Sosyal Medya

Hayat arkadaşlarının dilinden edebiyatçılarımız

Yazarların ev hali nasıldır? Eşlerinin gözünden edebiyatçılarımızı, sanatçılarımızı okumuş ve tanımış olsaydık, acaba o yazarlar hakkında ne düşünürdük? İşte eşlerinin dilinden edebiyatçılarımız…



Galiba çoÄŸu okurun ilgisini çeken bir mevzu, kitaplarını okuduÄŸumuz yazarların çalışırkenki halleri. Hangi ortamda, nasıl bir ruh hali ile bizlere tesir eden cümleleri inÅŸa ettikleri. Gece mi yazarlar, gündüz mü? Kolay mıdır onlarla hayat, zor mu? Evlerinde halim selim midirler, yoksa huysuz ve çekilmez mi? Yazarken zorlanırlar mı acep? Yoksa bir baÅŸladılar mı su gibi çaÄŸlar mı kalemlerinden dökülenler? Ä°lham kaynakları var mıdır? Åžu ilham dedikleri ÅŸeyin belli bir vakti saati olur mu ki? Bütün bu sorulara cevap almak için ÅŸüphesiz yazarların en yakınlarına müracaat etmek lazım. Yani eÅŸlerine.

Bu konu hakkında istifade edebileceÄŸimiz kitaplardan ilki EÅŸlerine göre Ediplerimiz, Sermet Sami Uysal’ın TimaÅŸ Yayınları’ndan çıkan kitabı. DiÄŸer EÅŸlerinin Gözüyle Edebiyatçılarımız, Tahsin Yıldırım imzasıyla Selis Yayınları’ndan çıkmış. Kitabı hazırlayanların deÄŸerlendirmeleri ve kitaba alınan röportajlarda sorulan sorulara verilen cevaplar nispetinde bizler de yazarlarımız hakkında malumat sahibi olabiliyoruz.

Ä°lk etapta insan ÅŸöyle bir izlenime kapılıyor. Sanki sigara tüttürmek yazarlığın olmazsa olmazlarından gibi. Zira kitapları okurken epeyce duman altı kaldığınızı hissediyorsunuz. Yazarların hatırı sayılır bir kısmının yazarken vazgeçemedikleri üçlüsü çay, kahve ve sigara. Hastalık vesilesi ile ilerleyen dönemlerde bırakmak zorunda kalanlar da olmuÅŸ tabi.

Bütün zevklerin üstüne okumayı koymuÅŸlar

Yazarlarımız eÅŸlerinin anlattıklarına göre genellikle sakin ve düzenli bir hayatı tercih ediyorlar. Çok yakın dostları ve aileleri haricinde mecbur kalmadıkça kalabalıklar arasında olmaktan haz etmiyorlar. Gürültü ve eÄŸlenceden hoÅŸlanmıyorlar. Bekarken serazat bir yaÅŸantı sürdürenler de evlendikten sonra evlerine baÄŸlanıp durulmuÅŸlar. Gezmek namına en fazla zevk aldıkları tabiatla baÅŸ baÅŸa kalmak belki, deniz kenarında yürümek, ailece kır gezintisine çıkmak. Çocukları ile oyunlar oynayıp onlarla vakit geçirmek de bu zevklerin arasında. Kaldı ki bazı yazarlar sırf okuyup-yazmak aÅŸkından dolayı, çocuk sahibi olma sorumluluÄŸunu ertelemiÅŸler ya da tamamen bundan kendilerini azad etmiÅŸler. Onları mesrur eden en güzel eylem okumak, okumak, okumak ve ardından yazmak.

Söz konusu yazmaksa mekân bahane mi?

Masa başında sessiz bir ortamda yazan, hatta odasındaki sinek vızıltısına bile tahammül edemeyip onu yakaladıktan sora yazmaya devam edenlerin yanı sıra, yatağında yazanlar da mevcut bu kitaplarda yer alan yazarlar arasında. Masasının olmamasını bahane eden bu yazara masa aldıklarını fakat bu seferde sandalyesinin rahatsızlığından ÅŸikâyet ederek yatağında yazmaya devam ettiÄŸini belirtiyor eÅŸi.

Mutfakta yazı yazmaktan hoÅŸlanan bir yazarımız dahi mevcut. Bir diÄŸeri “ayakta gezinirken ufak kâğıtları kıvırıp kıvırıp atar ve bunların her biri mükemmelleÅŸmiÅŸ bir cümleyi ifade eder” diyor eÅŸi. Elbette sonrasında evin her tarafı o ufak ve kıvrık kâğıt parçaları ile dolarmış. Ve mesela baÅŸka bir yazarımız da düÅŸünürken farkında olmadan saÄŸ kolunu ısırırmış. Yazarların eÅŸleri, yazma sürecinde eÅŸleri için sükuneti temin etmeye çalıştıklarını söylüyor, mümkün mertebe çocuklarının da babalarını rahatsız etmemeleri için çaba sarf ediyorlarmış. Zira yazarken gürültüden ve kendisine gereksiz sorulan sorulardan oldukça rahatsız oluyor birçok yazarımız. Masasında bir gül yahut karanfil bulunmasını isteyen, hiçbiri olmazsa kuÅŸkonmaz bulup getiren hassasiyete sahip yazarlarımızın olduÄŸunu da öÄŸreniyoruz okurken. Sükuneti tercih ettikleri için insan genelde geceleri çalıştıklarını düÅŸünüyor ama sabahın erken saatlerinde ÅŸayet evde iseler öÄŸlen saatlerine kadar yazmayı tercih eden yazarlarımız da az deÄŸil doÄŸrusu.

En iyi yaptıkları iş okumak ve yazmak

Okudukça hayli tebessüm ettiÄŸim ve ÅŸaşırdığım bir ayrıntı da, yazarken son derece mahir olan yazarlarımızdan birkaç istisna dışında hepsinin ev içinde hayli beceriksiz olmalarını öÄŸrenmem. Mesela “ev iÅŸlerinde eÅŸiniz size yardım eder mi?” sorusuna Nebahat Safa, eÅŸi Peyami Safa için “bir çivi bile çakamaz” diyor. Rezzan Saba, eÅŸi Ziya Osman Saba için “hiç etmez, çok beceriksizdir. Pazara ‘domatesin olgunlarını al’ diye gönderirim, ne kadar çürüÄŸü varsa alıp eve getirir, sonra hiç pazarlık bilmez” diyor.

Ailesinin tek erkek çocuÄŸu olan Mehmet Çınarlı, eÅŸi ona “ÅŸu iÅŸi de sen yap” dediÄŸinde, “ya olur mu? Ben dört kızın aÄŸabeyiyim. Ben bir bardak su istediÄŸimde, dört kız birden koÅŸardı” dermiÅŸ. Faruk Nafiz Çamlıbel’in eÅŸi ise aynı soruya, “yemek geç kalınca ÅŸöyle mutfaÄŸa kadar gelip görünür. O kadar. Daha ÅŸu gaz sobasını yakmayı bile bilmez” diyor. Fakat mesela, eskiden alışmış olduÄŸu gibi aynı düzeni muhafaza etmek isteyen ve hiç kimseye yük olmamak için sabahları erkenden kalkıp çayını hazırlayan, yemekten sonra kahvesini piÅŸiren ve “kahve piÅŸirirken dinleniyorum, düÅŸünüyorum” diyen bir yazarımızın varlığından da bahsetmesek olmaz.

Bir mısra için bir sene bekleyen yazar!

“EÅŸiniz kolay yazar mı?” sorusuna kimi eÅŸler, “çok kolay yazar” diye cevap vermiÅŸ. Ve eklemiÅŸler “ama o hale gelinceye kadar çok sıkıntı çeker.” Bazı eÅŸler de “zaten dolduÄŸu zaman yazı yazmaya oturur. Onun için de kolay yazar” diye cevaplamış bu soruyu. Bir yazar gece yattığında yazacağı ÅŸiiri rüyasında görmüÅŸ ve hemen kalkıp yazmış ama ilhama inanmadığının da altını çiziyor bu yazar. Zaten “elhamdülillah dindar deÄŸilim, Allah’a inanmam, yani tamamıyla dinsizim” diyen birinden ilhama inanmasını da bekleyemeyiz.

Yine eÅŸi Nebahat Hanım’dan öÄŸrendiÄŸimize göre Peyami Safa evvela zihninde hazırlar, uzun uzun düÅŸünürmüÅŸ. Müsveddeleri bile temiz çıktığı halde tatmin olmaz ve bir pasajı kırk defa yazdığı olurmuÅŸ mesela. Bu örnekler hayli çok: Önce sancılı ve sıkıntılı bir düÅŸünce süreci ve sonuçta yüze yansıyan tebessümün müjdelediÄŸi bir son. Ziya Osman Saba, ÅŸiirlerini, kırlarda dolaşırken aklına gelen mısraları sonradan birleÅŸtirerek yazarmış. Fakat hikâye yazarken mutlaka bir odaya kapanır ve kimse ile konuÅŸmazmış.

Dilaver Cebeci’nin son derece düzenli ve prensip sahibi bir insan olduÄŸunu belirtiyor eÅŸi. Åžiir yazmak için belli bir mekan ve zaman ayırımı olmazmış. Ä°lham nerede gelirse orada yazarmış. Vapurda, trende, evde… Bir ÅŸiirini Ä°stanbul’dan Ankara’ya giderken trene bindiÄŸinde baÅŸlayıp vardığında bitirmiÅŸ mesela. Fakat bir baÅŸka ÅŸiirini yazarken de bir mısra yerine uygun olmadığı için bir sene beklediÄŸi bile olmuÅŸ. Åžiir yazarken aynı doÄŸum sancısı çeker gibi bir sancı çektiÄŸini, bitirdikten sonra doÄŸum yapmış bir kadının rahatlaması gibi rahatladığını söylüyor eÅŸi Ayla Cebeci Hanım.

Peyami Safa

Sadece beÄŸenmediÄŸi bir kelimenin yerine bir baÅŸka kelime bulmak için yarım saat düÅŸünenler bile mevcut. (Üzerine yarım saat düÅŸünülen kelimenin bir saat de izahatı oluyor, sonra da içeriden dışarıya doÄŸru bir geniÅŸlik, ferahlık hissediyorsun. Bir kelimenin insana ettiÄŸini baÅŸka hiçbir ÅŸey edemez.) Orhan Okay’ın eÅŸi Mübeccel Okay da, eÅŸinin, çalışmalarını bahane ederek hayatlarını zorlaÅŸtırmadığını, kendilerinin de rahat çalışabilmesi için ellerinden gelen gayreti gösterdiklerini ifade ediyor.

Kitaplarında eşlerine de yer veriyorlar mı?

Sorulan sorulardan bir tanesi de yazarların kitaplarına eÅŸlerini veyahut kendilerini alıp almadığı ve yazarken eÅŸlerine yardımları olup olmadığı ile alakalıydı. Ä°lkine bazı eÅŸler kesin bir dille “hayır” derken, bazıları (ki mesela Ziya Osman’ın eÅŸi) kendisi için yazılan ÅŸiirleri sıralamış bir bir. Hatta Rezzan Saba, ÅŸiirlerinde ve hikâyelerinde yazarın yazdıklarının baÅŸlıca kahramanlarının hep kendisi ve ailesi olduÄŸunu söylüyor.

Peyami Safa’nın kitaplarında da eÅŸi hiç yer almamış lakin yazar kendisinin pek çok eserinde mevcut bulunduÄŸunu belirtmiÅŸ. Nüktedanlığı ile tanıdığımız Osman Yüksel Serdengeçti’nin hanımı bu soruya ÅŸöyle cevap vermiÅŸ: “Biraz komik olacak ama memleketini, davasını düÅŸünmekten bana ÅŸiir sırası gelmedi.” Malum bekârken davası için mahkeme ve hapishanelere girip çıkan Serdengeçti için eÅŸine “evlendikten sonra uslandı mı?” diye sorduklarında, “evlendik, artık bir ÅŸey yazmayalım. Ä°çeri filan gireriz, hanımı yalnız bırakmayalım” diye espri yaptığını da söylüyor eÅŸi.

Arif Nihat Asya, “Ne ÅŸiirden, ne ÅŸöhrettendir, mutluluÄŸum Servet’tendir!” mısralarını eÅŸi Servet Hanım için sık sık söylermiÅŸ. Direkt olarak kendilerinden ya da eÅŸlerinden bahsetmeseler bile büyük bir kısmı hayatlarından izleri eserlerine taşıdıklarını belirtiyor yazarların. Yakın çevrelerinde zuhur edenlerin yahut gözlemledikleri bazı olayların hikâyelerine, romanlarına ve ÅŸiirlerine bazen olduÄŸu gibi bazen de tesiri nispetince sirayet ettiÄŸi sonucunu çıkarıyoruz yazarların ve eÅŸlerinin açıklamalarından. Sadece bu, bazı yazarlarımızda çok belirgin iken bazısında belli belirsiz seyrediyor.

“Gölge etme” diyen de var, fikrini soran da

Yardım mevzuuna gelince; eÅŸlerinin tenkitleri doÄŸrultusunda eserlerinde deÄŸiÅŸiklik ve düzeltmeler yapan birçok yazar olduÄŸunu öÄŸreniyoruz. Yayınlanmadan önce yazdıklarını sadece eÅŸine okuyan ve kadınlara dair hususlarda, bilhassa bazı kadın tabirleri hakkında eÅŸlerinin fikrine müracaat eden yazarlarımız çoÄŸunlukta. Ayla Cebeci, eÅŸinin ÅŸiirlerini yazdıktan sonra kendisine okuyup fikrini sorduÄŸunu belirtiyor. Gönül Çınarlı da, “bir yazıyı veya ÅŸiiri bitirdikten sonra ilk önce ben yüksek sesle ona okurdum, o dinlerdi. ‘Musikisini kontrol ediyorum’ derdi. Kulağına hoÅŸ gelmeyen kelimeleri bu ÅŸekilde deÄŸiÅŸtirirdi” diyor Mehmet Çınarlı için. Bazı yazarlarımız için ise eÅŸleri tarafından yalnız bırakılmak ve evde sükuneti saÄŸlamanın kendileri için en büyük yardım olduÄŸunu öÄŸreniyoruz.

Sıra hanım yazarlarımızın

Dikkat ettiyseniz buraya kadar beyefendi yazarlarımızdan bahsettik. Zaten kitapta çok az sayıda hanımefendi yazarımız var. Ä°lk olarak ÅŸair ve romancı Åžükûfe Nihal’in muzip ve her soruya esprili bir dille karşılık veren eÅŸi Ahmet Hamdi’nin cevapları, kitabın tebessümü en bol röportajlarından olmuÅŸ. “EÅŸinizin hangi ÅŸiirlerini beÄŸenirsiniz” sualine “hepsini beÄŸenirim” deyince, eÅŸi hemen “haydi canım, daha baÅŸtan sonuna kadar okuduÄŸun bir kitabım yok” diyor. “Aaaa hanım, ben senin eserlerinin hepsini okudum. Ama sen benim kitaplarımı hiç okumamışsındır.” Åžükufe Nihal: “Aaa, nasıl olur! Senin eserlerin memleket meselelerine temas ettiÄŸi için üslubun biraz çetrefilli olmasına raÄŸmen okudum. Ama ÅŸimdi üslubunu sadeleÅŸtirdiÄŸinden zevkle okuyorum.”

Atışmaların devamında yazarın eÅŸi, “sen doÄŸrusunu istersen ÅŸairsin, bunu sana bir türlü anlatamıyorum” diyor ve eÅŸinin romanlarını beÄŸenmediÄŸini itiraf ediyor. “EÅŸiniz ne zaman yazar?” sualine Hamdi Bey, “bizim hanım sabah baÅŸlar, akÅŸama kadar yazar.”deyince yazarımız bir çığlık atıyor ve “hiç öyle ÅŸey olur mu?! Beni muska yazan hoca mı zannettin? Sabahları Hamdi Bey vazifeye gidince hiçbir iÅŸe bakmadan yazı masamın başına geçerim. ÖÄŸleye doÄŸru kalkıp ev iÅŸleriyle meÅŸgul olurum. Gece nadir olarak yazarım” diyerek cevaplıyor. “Hamdi Bey, eÅŸiniz kolaylıkla yazabilir mi?” sorusuna da cevaben: “Kolay yazar, kolay yazmasa bu kadar ÅŸey yazamazdı ki!” diye cevaplayınca yazar yine bir açıklama getiriyor ve “dolu olursam kolay yazarım. Bazen on dakikada ÅŸiir yazdığım olur” diyerek diÄŸer yazarlardan oldukça aÅŸina olduÄŸumuz bir cevap vermiÅŸ oluyor. Daha bunun gibi insanı gülümseten birçok soruya verdikleri cevaplarla sohbet devam ediyor. Ve anlıyoruz ki hanımların eÅŸlerine dair tespitleri, sezgileri bir adım daha ileride eÅŸlerinden.

Ä°lk olarak ÅŸair ve romancı Åžükûfe Nihal

Bir diÄŸer hanım yazarımız Halide Nusret Zorlutuna var sırada. Yazarın eÅŸi emekli general Aziz Zorlutuna’ya “evlilik hayatının temeli nedir?” sorusu yöneltilince Zorlutuna da, “her iki tarafın fedekarlık yapması, biz bunu yaptığımız için bugüne kadar mesut yaÅŸadık” diye cevap veriyor. Halide Nusret eÅŸinin tenkitlerinde çok haklı olduÄŸunu gördüÄŸü için, yazarken eÅŸi bir ÅŸey söylediÄŸinde hemen onun dediÄŸini yaptığını da ekliyor. “EÅŸinizin en beÄŸendiÄŸiniz tarafı” sorusuna da Aziz Nusret, “güzel söz söylemesi” diyor. “EÅŸiniz ne zaman yazar” sorusuna da, “Her zaman. Bazen benimle konuÅŸur, sizinle konuÅŸur, bir taraftan da ÅŸiir yazar. Yemek yaparken bile ÅŸiir yazdığı olur”. Halide Nusret, “ya yemek yakarken yazdıklarım? Bazen öyle dalarım ki hiçbir ÅŸeyin farkında olmam” diye ekleyiveriyor. Daha sonra “eÅŸinizin elinden ne iÅŸler gelir” sorusunu ise “mükemmel yemek yapar, sonra beÅŸ vakit namaz kılar” diyerek cevaplıyor (vay canına, bir generalin eÅŸi beÅŸ vakit namaz kılıyormuÅŸ bu ülkede bir zamanlar. Ä°leriye gitmek yerine geriye dönsek daha mı iyi olacak sanki!) Ve son cümlelerden yazarımızın ortaokulda, bazen de lisede hocalık yaptığını da öÄŸrenmiÅŸ oluyoruz.

Peki, bugünün yazar-ÅŸair eÅŸlerinden ne haber?

Bu röportajların büyük bir kısmı 1950’li yıllarda yapılmış. En yenisi 2000’li yıllara ait ve galiba ÅŸu anda hayatta olan bir iki tanesi dışında hepsi vefat etmiÅŸ yazarlar. Büyük bir çoÄŸunluÄŸu da sadece ismen tanıdığım ve de maalesef kitaplarına vakıf olmadığım yazarlar. Oysa günümüzde okuduÄŸumuz ve çok sevdiÄŸimiz, özellikle de dava sahibi yazarlarımızın da “ev hallerini” okumak, bilhassa içeriden bir bakışla müÅŸahede etmek bizim açımızdan hayli faydalı olurdu. Belki biraz olsun kıymet bilir, biraz olsun daha fazla ve inceden bir okuma yapabilirdik. Bu konuda kabiliyetli ve iÅŸinin ehli büyüklerimize inÅŸallah bu temennimiz ulaşır.

Merak ettiklerimizden az da olsa bulabildiklerimize misal

Necip Fazıl’ın eÅŸinin gözünden deÄŸilse de kendi ifadesiyle birkaç cümlesi eÅŸinin yaÅŸadığı sıkıntı ve zorlukların itirafı adeta. Necip Fazıl eÅŸine hitaben ÅŸöyle diyor: “Söyle; acaba içinden ‘ÅŸu adamın zevcesi olacağıma bir bakkalın, bir kunduracının karısı olsaydım!’ gibi bir duygu geçiyor mu? Söyle; hiçbir günü öbürüne uymayan bu belalı, netameli adam senden af dilemeye muhtaç mı? Fakat çilekeÅŸ, mazlum, mütevekkil kadının asaletini biliyorum. O, bütün hayatı dalgalı bir ummanda ve kaptan köprüsünde geçen kocasından sahilde sessiz bir balıkçı kulübesine mahsus bir yaÅŸayış istemez!”

Necip Fazıl, eÅŸi ve çocuÄŸu ile...

Cahit ZarifoÄŸlu’nun eÅŸi Berat ZarifoÄŸlu Hanım, eÅŸi için “bazen çok çalışmasına içerlerdim, ‘bu adam hiç evlenmemeliydi’ derdim. Ama duyardım, bazı yazarlar, ÅŸairler eÅŸi çay, kahve getirdiÄŸinde bile ‘dikkatimi dağıttın’ diye kızarlarmış. Allah razı olsun Cahit hiç öyle yapmazdı. Çay alırdı ve teÅŸekkür ederdi, nazikti.” Berat Hanım, Cahit ZarifoÄŸlu gibi bir ÅŸair ile evli olmanın çok zor, çok farklı bir evlilik ve iliÅŸki olduÄŸunu ifade ederek ÅŸunları söylüyor: "Cahit ZarifoÄŸlu, ÅŸiirleri gibi anlaşılması kolay olmayan bir insandı. Evde fazla konuÅŸmazdı” diyor.

Bütün bu okumalardan ve araÅŸtırmalardan çıkan netice itibarı ile anlıyoruz ki bir sanatçı, yazar, ÅŸair eÅŸi olmak kolay deÄŸil. Hayli sabır ve anlayış gerektiren zorlu bir süreç. Aslında ZarifoÄŸlu, eÅŸine yazdığı ÅŸiirde bunu çok güzel izah etmiÅŸ zaten:

Bizi hoÅŸ görünüz / Sabırlı olunuz/ Çocukları dövmeyiniz/ Zinhar beddua etmeyiniz

Sui zan deÄŸil hüsnü zan ediniz/ Ve acaba ikaz ettik ise hata mı ettik.

F. Kebire Gündüz Karaaslan yazarlarla hemhal oldu.

Kaynak: Dünya Bizim Kültür Portali

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.