Mustafa Kutlu: Akıntıya karşı; fikirde iktidar
Tek vazgeçilemez olan inancımızın naslarıdır, onun dışındaki her şeyi geleceği kucaklayacak şekilde yeniden yorumlamak, yeniden üretmek mümkündür.
Her ÅŸeyin yegâne ölçüsünün para olduÄŸu yerde adâletin ve refahın hüküm sürmesi imkânsızdır.
Thomas Moore
Yazılarımda “Akıntıya Karşı” genel baÅŸlığını kullandığım görülüyor. Okuyucu sorabilir: Nedir bu “akıntı”?
Efendim bu “akıntı”, kan içici kapitalizmin tüm dünyayı (insanı-tabiatı-hayatı) önüne katıp sürükleyen boz-bulanık ve karanlık selidir, sömürü düzenidir. Ha küresel, ha ulusal farketmez. Öyle bir güç temerküzü saÄŸlamıştır ki; bilim insanları, üniversiteler, laboratuvarlar, uzmanlar, ilaçlar ve silahlar, bürokratlar, iÅŸçiler, ÅŸirketler, hukuk-iktisat ve siyaset, eÄŸitim ve sanat bu gücü biat etmiÅŸtir, onun emrinde çalışır.
Tek bir istisnası vardır bunun.
“Âmentüye inananlar”. Onların kalbi, imanı, zihni ve fikri. Bu insanların potansiyel “isyan ahlâkı” akıntıya karşı çıkabilir. Peki nerede bu insanlar?
Neden bir bayrak açıp zulme karşı çıkmıyorlar?
Demek ki ortada bir “zaaf ve gaflet hali” var. Açılacak bayrağın, temsil edeceÄŸi düzenin esasları ve ayrıntıları hakkında yeterli ilmî-fikri bir birikime, hadi adını koyamadığımız bir “ideoloji”ye ulaşılmamış. Cebren ve hile ile fethedilip yıkılan kalelerinin yerine yenileri inÅŸa edilememiÅŸ. “Akıntıya karşı” çıkmak için yeterli güç temerküzü (maddî-manevî) vücut bulmamış. Bu sebepten olsa gerek Sayın Recep Tayyib ErdoÄŸan 19 Ekim 2020 Pazartesi günü Ä°bn Haldun Üniversitesi Külliyesi açılış töreninde sitem dolu bir konuÅŸma yaptı. Bence bu konuÅŸma Sayın ErdoÄŸan’ın o güne kadar yaptığı en önemli konuÅŸma idi.
Sözlerinin muhatabı elbette ki ulema ile akademyadır. KonuÅŸmanın bir kısmını veriyorum:
“Kendi köklerimizi tamamen unutarak veya dışlayarak iki asırdır kendimize yol ve yön bulmaya çalışıyoruz. Bir baÅŸka ifadeyle, fikri bir buhranın içinde çırpınıyoruz. Hâlbuki siyasi bağımsızlığın da, ekonomik bağımsızlığın da temelinde fikri bağımsızlık yatar. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ülkemizin bu süreçte yaÅŸadığı tartışmaların merkezinde hep geleceÄŸimizi nerede arayacağımız sorusu yatmıştır. Sonuçta, ülke ve millet olarak kendimizi, kontrolsüz bir BatılılaÅŸma fırtınasının içinde bulduk. Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiÅŸtirmek için çıkılan yolun, en sığından, en bayağısından, en çarpığından bir Batı taklitçiliÄŸine dönüÅŸmüÅŸ olması, Cumhuriyetimiz’in en büyük kaybıdır. Her dönemde elbette bu fikri sancıyı yaÅŸayan, tartışmayı ve arayışı sürdürmeye çalışan dava insanları çıkmıştır. Ama bunların sesi ve üretimi, devlet gücünü de arkasına alan kayıtsız ÅŸartsız Batıcılığı savunan zihniyetin faÅŸist dayatmaları karşısında yetersiz kalmıştır.
Buradaki tüm misafirler hükümet olmakla muktedir olmak, muktedir olmakla iktidar olmak arasındaki farkı inanıyorum ki gayet iyi biliyor. Aynı ÅŸekilde gerçek iktidarın fikri iktidar olduÄŸunu da gayet iyi biliyoruz. Tek tek bireylerden baÅŸlayarak, toplumun tamamına ve oradan da insanlığa uzanan fikri iktidar yolu gerçekten zor ve zahmetli bir süreçtir. Åžahsen bu konuda kendimizi biraz mahzun hissediyorum. Samimi bir muhasebeyle geçtiÄŸimiz 18 yılda her alanda tarihi eserlere ve hizmetlere imza attığımızı, ama eÄŸitim ve öÄŸretimde, kültürde arzu ettiÄŸimiz ilerlemeyi saÄŸlayamadığımızı düÅŸünüyorum. Genç bir nüfusa sahibiz hamdolsun, ama medeniyet tasavvurumuzu layıkıyla hayata geçiremiyoruz. Medyamız, en modern altyapıya sahip, ama bizim sesimizi ve nefesimizi yansıtmıyor. Ä°limde, sanatta, kültürde. hep benzer sıkıntılarla karşı karşıyayız. En haklı olduÄŸumuz konularda bile dünyaya kendimizi anlatamıyoruz. Ä°ÅŸte bunun için de fikri iktidarımızı hâlâ tesis edemediÄŸimiz kanaatindeyim. Hiç kimsenin bu fikri iktidar arayışından rahatsız olmaması gerekir.
Bu arayışın sona ermesi, bir ülkenin ve toplumun felaketi demektir. Tam tersine bu arayışa herkesin destek vermesini, katkı saÄŸlamasını bekliyoruz. Fikri iktidarı siyasi kadrolar deÄŸil, ilim, sanat ve hikmet insanları inÅŸa eder. Siyasi kadrolar ancak onlara ihtiyaçları olan zemini saÄŸlar. Dolayısıyla, bu konudaki sorumluluÄŸun bir kısmı bize aitse, önemli bir kısmı da ilim ve fikir adamlarımıza aittir. Bin yıl önceki ilim ve hikmet büyüklerimiz dünyadaki tüm bilgileri, teorileri, karşı tezleri bilen, bunların hepsinin üzerine çıkarak kendi fikri üretimini yapan insanlardı, bugün de ihtiyacımız olan iÅŸte bu anlayıştır. Bir ÅŸekilde önüne konan çerçevenin körü körüne fanatikliÄŸini yapanın kendine de, ülkesine de, medeniyetine de hayrı olmaz. Taklitçilik mevcudun ardından gitmek demektir. Halbuki bize lazım olan ihlamını gelenekten alan yenilikçiliktir.
Tek vazgeçilemez olan inancımızın naslarıdır, onun dışındaki her ÅŸeyi geleceÄŸi kucaklayacak ÅŸekilde yeniden yorumlamak, yeniden üretmek mümkündür. Bir baÅŸka ifadeyle ne insanlığın milletimizin ve inancımızın binlerce yıllık birikimine sırtımızı döneceÄŸiz, ne de modern dünyanın sunduÄŸu imkânları reddedeceÄŸiz. Her ikisini birden deÄŸerlendirerek inancımızın mutlak hakikatlerinden aldığımız güçle çok daha büyük hedefler peÅŸinde koÅŸacağız.
Evlatlarımızın zihin ve gönül dünyalarındaki boÅŸluk Batı merkezli popüler kültür ürünleriyle veya sapkın akımların hezeyanlarıyla doldurulmuÅŸtur. Bunun için önümüzdeki dönemde önceliÄŸimizi aileden baÅŸlayarak eÄŸitim-öÄŸretim hayatları boyunca evlatlarımızı hakkıyla yetiÅŸtirmek olarak deÄŸiÅŸtirmemiz ÅŸarttır. Bu deÄŸiÅŸim sıradan bir müfredat tadilatının ötesinde topyekun bir eÄŸitim-öÄŸretim reformunu gerektirir. Okul öncesinde ve ilkokulda tek ihtiyacımız olan deÄŸerlerini iyi bilen, inancına, kültürüne, tarihine, diline sahip çıkan, ailesine ve toplumuna karşı sorumluluklarını özümsemiÅŸ insanlar yetiÅŸtirmektir.”
(DeÄŸerler meselesi mühim. Bunu dile getiren yazılar yazdım).
Burada Sayın Reisicumhur’un ilk Ä°slâmcılar gibi düÅŸündüÄŸünü, sanki merhum Âkif’in “DoÄŸrudan doÄŸruya Kur’an’dan alıp ilhamı/Asrın idrakine söyletmeliyiz Ä°slâm’ı” beytini tekrarladığını görüyoruz.
Aradan bir asır geçti ama bu “temennî” gerçekleÅŸmedi. Uzun yıllar “Ä°slâm terakkiye mani deÄŸildir” tezini savunmakla oyalandık.
“Terakki”nin ne menem bir ÅŸey olduÄŸu üzerinde durulmadı.
Nedir “terakki”? Sanayi-endüstri-teknoloji-yapay zeka çizgisinde yürüyen, “Silikon Vadisi”ne tabi olan bir kalkınma-ilerleme-zenginleÅŸme-refah ve konfora kavuÅŸmak mıdır?
Öyle ise iÅŸte bütün bunlar “kapitalizm”in görkemli zaferidir.
“Modern dünyanın sunduÄŸu imkânlar” konusunda Sayın Reisicumhur ile aynı fikirde deÄŸilim. Bu “imkanlar”ın saÄŸladığı güç temerküzü kapitalizmin tüm dünyaya cebren kabul ettirdiÄŸi kanunları doÄŸurdu. Geçerli olan “Hakk”ın hukuku deÄŸil, gücün hukukudur. “Evrensel” diye vasıflanan deÄŸerler “beyaz adam”ın “medeniyet” diye burnumuza dayadığı unsurlardır. Ve asla ahlakî deÄŸildir. Aradığımız “Âdil Düzen” veya “Ahlâk Nizamı” öncelikle bu “kanunlara” karşı gelmekle, açıkçası “akıntıya karşı” durmakla vücut bulacak.
Bu mesuliyet ve niyetle bir iÅŸaret fiÅŸeÄŸi olur, tartışmayı doÄŸru zemine çeker umudu ile “Kalbin Sesi ile TopraÄŸa DönüÅŸ” kitabını yayımladım (2020). Orada bir “Yol Haritası” var, onu tekraren yayımlayacağım.
Kaynak: YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.