Güncel
İnancının idealini yitirmeyenler, her yaşta gençtirler..
İstanbul'da, Akıncılar'ca tertiblenen bazı gecelerde, 'saf Anadolu'nun mâsum çocukları'ndan binlercesi toplanırdık ve rahmetli Necip Fâzıl, aramızda ve başımızda.. Program içinde şiirler okunurdu, tabiatıyla en çok da 'üstad'ın şiirleri... Ama, merhûm üstad, kendisinin şiirlerini okuyan bazı gençleri dinlerken kızar ve, 'Bırak.. Mahvettin şiiri.. Tayyib yok mu, Tayyib nerede? ' diye sorar ve bulamazlarsa, kendisi okur; bulurlarsa ve o zaman da onun okuyuşunu zevkle dinlerdi ve dinlerdik.. Çünkü, genç 'Tayyip'in gerçekten de 'şiir gibi' bir 'şiir okuyuşu vardı.
Selahaddin E. Çakırgil / Star Gazetesi
Dün, TRT ekranlarında, Tayyip Bey gençlerle konuÅŸurken, 'Bizim gençlik yıllarımızda bir dünya idealimiz vardı, onları gerçekleÅŸtirmek için çaba harcıyorduk..' meâlinde bir söz söyledi, genç nesillere bir dünya tasavvuru ve ideallerinin olmasını tavsiye bâbında; kendisinin 67 yaşında olduÄŸunu belirterek.. Tabiî, 76'sında olan fakire göre, Tayyip Bey bizden epeyce bir genç..
Tayyip Bey'in bu sözleri, dünün gençlerinden nicelerimizi de o yıllara götürmüÅŸtür.
Ä°stanbul'da, Akıncılar'ca tertiblenen bazı gecelerde, 'saf Anadolu'nun mâsum çocukları'ndan binlercesi toplanırdık ve rahmetli Necip Fâzıl, aramızda ve başımızda.. Program içinde ÅŸiirler okunurdu, tabiatıyla en çok da 'üstad'ın ÅŸiirleri... Ama, merhûm üstad, kendisinin ÅŸiirlerini okuyan bazı gençleri dinlerken kızar ve, 'Bırak.. Mahvettin ÅŸiiri.. Tayyib yok mu, Tayyib nerede? ' diye sorar ve bulamazlarsa, kendisi okur; bulurlarsa ve o zaman da onun okuyuÅŸunu zevkle dinlerdi ve dinlerdik.. Çünkü, genç 'Tayyip'in gerçekten de 'ÅŸiir gibi' bir 'ÅŸiir okuyuÅŸu vardı.
'Yüzüstü çok süründün, ayaÄŸa kalk Sakarya!' / 'Sakarya.. Sen kıvrıl, ben gideyim; Son Peygamber kılavuz..' ,gibi mısralar okunduÄŸunda, heyecandan gözyaÅŸlarımız boÄŸazımızda düÄŸümlenir ve ayaÄŸa kalkacağımız günlerin ruh fotoÄŸrafını daha bir inançlı çizerdik zihnimizde..
*
Evet, bütün insanlık için 'kurtarıcı' olduÄŸuna inandığımız bir 'inancımız, idealimiz, bir tasavvur ve tahayyülümüz' vardı ve bazıları bunu, bir 'ütopya' olarak niteliyorlardı.
Ama, öyle bile olsa, uÄŸrunda hayatımızı ortaya koyacağımız bir 'dünyamız vardı.
Ä°nandığımız kutlu deÄŸerler, gökyüzünden bize karanlık gecede göz kırpan yıldızlar gibiydi ve o yıldızları oradan indirip, dünyamıza hâkim kılmanın heyecan ve idealiyle dopdoluyduk. Kaybedecek fazla bir ÅŸeyimiz yoktu.. Maddî imkânsızlık ve yoksulluklarımız, manevî zenginliÄŸimizi daha bir güçlendiriyordu. Ä°nandığımız deÄŸerler açısından kazanacağımız çok ÅŸeyler vardı..
Karşıtı ve düÅŸmanımız olan dünya, bizi bedenen hapsedebilir, zincire vurabilir, hattâ öldürebilirdi; ama, bizim cismanî ölümle sona ermeyen bir ebedî hayat inancımızla göÄŸüs geriyorduk o tehlikelere.. Bu inanç bizi daha bir güçlü kılıyordu. Karşıtlarımızın 'ütopya' dediklerini, Yüce Peygamber (S) 14 asır önce, bir avuç müminiyle birlikte amelî/ pratik olarak hayata yansıtmıştı. O halde, biz de bugün, idealimizdeki o dünyayı kurabilirdik..
Kendimizi bir Uveys-i Qarânî (Veysel Qarânî) veya bir Ebû Zerr gibi hissediyorduk.. (Sonraları, elbette, her Ahmed ve Mahmûd'un Medine'li Resûl' olmadığını da öÄŸrenecektik..)
*
Kendimizi böyle anlar ve anlamaya çalışırken, karşımızdakilerin de bizden farklı olmadığını belirtmeliyim.. Marksist ideolojiye baÄŸlanıp, ekonomik açıdan gerçek komün hayatını, kendilerinin kuracaklarına inananlar da, genelde fakir Anadolu çocuklarıydı.
Kezâ, 'Ülkücü'ler' diye anılan kesim de, -evet, N. Atsız gibi tam aykırı tipler hariç- çoÄŸu Ä°slâm'la kavgalı deÄŸillerdi, ama, hayal çadırlarını, Tanrı DaÄŸları'nın eteklerinde kuruyor, atalarının rüyalarını Ötüken Ormanı'nda çadır kurup kımız içer gibi görüyorlardı. Ki, 1974'de 'Bâb-ı Âli'de SABAH' gazetesinde yazı yazarken, gazeteyi ziyarete gelen TürkeÅŸ'le 'Laiklik' üzerine tartışmaya giriyor ve sonra ondan, 'Laiklik, yani ineÄŸin memelerinden beslenmesi gereken buzağıyı zorla domuzun altına sürmektir..' diyecek kadar net beyanlar alıyorduk.
*
Evet, doÄŸruluÄŸuna inandığımız deÄŸerlere, inançlara, ideallere göre bir hayat düzeni vardı, zihnimizde ve kalbimizde; ve bunu her zeminde tartışmaya hazırdık..
O heyecanları aynı duygularla paylaÅŸtığımız kimseler hâlâ da var.
Elbette, 'Biz artık, unumuzu eledik, eleÄŸimizi de duvara astık.. Artık, sıra gençlerin.. Evet, tahayyül ve tasavvurlarımızı, ideallerimizi unutmadık, ama, ÅŸimdi, evlâd'u îyâl var, imkân ve makamlarımız var.. Bizler artık dünün gençleriyiz.. Nöbet sırası yeni nesillere geldi..' diyenlere de rastlıyoruz.. Böyle söyleyenler yine de samimî itirafta bulunuyorlar.
Bir de, o ideal ve tasavvurlarımızdan bahseden ve ama, yüreklerinden kopup gelen bir heyecan titreÅŸimi taşımayan sözlerinden hissedilenler var ki, onların hesabı ayrı..
Ve heyecanını yitirmeyenler yok mu?
Yok dersek, iÅŸte onlar, 45-50 yıl öncelerde hayal bile edemediklerimizi, siyasî hayatta, iyi bir zamanlama sanatıyla bir bir hayata geçirenlere haksızlık etmiÅŸ oluruz.
Evet, dün, cumhurun başıyla gençler arasındaki sohbeti dinlerken ve dünün gençlerini de hatırladım.
Ä°nancının idealini yitirmeyenler her yaÅŸta gençtirler; 85 yaÅŸlarında Arabistan çöllerinden Ä°stanbul'u fethe gelen Eyyûb-el'Ensârî misâli..
*
*NOT: Saadet Partisi içindeki son günlerin tartışmalarına girmek istemezdim. 1967'lerden beri hep Erbakan Hareketi'nin genel hatları içinde ve kalemiyle de yer almış birisi olarak fakîrin de çok sözleri olabilir. Ama, gereksiz ve faydasız tartışmalar..
Ne var ki, eski bir m.vekili dün, 'OÄŸuzhan Asiltürk'ün asıl kimliÄŸini açıklıyorum..' diyerek, sosyal medyaya bir malzeme atarak çok büyük bir 'iÅŸ baÅŸaran' kiÅŸi olduÄŸunu ispatlamaya çalışmış.. OÄŸuzhan Bey'in asıl adının DurmuÅŸ Durdu olduÄŸunu, gençlik yıllarında arkadaÅŸları arasında gırgır vesilesi olmaktan kurtulmak için mahkeme kararıyla deÄŸiÅŸtirip, 'Ülkücü Gençler'i kıskandıracak ÅŸekilde mevcut isim ve soy ismini aldığını biliyorduk.
Ama, konuyu baÅŸka vâdilere taşımaya çalışan bir eski m.vekilinin, konuyu inanç deÄŸerlerimiz açısından haram noktalara çekmeye çalışmasını ayıplıyorum.
Henüz yorum yapılmamış.