Dost-düşmana karşı mutluluk siyaseti
İngilizlerin ünlü filozofu Thomas Hobbes’un “insanı insanın kurdu” olarak tasvir eden tanımı bu siyaset tarifine de fazlasıyla uyuyor. Aslında bu temel tarifte siyasetin düşmanları karşısındaki dostlar da son tahlilde birbirlerinin düşmanı olur, birbirlerini yemeye başlarlar. Bütün devrimlerin evlatlarını yemesinin mukadder olması biraz da insanın bu trajik tarifine uygundur.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
Siyasetin dost ve düşman ilişkisinden ibaret görülen tanımı, büyük ölçüde gücünü siyaset alanındaki genel geçer gözlemlerden alır. Mebzul miktarda örnek ortaya koyabiliyor, hatta en sıradan her türlü gözlemcinin doğrulayabileceği, tekrar tekrar görebileceği örneklerden hareket ediyor. Buradan yola çıkarak bir genellemeye, tüme varıma ve bir siyasetçi tipolojisine ulaşılabiliyor.
İngilizlerin ünlü filozofu Thomas Hobbes’un “insanı insanın kurdu” olarak tasvir eden tanımı bu siyaset tarifine de fazlasıyla uyuyor. Aslında bu temel tarifte siyasetin düşmanları karşısındaki dostlar da son tahlilde birbirlerinin düşmanı olur, birbirlerini yemeye başlarlar. Bütün devrimlerin evlatlarını yemesinin mukadder olması biraz da insanın bu trajik tarifine uygundur.
İnsanın özüne kötülük atfeder bu tarif, hatta gem vurulması gereken bir vahşilik de yakıştırdığı için ona en uygun yönetimin güçlü ve despot bir yönetim (Leviethan) olacağını da vazeder. Oradan ne tür rejimlerin önünün açıldığı ne tür siyasetlerin teorik zemininin hazırlandığı malum.
Siyaseti dost-düşman ilişkisi olarak görmenin aslında alternatifi asla yok değildir. İslam’ın geniş vizyonundan hareket eden İslam filozofları siyaseti bambaşka bir temelde tarif etmişlerdir: Tahsilu’s-Saade yani “Mutluluğun kazanılması.” Siyasetin nihai amacı düşman kategorisinin mutlaklaştırılarak, ona karşı kural tanımaz bir mücadele yürütülmesi değildir. Bu çerçevede düşmana karşı dostları da mutlaklaştırarak onları da her türlü ahlaki ölçünün ötesinde kayırmak hiç değildir.
Dost-düşman ilişkisine indirgenen siyasette düşmana adil davranmanın gereği yoktur. Düşman olarak görülen rakip, kendisine karşı adalet terazisinin işlemediği bir taraftır. Her türlü muameleyi, ayırımcılığı, dışlamayı, adaletsizliği hak ediyordur.
Oysa mutluluğun kazanılması olarak siyasetin özü bütün insanlara karşı adaletle hükmetmektir. Adalet mülkün, yani yönetimin temeli olduğu kadar, mutluluğun da temelidir. Bu mutluluğun ise hüküm dairesine giren herkesi kuşatması esastır.
Adalet sadece belli dostluk dairesine ait, aynı gruba, millete, partiye mensup insanlar arasında gözetilmez, o daire ile başka dairelerdekiler arasında da aynı şekilde tesis edilir. Bir kavme şu veya bu sebepten dolayı oluşmuş bir öfke veya düşmanlık dahi o kavme mensup insanlara karşı adaletsizliğe sevk etmez. Ediyorsa, bunun adı artık adalet olmaz.
Toplumun topyekûn mutlu olması elbette çok zor belki de fiili engellemeler karşısında ütopik bir süreçtir, ama bu bir Müslüman siyasetçi için siyasetin hedefidir. Belki en zorlu engellerinden biri siyaseti bir düşmanlık olarak algılayanlardır. Siz dost eli uzatsanız da onlar düşmanlıklarını açık veya gizli sürdürürler. İçten içe besledikleri hınçla adil davranışı bile sündürmeyi, etkisiz hale getirmeyi başarabilirler.
Bugün siyasetin kutuplaşmasından en çok şikâyet edenlerin dillerine hâkim olan kin, nefret ve düşmanlık dili aslında iki tarz-ı siyasetin karşılaşmasını da gösteriyor. Muhalefetin toplumu daha da mutlu edecek, hep birlikte daha mutlu ve huzurlu kılabilecek herhangi bir siyaset önerisini duyan yok. Bütün söylemler ve eylemler toplumun belli bir kesimini dışlamaya, onlara karşı aslında bir ayırımcılığı dahi reva görmeye dönük.
Aslında CHP muhalefetinin siyasi iddialarını en iyi yansıtan eylemlerinden biri Cumhuriyet mitingleriydi (2007) ve burada sergilenen dil sonraki bütün siyasi iddialarının da altını çiziyordu. Türkiye’nin yakın geçmişindeki en geniş katılımlı toplumsal hareketlerinden birini oluşturan o mitingler, mesela, bir ayırımcılığa karşı bir hak talebi veya gasp edilmiş bir hakkın iddiası değildi. Aksine toplumun belli bir kesimine karşı sürdürülmekte olan bir ayırımcılığın devam etmesini isteyen ibretlik bir hareketti. Yüzbinlerce insan toplumun büyük çoğunluğunun (dindar muhafazakâr kesimin) Türkiye’de eşit haklara sahip olamayacağını, olmaması gerektiğini savunmak üzere toplanıyordu.
Halksa halk, mitingse miting, gösteriyse gösteri. Demokrasinin bütün sembolleri toplumun büyük çoğunluğuna karşı bir kin ve nefreti kurumsallaştırmak üzere motive edilebiliyor. Böyle bir siyasi harekette küçük bir azınlık kendi mutluluğu için büyük halk çoğunluğunun mutsuzluğunu talep ediyordu.
Tabii İslam siyaset felsefesinin tahsilu-Saade ilkesi ile hiçbir ilgisi olmayan bir mutluluk bu. Başkalarına karşı adaletsizlik, haksızlık, ayırımcılık üzerinden, yani başkasının mutsuzluğu sayesinde temin edilen bir mutluluğa tamah etmek, nihai anlamda insanı mutlu da etmez. O siyasetin verdiği geçici uyuşturucu-mutluluğun ardından sadece hüsran vardır.
CHP’nin Bolu Belediye Başkanı’nın vatan kurtarır gibi sergilediği ilkel ırkçılıkla birilerini mutlu ettiği açık. Sergilediği ilkelliğin belediye meclisinin bütün CHP üyelerince oy birliğiyle kabul edilmesi, CHP siyasetinin ülkeye, topluma ne vaat ettiğine dair de ciddi bir işaret. Yabancıyı düşman olarak algılayan, ona kurtluğu reva gören yaklaşımdan kime ne hayır gelir? O kurtluk istidadı döner kendi insanına da çalışır ve eninde sonunda kendi dostunu da yer.
CHP’nin yıllarca ülkeye reva gördüğü muamele ile kendi içindeki çekişmeler birbiriyle ilgisiz mi sanki?
Henüz yorum yapılmamış.