Güncel
Gökhan Özcan / “Ey kalbi olanlar!”
Yanlış tarafa doğru gittiğimizi herhalde bütün akıl sahipleri görüyor. Sürdürülemez bir döngünün içinde dönüp duruyor, adeta şaşkın kediler gibi kuyruklarımızı kovalıyoruz. Mutlu olmak adına koyduğumuz hedefler daima uzağımızda duruyor, biz yaklaştıkça bizden kaçıyor. Kazara yakaladıklarımızın da bizi mutlu etmediğini, avuçlarımızın içinde yalancı bir kıvılcım gibi sönüp gittiğini görüyoruz.
Gökhan Özcan / Yeni Şafak
Yeni dünyada somut hedefler, vizyoner stratejiler, kariyer planlamaları, standartları yükseltme ya da sınıf atlama hesapları, uzun yaşama temrinleri ile geçiyor insanların ömrü. En küçük yaşlardan en ileri yaşlara kadar bir koşturmaca, bir telaş, bir yetişme çabası... Bütün bu karmaşadan başını kaldırıp “Hayat nedir?” diye sormaya kimsenin ne vakti, ne takati, ne de cesareti var artık. Hayat hakkında düşünmeye ihtiyaç duymayan, yaşadıklarının künhüne varmayı, tutturduğu istikametin kendisini nereye götürdüğünü merak etmeyen insan kendi mânasına erebilir, hayat içindeki aslî yerini bulabilir, kalıbını hakkıyla doldurabilir mi?
“Hayatın mânası Amentü’ye inananlar için ne müphemdir, ne de muğlak” diyor ‘Kalbin Sesi İle Toprağa Dönüş’ kitabının sunuş yazısında Mustafa Kutlu. Has bir dikkatle bakarsak, kalbimizde değilse bile, hayatımızda bu mânada bir müphemlik, bir muğlaklık bulunduğunu görmemiz icap eder. Bugün, Amentü’nün hakikatine inandığımızı en az eskisi kadar yüksek sesle ikrar etmekle birlikte; ‘realite’ diye hayatımıza sonradan kattığımız bir başka şeye de çoğumuz garip bir sorgusuz sualsizlikle inanır hale geldik. “Realite gerçek demek, gerçeklik demek; bunun hakikatten farkı ne?” diye soranlar olabilir. Hakikat, Hakk’ın koyduğu mutlak kaidenin, bu kaideden vücut bulan mânanın ve bizi bu mâna üzerinde sabit kadem kılan istikametin adı. Realiteyi ise sınırlı varlıklarımızla bu dünyadan toplayıp denkleştirdiğimiz malzemelerden bizler imal ediyoruz. Tabiatıyla realite değişken ve yanıltmaya pek ala müsait... Yeni dünya böyle bir oynak, güvenilmez zemin üzerinde inşa edildi ve zaten yanıltmaya ne kadar açık olduğunu da yaşayarak görüyoruz.
Yanlış tarafa doğru gittiğimizi herhalde bütün akıl sahipleri görüyor. Sürdürülemez bir döngünün içinde dönüp duruyor, adeta şaşkın kediler gibi kuyruklarımızı kovalıyoruz. Mutlu olmak adına koyduğumuz hedefler daima uzağımızda duruyor, biz yaklaştıkça bizden kaçıyor. Kazara yakaladıklarımızın da bizi mutlu etmediğini, avuçlarımızın içinde yalancı bir kıvılcım gibi sönüp gittiğini görüyoruz.
Peki ne yapmalı? Bizi yanlış tarafa götüren istikameti bırakıp doğru istikamete nasıl dönmeli? Buna imkan var mı? “Artık çok geç!” diyorsak, “Realiteyi kabul etmek lazım!” diyorsak, “Keşke ama...” diye söze başlıyorsak, Allah muhafaza, zihnimizdeki müphemlik ve muğlaklığın bir zaman sonra kalbimize sirayet etmesi tehlikesi var. Ki böyle bir şey olursa, artık tutturduğumuz o yanlış istikamet bize doğruymuş gibi görünmeye başlayacaktır.
“Ey kalbi olanlar! Ümit ve korku arasında bulunanlar! Takva sahipleri için zaman yok hükmündedir. Her an her şey olabilir!” diyor Mustafa Kutlu, ‘Kalbin Sesi İle Toprağa Dönüş’te. Eğer ezberin ötesine geçebilirsek, bilmeliyiz ki bu ifadelerin mânası Amentü’ye dahildir. Amentü’ye inanıyorsak bu muammayı çözmek, zihnimizi ve kalbimizi kilitleyen fikrisabitlerden kurtulmak zorundayız. Aksi halde sadece bizi hakikatte tutacak istikameti kaybetmekle kalmayacak, kalbimizin sesini de duyamaz hale geleceğiz.
Yanlıştan dönmek için yapılacak şey belli. Kalbimizin sesine kulak vermek ve onun gösterdiği istikamete doğru bir adım atmak gerek. Aksi halde yeni dünya denen bu tahripkâr karmaşanın içinde kaybolup gideceğiz. Kaybettiğimiz yol haritasını arayıp bulmadan, bizi kendi hakikatimizde tutacak bilgiye yeniden içimize sindirmeden, varabileceğimiz hayırlı bir menzil yok çünkü.
Sonraki yazıda devam edelim inşallah...
Henüz yorum yapılmamış.