Kim kutuplaşıyor, kim, neden kutuplaştırıyor?
Toplumda mutlak rızayı temin etmek ise bütün kesimlerin tatmin edilmesi ile mümkün olur ki, bu zaten en zor hatta imkânsız bir şey. Bu kadar farklılığın oluşturduğu beklentileri hangi birleştirici unsur bir arada tutabilir?
Yasin Aktay / Yeni Åžafak
Toplum, doÄŸası itibariyle birbirinden farklı insanların, farklı ekonomik, sosyal ve kültürel özelliklere siyasi eÄŸilimlere sahip insanların yaÅŸadığı bir yapıdır. Bu farklılıkların bir arada belli bir uyum ve ahenk, hatta bir iÅŸbölümü içerisinde yaÅŸayabilmeleri biraz da o toplumun siyasi düzeninin kurduÄŸu denge ile mümkün olabiliyor. Bu denge siyasi erkin toplumda saÄŸladığı rıza düzeyi ile temin edilir. Toplumda mutlak rızayı temin etmek ise bütün kesimlerin tatmin edilmesi ile mümkün olur ki, bu zaten en zor hatta imkânsız bir ÅŸey. Bu kadar farklılığın oluÅŸturduÄŸu beklentileri hangi birleÅŸtirici unsur bir arada tutabilir?
Belki bu yüzden toplumda birbiriyle telafisi mümkün olmayan çıkarları ve beklentileri birleÅŸtirici-tutkal bir ideoloji, bir toplum hikayesi, bir millet tanımı, dolayısıyla ortak bir deÄŸerler bütünü bir arada tutabilir.
Millet kavramı belki bu yüzden bir arada yaÅŸaması mümkün olmayan toplumu bir arada tutan en önemli harçlardan biri olarak çıkar ortaya. Bu milletin ırk, dil, hanedan, din veya bambaÅŸka yeni bir hikâyeye dayanması mümkün. Önemli olan insanların bir arada yaÅŸayabilmek için kendi çıkarlarından birliÄŸi temin etmeye yetecek kadar feragat edebilmeleridir.
Bu, aslında insanın toplumda yaÅŸamasının bir nimet olduÄŸunu idrak etmesi ve bu nimetin de bir borçlanma ürettiÄŸini, bu borcu ödeyebilmek için de bir miktar tahammüllü, hoÅŸgörülü olması gerektiÄŸini görmesi demek.
Medeniyet bu borçluluÄŸu idrak edenlerin kurabildiÄŸi bir yapıdır. Hepimiz birbirimize borçluyuz. Tabiata borçluyuz. Hepsinin üstünde Allah’a borçluyuz. Toplumsal iÅŸbölümü herkesi herkese borçlu kılıyor. Medine, yani medeniyetin özü olan ÅŸehir hayatı bu borçluluÄŸumuzun en önemli ifadesi.
Kelime “din”den geldiÄŸi gibi “deyn”e uÄŸrayarak gelir. Deyn yani borç. Borçluyuz, ÅŸehirde yaÅŸayan herkese. Åžehrin bize sunduÄŸu imkanlar birer nimet ve bu nimette ÅŸehirde yaÅŸayan herkesin bir katkısı var. Bu borcu ancak biz de kendi iÅŸimizi en iyi ÅŸekilde yaparak ve baÅŸkalarına da saygı ve ÅŸükran duyarak eda edebiliriz.
Herkes kendini borçlu olarak görürse ÅŸehir birbirine nezaketle davrananların kurduÄŸu mükemmel bir dünyaya dönüÅŸür. Oysa sorun herkesin kendini borçlu olmaktan önce alacaklı olarak görmesinden geliyor. Herkes borcunu görmediÄŸi halde alacaklı olduÄŸu hissiyle hareket edip borcunu en agresif ÅŸekilde tahsil etmenin peÅŸine düÅŸüyor.
Elbette mantıksal olarak herkes bir ÅŸekilde birbirine borçluysa herkes birbirine karşı alacaklıdır da. Ancak iÅŸin kötü tarafı hiçbir borç duygusu taşımadan insanların alacaklı üstünlüÄŸüyle hareket etmesi.
Bu ÅŸekilde tasvir edilmiÅŸ bir sahne ahlakı temellendirir daha ziyade, ancak tarafların ahlaka riayeti de siyasetin dinamiklerinden bağımsız olmuyor. Siyasal alan ise tam da bu noktada insanların borcundan ziyade alacağından yola çıkılarak düzenleniyor ve kaçınılmaz olarak bir çatışmalar alanına dönüÅŸüyor.
Tam da bu yüzden ünlü Alman siyaset felsefecilerinden Carl Schmitt’in siyaseti dost-düÅŸman iliÅŸkisi olarak tanımlayışı ahlaki olarak kabullenilmesi zor ve acı olsa da maalesef fiilen geçerli olanı tanımlıyor. Bugün siyasetin bir dayanışma alanı olarak iÅŸ görmesi neredeyse imkânsız görünüyor.
Ä°ktidarın hep ÅŸikâyet ettiÄŸi, “muhalefetin ak dediÄŸimize kara, kara dediÄŸimize ak demekten baÅŸka bir ÅŸey yapmaması, hiçbir iyiliÄŸi takdir etmiyor olması, sürekli olumsuzluklara odaklanıp hep negatif bir söyleme raÄŸbet etmesi” algısı siyasetin bu düÅŸmanlık kuralının iÅŸleyiÅŸinden baÅŸka bir yere çıkmıyor.
Bu derin mevzuya biraz da yaşadığımız yangın afeti karşısında muhalefetin sergilediği tutuma bakarak giresim geldi.
Afetlerin bir toplumda ortak bir hassasiyet dili, duygusu ve tutumu geliÅŸtirmesi beklenir. Hatta afetler bir toplumun dayanışması için, dolayısıyla normal zamanlarda ayrışan hayatlar, bakışlar, tutumlar arasında bir yakınlaÅŸma getirmesi beklenir, normalde öyle de olur. Oysa böyle bir afetin bile insanları daha fazla ayrıştırdığı bir manzarayla karşı karşıyayız. Çıkan afeti bile husumeti için bir malzemeye bir gerekçeye dönüÅŸtürme telaşı toplumun siyasetin dost-düÅŸman telakkisine haddinden fazla kapılmış olduÄŸunu gösteriyor.
Herhangi bir olaya bakışta muhalefette suhulet kalmamış. Kullandıkları dil tam bir kin, nefret ve düÅŸmanlık dili. Ülkeyi sahiplenme tarzları, bu ülkede yaÅŸayan herkese yer olduÄŸu düÅŸüncesine hiçbir yer bırakmıyor. Bu ülke bizim ve bu ülkenin seçilmiÅŸ yöneticileri tesadüfen bu ülkeyi seçimlerle de olsa ele geçirmiÅŸ düÅŸmanlarmış gibi bakıyorlar.
O yüzden seçimleri bile ÅŸimdiden bir tasfiye ve kıyım için bir yol veya fırsat olarak gördüklerini ifade etmekten kaçınmıyorlar.
Bütün bunlara raÄŸmen bir de kutuplaÅŸmadan bahsetme piÅŸkinliÄŸini sergilemiyorlar mı? Gerçekte dışlayan kim, kutuplaÅŸtırıcı dili kullanan kim, çetelesini hatırlatmaya ne dersiniz?
Vakıa, bu anlayışın yönettiÄŸi zamanlardan da geçti bu ülke. Allah bir daha fırsat vermesin.
Henüz yorum yapılmamış.