticilerin evlerine- eÅŸzamanlı saldırılar baÅŸlatmıştı.
Rumların agresif tavırları, TMT’nin kuruluÅŸunu da hızlandıracaktı. 1940’lı yıllardan itibaren çeÅŸitli siyasi, kültürel ve hatta askeri oluÅŸumların içinde olan Kıbrıs Türkleri, istikrarlı ve tesirli birliklere sahip deÄŸildi. Türkiye’nin adadaki gerilimde taraf olmak istemeyiÅŸi de iÅŸleri zorlaÅŸtırıyordu. Kıbrıslı Türk liderlerin Türkiye Cumhuriyeti ile ilk resmi teması, 29 Eylül 1952’de gerçekleÅŸecekti. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu (KTKF) BaÅŸkanı Fazıl Küçük, Rauf DenktaÅŸ ile Ankara’ya gelerek CumhurbaÅŸkanı Celal Bayar, BaÅŸbakan Adnan Menderes ve DışiÅŸleri Bakanı Fuat Köprülü ile görüÅŸtüler. Fuat Köprülü, devletin o zamanki politikasını ÅŸu cümlelerle özetledi: “Åžimdi Yunan ile dostluk vardır, dostluklar zaruridir. Türkiye ayakta olduÄŸu müddetçe size kimse bir ÅŸey yapamaz.” Nitekim Fuat Köprülü’den önce, CHP hükümetinin dışiÅŸleri bakanı Necmettin Sadak da TBMM’de benzer bir beyanat vermiÅŸti. Askeri destek veya müdahaleden çekinen Türkiye, adayı ekonomik olarak yalnız bırakmak istemiyordu. Küçük ve DenktaÅŸ ile görüÅŸen Köprülü, adaya banka ÅŸubesi açılacağının, fabrika kurulacağının ve öÄŸretmen gönderileceÄŸinin müjdesini de vermiÅŸti. Bunlar, Kıbrıs Türklerinin motivasyonu için son derece kıymetli adımlardı.
Uluslararası toplumdan beklediÄŸini bulamayan Rum kesimi, EOKA eliyle silahlı mücadeleyi baÅŸlatmak istiyordu. 1 Nisan 1955’te eÅŸzamanlı olarak adanın birçok yerinde patlatılan bombalar, örgütün aksiyona geçtiÄŸinin habercisiydi. BaÅŸlarda Ä°ngilizleri hedef alan bu saldırılar, kısa sürede Türklere de yöneltilecekti. LefkoÅŸa’da bir polis karakoluna yerleÅŸtirilen patlayıcılar, 14 Türk’ün yaralanmasına ve pek çok evin zarar görmesine neden oldu. Bu durum karşısında endiÅŸesi artan Türk kesimi adına Fazıl Küçük, Türkiye, Ä°ngiltere ve BirleÅŸmiÅŸ Milletler'e telgraf çekerek olayları arz etti. Yakın zamanda saldırıların artacağı söylentileri de gerilimi tırmandırıyordu. Olayların ardından Kıbrıs’ta yeni bir dönemin baÅŸlatılması gerektiÄŸini düÅŸünen Ä°ngiltere, 29 AÄŸustos 1955’teLondra’da tarafları toplayarak bir konferans düzenledi. Toplantıya Türkiye adına katılan DışiÅŸleri Bakanı Fatin RüÅŸtü Zorlu, Kıbrıs’taki statüden memnun olduklarını ama eÄŸer bir deÄŸiÅŸiklik yapılacaksa adanın eski sahibine geri verilmesinin doÄŸru olacağını ifade eden bir beyanatta bulundu. YaÅŸanan geliÅŸmeler, devletin olaya bakış açısını da deÄŸiÅŸtiriyordu.
Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu (KTKF) BaÅŸkanı Fazıl Küçük, dönemin Türk DışiÅŸleri Bakanı Fatin RüÅŸtü Zorlu ve Rauf DenktaÅŸ.
Adadaki küçük çaplı örgütlenmelerin yeterli olmadığını düÅŸünen Kıbrıslı liderler Rauf DenktaÅŸ ve Bülent NalbantoÄŸlu, 26 Kasım 1957’de, Türkiye’nin Kıbrıs BüyükelçiliÄŸi'nde görevli Mustafa Tanrısevdi’nin evinde sabaha kadar süren bir görüÅŸme gerçekleÅŸtirdi. GörüÅŸmenin sonucunda Türk Mukavemet TeÅŸkilatı’nın kurulması kararlaÅŸtırdı. TeÅŸkilatın ilk broÅŸüründe, önceki örgütlere teÅŸekkür ediliyor ve artık bu yolda TMT ile yürüneceÄŸi haber veriliyordu. TMT ile Türkiye’nin ilk teması 1958 yılında gerçekleÅŸti. Ocak ayında Ankara’ya giden DenktaÅŸ, DışiÅŸleri Bakanı Zorlu ile görüÅŸtü. Türkiye desteklemezse hareketin daha fazla ilerleyemeyeceÄŸini söyleyen DenktaÅŸ, silah talebinde bulundu. Bunun üzerine mesele Genelkurmay BaÅŸkanlığı'na iletildi. Destek kararının çıkması yedi ayı bulmuÅŸtu. Çünkü BaÅŸbakan Menderes de dahil olmak üzere birçok bürokrat, meselenin diplomasi ile çözüleceÄŸine inanıyordu.
Türkiye ilk desteÄŸini göndereceÄŸi zaman ilk görüÅŸmenin üzerinden dokuz ay geçmiÅŸti. Adaya banka ve öÄŸretim müfettiÅŸi kimliÄŸiyle askeri uzmanlar sevk edildi. Türkiye, bu desteÄŸin aÅŸikâr olmasını istemiyordu. Buna göre Kıbrıs’a yapılacak askeri destek Özel Harp Dairesi tarafından koordine edilecek ancak tüm süreç ÅŸifahi yürütülecek ve yazışmalarda asla Türkiye veya Genelkurmay BaÅŸkanlığı’nın ismi geçmeyecekti. Türkiye, mücahitlere, yakalanmaları durumunda yalnız olduklarını da söylüyordu. Mücahit, TMT neferlerine verilen isimdi.
TMT'nin Mücahitler olarak adlandırılan milisleri.
Türkiye’nin politikası "taksim", yani adanın iki kesim arasında paylaÅŸtırılması veya "istidrat", yani adanın eski sahibi Türkiye’ye verilmesi yönünde deÄŸiÅŸiyordu. Bu arada TMT de mücadelesini sürdürüyordu. 27-28 Ocak 1958 tarihleri, en önemli olaylardan birine ÅŸahitlik etti. Protesto maksadıyla toplanan öÄŸrenciler ve sivil halkın üzerine kolluk kuvvetleri ateÅŸ açtı, Ä°ngiltere ordusuna ait araçlar halktan iki kiÅŸiyi ezerek öldürdü. Bunun sonucunda baÅŸlatılan mücadelede 100’den fazla Türk yaralanmış ve yedi kiÅŸi de hayatını kaybetmiÅŸti. Ä°ngilizler çareyi, ada genelinde sokaÄŸa çıkma yasağı ilan etmekte buldu. Bu olay, EOKA’yla mücadele etmek için kurulan TMT’nin, Ä°ngiliz yanlısı olmadığını göstermesi bakımından önemliydi.
TMT, mücadelesini ileri seviyede gizlilikle sürdürüyordu. TeÅŸkilatın baÅŸkanına “Bayraktar” denilirdi. TMT’nin ilk Bayraktar’ı, Türkiye tarafından gönderilen Ali Rıza VuruÅŸkan’dı ve ancak üst düzey yöneticiler tarafından tanınırdı. BeÅŸ kiÅŸilik hücreler hâlinde örgütlenen TMT’de herkes sadece kendi hücresindekileri tanır, diÄŸerleriyle olan iletiÅŸim çadır liderleri üzerinden saÄŸlanırdı. Çadır, bir hücreye verilen isimdi. Bölük yerine “oba” tabur yerine “otaÄŸ” deniliyordu. Bu isimlendirme, teÅŸkilatın Türk tarihinden esinlendiÄŸini gösteriyordu. Ayrıca mahalli merkezler “sancak” olarak isimlendirilmiÅŸ, teÅŸkilatlanma bunun üzerine kurulmuÅŸtu. TeÅŸkilata alınacak isimler büyük bir titizlikle seçiliyor ve gizlilikle yemin ettirilip göreve baÅŸlatılıyordu.
TMT'nin amblemi
Ä°ngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın sürdürdüÄŸü görüÅŸmeler sonucunda, 1959 yılında bir dizi anlaÅŸma imzalandı. Böylece hem birleÅŸik bir Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluyor hem de Türkiye’nin garantörlüÄŸü tescil ediliyordu. BirleÅŸik cumhuriyet anlaÅŸmasını imzalamalarının garantörlük anlaÅŸmasını desteklemek için olduÄŸunu belirten Menderes, böylece adada asker bulundurabileceklerini ve gerekirse hızlıca takviye gönderebileceklerini söyleyecekti. Ä°ÅŸler TMT lehine ilerlerken Türkiye’de gerçekleÅŸtirilen 27 Mayıs darbesi olumsuz bir etki yaratacaktı. Ülke yönetimini ele geçiren ama bu politikaya hâkim olmayan Milli Birlik Komitesi (MBK), Kıbrıs’la görüÅŸmelerin yazılı olmaması nedeniyle TMT’nin desteklenmesinden ve öneminden de haberdar deÄŸildi. Öyle ki TMT’ye gönderilen silahların ülkeden kaçırıldığına, mücahitlerin “Adnan Menderes’in kiÅŸisel silahlı ordusu” olduÄŸuna inanacak kadar ileri gitmiÅŸlerdi. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmuÅŸ ve adada sükunetin saÄŸlanmış olması da MBK’nin meseleyi önemsiz görmesine yol açıyordu. Hatta adaya atanan Büyükelçi Emin Dırvana, gençlik çalışmaları ve örgütlenmeler dahil olmak üzere Rumların tepkisini çekecek bütün faaliyetlerden uzak durmuÅŸ ve bir kısmını engellemiÅŸti. Rum yetkililerle polemiÄŸe girmek yasaklanmış, mücadele yanlısı mücahitler sindirilmiÅŸti. Kıbrıs’taki Türk-Rum geriliminde Türkleri haksız, Rumları ise barış yanlısı gören bu bakış açısı, Rauf DenktaÅŸ’a göre Türklere iki yılda 22 sene kaybettirmiÅŸti.
1961 yılında teÅŸkilatın yapısında da deÄŸiÅŸikliÄŸe gidildi. Neferlere mücahit yerine arı denildi. Oba ve otaÄŸ yerine de petek ve kovan isimleri kullanılmaya baÅŸlandı. Darbenin hemen ardından görevinden alınan Bayraktar VuruÅŸkan’ın yerine 1962 yılına kadar yeni bir atama yapılmadı. O yıllarda artan tacizler içinde Bayraktar ve Ömerli Camiilerine atılan bombalar ayrıca dikkat çekmiÅŸ ve TBMM tarafından da kınanmıştı.
1963 yılı itibariyle Rum kesiminin cumhuriyeti sürdürmek istemediÄŸi anlaşılınca Türkiye, TMT’ye desteÄŸini yeniden baÅŸlattı. 1964 yılında Ali Rıza VuruÅŸkan, TMT komutanı olarak tekrar atandı. Bu süreçte adaya BirleÅŸmiÅŸ Milletler Barış Gücü de gönderilmiÅŸ ancak Rum tarafının saldırılarını engellemekte yeterli olmamıştı. 5 AÄŸustos’ta baÅŸlayan saldırılar karşısında Türk köyleri TMT mücahitleri, siviller ve Türkiye’den gönüllü olarak gelen üniversite öÄŸrencileri tarafından savunuldu, Türk Hava Kuvvetleri’nin yaptığı uyarı uçuÅŸlarının da yardımıyla EOKA milisleri püskürtüldü.
TMT, 1974 yılına kadar devam eden çatışmalarda Kıbrıs Türk varlığınınteminatı olmuÅŸ, Türklerin can ve mal varlığını korumuÅŸtu. 1964’ten sonraki süreç daha çok Yunanistan’ın ve Kıbrıslı Rumların iç meselelerine göre ÅŸekillenecekti. Öyle ki Makarios’un 1970’li yıllar itibariyle uygulamaya koyduÄŸu pasif politika milliyetçi Rumları rahatsız edecek ve 15 Temmuz 1974’te gerçekleÅŸtirilen darbenin gerekçesini oluÅŸturacaktı. Aynı yıl Türkiye de garantörlük yetkisini kullanarak adaya “Barış Harekâtı” düzenleyecek ve Bağımsız Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulmasını saÄŸlayacaktı. TMT de 1976 yılında “Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı” olarak güncellenecek ve Kıbrıs Türk güvenliÄŸinin temelini oluÅŸturacaktı.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı'ndan bir kare.
Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi, 15 Kasım 1983 günü aldığı kararla devletin ismini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) olarak deÄŸiÅŸtirdi. TMT, kuruluÅŸundan bugüne kadar yaptığı çalışmalarla Türklere ait bir devlet kurulabilmesini saÄŸlamıştır. Bugün KKTC Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı olarak polis teÅŸkilatını da bünyesinde barındıran TMT, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne baÄŸlı Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri altında çalışmalarını sürdürmektedir. Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı personeline bugün hâlâ “mücahit” denilmektedir. Günümüze kadar devam eden bu süreç, barış saÄŸlamak isteyen tarafların askeri güce sahip olmaları ve muhatabın olası saldırılarına karşı hazırlanmaları gerektiÄŸini açıkça gösteriyor. TMT’nin baÅŸarıyla uyguladığı bu strateji, Kıbrıs’taki güvenliÄŸin saÄŸlanması için tek çözüm yolu olarak görünüyor.
Müellif: Abdurrahman Selim Çelikbilek / Kaynak: Gzt-Mecra
*plebisit: Devletler hukukunda bir ulusun hangi devlete baÄŸlanmak istediÄŸini belirtmesi için baÅŸvurulan oylama.
Henüz yorum yapılmamış.