Ergün Yıldırım: Taşra sosyolojisi dinamizmi yendi
Taşrada siyaset, ticaret ve tarikat ilişkileri mahalle havasıyla hareket eder. Merkezin gözünde ise taşra ayaklanmaların, dinciliğin, iflah olmaz şikayetlerin ve çatışmaların yuvası. Bu nedenle demokrasi Türkiye’ye gelince, “onların ayağına mı gideceğiz” der merkez.
Bugüne kadar Beyaz Türklerin sosyolojik eleştirisini çok yaptık. Şimdi de merkeze yürüyen ve çevreden gelen taşra sosyolojisine bakmakta yarar var. Buna da eleştirel yaklaşmalıyız. Kendi üzerimize düşünmek ve kendimizi yenileyebilmek için bu elzemdir.
Sosyolog Edward Shils ve siyaset teorisyeni Rokkan, merkez ve çevre teorisiyle toplumları açıklıyorlar. Türkiye’de de Mardin bunu yapıyor. 1990’lardan itibaren bu teori Türkiye’de herkesi büyüledi. Çünkü Türkiye’de ilk defa tarihte eşi görülmeyen bir çevre nüfusu merkeze kayıyordu. İstihdam, inanç özgürlüğü, eşit rekabet ve dünya talepleri buna eşlik etti. ANAP ve Ak Parti bu sosyolojinin siyasal tezahürü ve temsilcisi oldu. Merkezde bu yükselen çevreleri, değerleri ve talepleri temsil ettiler. Merkez, önce başörtüsü yasakları ile simgesel dışlamayı ortaya koydu. Nilüfer Göle bunu Modern Mahrem kitabında ifade ediyor. Karşı çıkılan salt bir başörtüsü değil, başörtüsüne eşlik ederek merkezin içinde temsil talebinde bulunan kültürdür. Bu da büyük oranda çevre nüfusuyla geliyordu. Çünkü şimdiye kadar merkezde Batıcı çağdaş kültürün egemenliği vardı ve başörtüsü burada ancak hizmetçi olabilirdi.
Çevre ticaret, akademi, medya ve siyaset alanında da eşitlik ve paylaşım talepleriyle merkezi zorlarken onu belli ölçüde dönüştürüyordu. İslamcılık, bunun dinamik entelektüel ve aktörel yönünü oluşturuyordu. Fakat bu yükselen dinamizm taleplerini oluşturan sosyolojik zemin büyük ölçüde taşra. Toprağı sert, dağları bol, inancı kapalı ve şifahi, geçimi zor. Milliyetçi ve dini unsurlar iç içe. Batı’ya, modernliğe ve demokrasiye karşı her zaman müphemiyet içinde. Elbette bu müphemiyet doktrinel olmaktan öte demokrasinin “yabancı diyarlar”dan gelmesiyle ilgili. O nedenle onunla her zaman pragmatist ilişki kuruldu. Kur’an okumasına ve camiye gitmesine ses çıkarmayacak, şehre indiğinde onu yadırgamayacak, ticaret yaptığında engel çıkarmayacak ve işi Ankara’ya düşünce yardımcı olacak ise bu demokrasi iyi bir şeydir. Hepsi bu kadar. Varoluşsal bir ilişkisi yoktur. Bu nedenle araçsal bir ilişki gelişir.
Taşra sosyolojisi her zaman mağdurluğun yürüdüğü bir yer. Dayak yenilmiştir jandarmadan, takke ile dolaşınca aşağılanmıştır, özgüven eksikliği vardır ve şehir hem ütopya hem de “gavurluk” tehditlerin görüldüğü yerdir. Eğlenildiği ve alışveriş yapıldığı dünyadır. Taşra, aynı zamanda kurnazlığın, tuzaklar kurmanın, küçük hesaplar peşinde koşmanın ayakta kalmak için ihanetlerle yaşamanın sosyal dünyasıdır. Taşra, küçüktür. Yolları küçük, köprüleri küçük evleri küçük, yerleşim yerleri küçük. Ufkuyla da küçüktür. Zekalarını her zaman büyük şehirlere kaptırır ve bu nedenle kalan “vasatlarla” varlığını sürdürür. Taşrada siyaset, ticaret ve tarikat ilişkileri mahalle havasıyla hareket eder. Merkezin gözünde ise taşra ayaklanmaların, dinciliğin, iflah olmaz şikayetlerin ve çatışmaların yuvası. Bu nedenle demokrasi Türkiye’ye gelince, “onların ayağına mı gideceğiz” der merkez. Merkez taşrayı etnik sorunlar ve tarikat tehditleri ile algılar. O nedenle zapt-ı rapt altına almak esastır. Özel kanunlar çıkarılır, özel görevliler atanır. Sık sık iskan politikaları uygulanır.
Taşra, kaderine terk edilen yerdir çoğunlukla. Yoksunluklar ve yoksulluklar beraber yaşanır. Merkezin müdahalelerinden korunmak için kimi kez tepki gösterir, kimi kez de sırnaşık tutumlar içine girer. O nedenle merkezden çok merkezci görünmeye çalışır. Fötr şapka takar, hatta kelebek kravat bile iliştirir boynuna. Ama ne şapka kültürü ne de fötr şapka kültürüyle aşinadır.
1990 tarihlerinde dünya ile beraber büyük dönüşüm yaşama umuduna yöneldik. Taşra yeni bir hareket, yeni bir düşünce ve yeni bir çevre ile boy gösterdi: Milli Görüş, İslamcılar ve muhafazakarlar. Bu defa merkezi dönüştürecek orta sınıf teorileri ve merkez-çevre teorileri de buna eşlik etti. Üniversiteler açıldı, yeni medya kanalları doğdu, liberal değerler ve serbest piyasa oluştu. Ama taşra sosyolojisi aslında büyük ölçüde varlığını derinden derine sürdürdü. Rafine benlikler oluşmadı. Etik ve estetik bilinçler çoğalmadı. Taşranın sert, yoksunluk ve dar bilinci devam etti. Bu bilinç görünmez kudretiyle hâkim hale geldi. Muhafazakârlık, İslamcılık ve dini aktörler egemen hale gelince bu sosyolojinin ruhuyla hareket ettiler. Beyaz oligarşi yerini esmer oligarşiye bıraktı. Kültürel hoyratlıklar yeni tarzlarla ortaya çıktı. Türkiye, bu kuşağın dinamik İslami bilincini de tüketti. Erken büyüme ve siyaseten katl ile hayatlarına son verdiler.
Yenişafak
Henüz yorum yapılmamış.