Gökhan Özcan: Dünyanın merkezi
Tabiatın içinde insan için en doğru yer, herhangi bir kır çiçeğinin durduğu yerden farklı değildir. İnsan, bir kır çiçeğinden fazlasını istemeye başladığında, kendini adım adım tabiatın kadim denkleminin dışına çıkarır.
Dünyamızın merkezi nerede? DaÄŸlar, denizler, kırlar, bulutlar arasında mı yaşıyoruz; yoksa bloklar, duvarlar, geçitler, tüneller arasında mı? Çevremizde neler var? Yıldızlar mı, ay ve güneÅŸ mi? AÄŸaçlar, çiçekler, börtü böcek mi, ılık bir esinti gibi her yanımızı saran ahenk mi? Yoksa arabalar, ticarethaneler, fabrikalar, ekranlar, trafik ve kargaÅŸa mı? Zihnimizde ne var? Anlama arayışı, idrak çabası, tefekkür gayreti mi? Yoksa katılmış kavramlar, sabit fikirler ve donuk duygular mı? Kalbimizde ne var? Sıcaklık ve muhabbet mi? Kaskatı bir soÄŸuk ve nefretler mi? Dünyamızın merkezi nerede?
“Isak, başı açık ve Ä°sa adına tarlada yürüyor, buÄŸdayını ekiyordu; elleri olan bir aÄŸaç kütüÄŸü gibiydi, ama ruhuyla bir çocuk. Tohumu her serpiÅŸinde olanca kollayışını kullanıyor, gönlünde bir hoÅŸnutluk, bir kulluk hissediyordu. Ä°ÅŸte, ÅŸimdi buÄŸday filizlenecek, çok taneli baÅŸaklar haline gelecektir; dünyanın her yerinde buÄŸday ekilirken bu böyle olur. DoÄŸu’da, Amerika’da, Gudbradstal’de... Ah, ÅŸu dünya ne kadar büyüktü; Isak’ın tohum ektiÄŸi ÅŸu minicik tarla ise herÅŸeyin merkezi oluyordu” diye yazmış Knut Hamsun, ‘Dünya Nimeti’ kitabında.
Günümüzün en çok kullanılan kavramlarından biri herhalde ‘doÄŸal hayat’... Yeni zamanlarda sözü fazlaca edilen diÄŸer her ÅŸey gibi ‘doÄŸal hayat’ da yaÅŸantımız içinde kendisine kavramsal bir yer tayin ettiÄŸimiz, muhtevasını neredeyse bütün bütüne kutsadığımız ama gerçek anlamda tecrübe etmediÄŸimiz, etmekten giderek uzaklaÅŸtığımız dil eÄŸlencesi lakırdılarımız arasında kendine fazlasıyla yer buluyor. Oysa insanın tabiatla arasında sözel-kavramsal irtibatlar geliÅŸtirmesi, tabiatın sahici bir tecrübe olarak yaÅŸandığı zamanlarda pek ihtiyaç duyulan bir ÅŸey deÄŸildi. Ä°nsanın tabiat hakkında konuÅŸması, yazması, tabiatı farklı formlarla resmetmesi süreci, sosyal hayattaki deÄŸiÅŸimlere baÄŸlı olarak toplumun farklı kesimlerinin kırlardan, tarlalardan, bahçelerden yavaÅŸ yavaÅŸ büyük ÅŸehirlere, salonlara, kütüphanelere, konaklara geçmesiyle ortaya çıkmış ve geliÅŸmiÅŸtir. Buna paralel olarak insanlığın tabiatla ilgili pastoral söz ve imaj koleksiyonu büyümüÅŸ ve zenginleÅŸmiÅŸtir, kabul! Ancak eÅŸ zamanlı olarak insanların tabiatı doÄŸrudan tecrübe etmekten tedrici olarak uzaklaÅŸmaya baÅŸladıkları da bir gerçektir. Bugün tabiat hakkında, akıllara seza denebilecek büyüklükte sözlü ve görsel malzemeye, ucu bucağı olmayan zenginlikte bir birikime sahibiz; buna karşılık, tabiatı doÄŸrudan, en doÄŸal, en yalın haliyle tecrübe eden, ‘doÄŸal hayat’ı ona tahakküm etmeye çalışmadan, bir parçası olmayı kabullenerek yaÅŸayan pek az insan var. Dolayısıyla, biz ‘doÄŸal hayat’ lakırdılarını dilimizden düÅŸürmezken, aslında uzanıp dokunmaya cesaret edemediÄŸimiz bir ütopyadan, hayali bir ‘uzak ülke’den söz etmiÅŸ oluyoruz. Bu aynı zamanda insanın kendi tabiatıyla mesafesini de açıklayan derinlikte bir kayıp!
Mihail Yuryeviç Lermontov’un ‘Zamanımızın Bir Kahramanı’ kitabından tefekküre ÅŸayan birkaç satır: “Tabiatın büyüklüÄŸünün, güzelliÄŸinin yarattığı duygu, basit kalplerde, bizim gibi, sözle olsun yazıyla olsun, coÅŸkuyla hikayeler anlatan kiÅŸilerin kalplerinde olduÄŸundan çok daha güçlüdür”
Tabiatın içinde insan için en doÄŸru yer, herhangi bir kır çiçeÄŸinin durduÄŸu yerden farklı deÄŸildir. Ä°nsan, bir kır çiçeÄŸinden fazlasını istemeye baÅŸladığında, kendini adım adım tabiatın kadim denkleminin dışına çıkarır.
Saksıda yetiÅŸiyor olmak, salonun bir köÅŸesinde ömür sürmek bir çiçeÄŸin havaya, suya, güneÅŸe ihtiyacını ortadan kaldırmaz. Ä°nsan için de bu böyle, solgun hayatlarımızın, neÅŸesiz insanlıklarımızın temelinde kendi tabiatımızın uzağına doÄŸru yaÅŸamaya çalışmamızın etkisi büyük!
YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.