Mustafa Kutlu: Sen neredeydin?
Güneş katlanıp dürüldüğünde, yıldızlar bulandığında, dağlar yürütüldüğünde, diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda, “Hangi günahtan dolayı öldürüldü?” diye, sen neredeydin?
Bu dünyanın ötesi var.
Yoktur diyen yalan söyler.
Veyl yalancılara.
Güneş katlanıp dürüldüğünde,
Yıldızlar bulandığında,
Dağlar yürütüldüğünde,
Bakmaya doyamadığınız servet geride kaldığında,
Diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda,
“Hangi günahtan dolayı öldürüldü?” diye,
Bu çocukların üzerine varil bombaları mı atıldı? Gaz dökülüp yakıldı mı? Evladını enkaz altında bırakıp, dehşetle gözleri büyümüş kaçanlar. O silahsızlar, o ihtiyarlar, o zayıflar, o gebe gelinler.
İri-kara-iğrenç uçakların bıraktığı; saçıp-savurduğu toz-duman-yıkım arasında çocuğunu düşürdüğü. Bomba seslerinin, mermilerin, roketlerin yıkılan devrilen her şeyin birbirine kattığı. Kan ve gözyaşının, feryat-figanın âsumanı tuttuğu.
Zulmün zirve yaptığı sırada,
Sen nerdeydin?
Ulan alçaklar okulları vurmayın, çocukları öldürmeyin diye bağırdın mı?
Amel defterleri açıldığında,
Cehennem kızışıp
Cennet yaklaştığında
Herkes ne getirmiş olduğunu anlar.
Hal böyle iken siz nereye gidiyorsunuz?
Âlemlerin Rabb’i olan Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz.
Yükümlülük ve sorumluluk ihtiyari işlerle ilgilidir. Bunda hidayet yükümlülerin dilemesine bağlıdır. Hakk’ı arayıp bulmak için her şeyden önce kişinin fikrini hakka, hayrı kazanmak için azim ve iradesini hayra yöneltmesi farzdır.
Bununla beraber şunu da bilmek gerekir ki yükümlünün dilemesinin şart olmasından, bunun başarı için ne yeterli bir sebep, ne de müstakil bir illet olması gerekmez. İnsan irade ve dilemesinde tamamen hür ise ve doğru yolda olmayı dilemek isterse hemen dileyiverir. Ancak anında kendini doğru yola kavuşmuş zannetmemeli.
Bütün başarı insanın dilemesine bağlı ve ona verilmiş değildir.
Burada aslolan kulun dilemesi ile Allah’ın dilemesinin beraberliğidir.
O halde doğru yolda olmayı başaranlar başarıyı kendilerinden bilmemeli bunu Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve ikramından bilmelidir.
Gök çatladığı zaman
Yıldızlar döküldüğü zaman
Denizler yarılıp akıtıldığı zaman
Kabirlerin içi dışına getirildiği zaman
İnsan bu dünyadan ötekine neyi götürdüğünü,
Neyi ardında bıraktığını anlar.
Süleyman b. Abdülmelik Mekke’ye giderken Medine’ye uğradığında ileri gelen zatlardan biri olan Ebu Hazim’i ziyaret etti ve onunla sohbete başladı.
– Ey Ebu Hazim! Yarın Allah’a varmak nasıl olacak?
– Efendim, o gün ihsan sahibi olanlar çıktığı yolculuktan evine ve çoluk çocuğuna varır gibi mutludur. İsyan edenler ise bir kaçak köle gibi endişelidir.
Süleyman b. Abdülmelik ağlayarak:
– Keşke Allah’ın yanında bana nasip nedir bilseydim.
Eksik ölçüp tartanların vay haline!
Onlar tekrar diriltileceklerini bilmiyorlar mı?
Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman
“Eskilerin masalları” demişlerdi.
Gülüyor, birbirlerine göz kırpıyor,
Alay ediyorlardı.
Onlara elem verici azabı müjdele.
Ancak iman edip iyi amelle gelenler başka. Onlara tükenmez bir ecir var.
Bu dünyanın ötesi var.
Yoktur diyen yalan söyler.
Veyl yalancılara!
Kaynak: Yenişfak
Henüz yorum yapılmamış.