Güncel
İstanbul’da hikayesi bilinmeyen camilerimiz
İstanbu’da. Babıali civarında. Fevkanidir. “Hasan Hüseyin Mescidi” namıyla meşhurdur. Hace Kasım Kunanî yaptırmıştır. Hadikatü’l Cevami, (Cild:2 Sayfa: 96) şöyle denilir: “Ebu Eyyüb Ensari Radiyellahuanh Elbâri Hazreterinin hizmetlerinde bulunan iki zat ki birinin ismi Hasan diğerinin ismi Hüseyindir. Kayser-i Rum izni ile İstanbul’a gelip beldeyi temaşa ederlerken bazı küffarın yersiz sataşmalarına maruz zkalırlar. Tabiinden bu iki zatı öldürmek isterler. Adıgeçenler firar ederlerken yetişip birini adıgeçen mescidin olduğu mahalde (Babıali yakınlarında) ve diğerini dahi yakınında şehit ederler ve o zaman mezkur mahalde bina öldükleri mahallere defn ederler. İşte adıgeçenlerden Hasan isimli zat mezkur mescidin altında ve Hüseyin dahi kapısı karşısında vaki yokuşun ortasında müstakil türbede medfun olduklarından sözkonusu mesci onların ismiyle yad olunur.”
İstanbul, Galata yakası sahilindedir. Buna “Kurşunlu Mahzen Camii” da derler. Bu cami “Mesleme bin Abdülmelik” Hicri 98 senesinde İstanbulu kuşatmasıyla ilgili olduğundan burada zikrine lüzum gördük. (Bu senenin mübarek Ramazan ayında salgın virüs sebebiyle benzer manevi mekanları ziyaret etme imkanı olmadığından burada sizlerle buluşturmayı uygun gördük) Yoksa o devrin ve Mesleme’nin hayır eserlerinden değildir. Bu cami Mithat Efendinin Mufassal Tarihi’nde (Cild: 2 Sayfa: 208) beyan ettiğine göre aslında su sarnıcıdır. Hakikaten şekli ve inşa tarzı onu gösteriyor. Mesleme bin Abdülmelik 98 tarihinde İstanbul’u muhasara edip Galata cihetini zabt edince susuz olan sarnıcı ibadetgah ve sonra silah ve mühimmat mahzeni olarak kullandı. Bizans İmparatoru ile barış anlaşması yapıp İstanbul’dan ayrıldığında içerisine bazı eşya bırakılarak yapılan anlaşma mucibince sed edildi (kapatıldı) ve kapısına kurşun akıtıldı. Bu yüzden “Kurşunlu Mahzen” olarak isimlenmiştir.
Hicri 1165 (Miladi: 1752) senesinde, Sultan Birinci Mahmud’un daveti üzerine İstanbul’a gelmiş olan Şam ulema ve salihlerinden Şeyh Muhammed Efendi El Muradî rüyasında Üsküdar’dan Galata’ya bir köprü kurulmuş olduğunu ve üzerinden melaike-i kiramın Galata cihetine geçtiklerini ve sebebini sorup Kurşunlu Mahzen içinde medfun bazı Tabiini ziyarete gittiklerini söylediklerini görmüş ve bunu Sadrazam Köse Mustafa Bâhir Paşa’ya bildirmişti (1). Mustafa Bahir Paşa Paşa mahzeni açtırıp temizlettirdi. İçinde hakikaten birkaç kabir görüldü. Sözkonusu mahzen, Sultan Birinci Mahmut namına cami olarak kullanıldı. Orada ilk kılınan Cuma namazında Sultan Birinci Mahmut da bulundu. Namaz kıldıktan sonra sadrazama, hayra vesile olduğu için bir samur kürk giydirdi. (hil’at giydirdi).
Adıgeçen Şeyh Muhammed Efendi el Muradî, Şam Müftüsü ve “Silk el Dürer” sahibi “Muhammed Halil Efendi El Muradî”nin büyük babasıdır. Hal tercümesi “Silk el Dürer” de varsa da zikrettiğimiz rüyadan bahis yoktur. Sicill-i Osmanî de Mustafa Bâhir Paşa’nın tercüme-i halinde ve İstanbul’un camilerini anlatan emsalsiz kitap “Hadikatü’l Cevami”de bundan bahsedilmiştir.
Yer altı Camiinin dört kapısı vardır. İkisi karaya ikisi deniz cihetine açılır. İçinde üç kabir mevcuttur. Havlusunda abdest muslukları ve kapısı haricinde bir çeşme vardır.
Mösyö Arnest Manburi İstanbul için hazırladığı “Rehber-i Seyyahin”de (Turistler için hazırladığı Rehber) kitabında Yer altı Camii hakkında şu malumatı verir:
“Bu cami Sultan Birinci Mahmud tarafından H. 1164’te tesis kılınmıştır.Nakşibendi Meşayihinden Şeyh Muradzade Muhammed Efendi’nin, malumat-ı tarihiyyeye (!) istinaden vukubulan müracaatı üzerine Sultan Birinci Mahmut zamanında bu mahalde yapılan araştırmalar ve kazılar neticesinde iş bu camiin işgal etmekte olduğu mahalle vaktiyle İstanbul’un muhasarası ve Galata’nın da fethi sırasında Emeviler tarafından ilk defa olarak bir cami inşa edilmiş olduğu tezahür eylemiştir. Mimari tarzı ve vaziyeti, eski kaynaklara göre tedkik edilince burasının Galata Kulesi temel inşaatı aksamından olduğu anlaşılıyor ki vaktiyle Haliç’i kapatan zincir buradan başlar idi. Filhakika cami müteaddit ve kalın pilyayeleri (2) ve aralarında da engin ve gayet dar geçitleri havi yer altı bir bina halindedir. Üst kısmında liman dairesini taşımakta olan bu âbide kadîm Galata surunun dış tarafına dayanmaktadır.”
(1) Mustafa Bahir Paşa üç defa sadrazamlık makamına geçmiş ve 1138 senesi Şevvalinde Üçüncü sadaretten azl ve Midilli’ye nefyolunarak orada idam olunmuştur. Eyüp’te Otakçılar’da bir camii ve tekkesi vardır. Şair ve mahirdir. Bu iki beyt onundur:
Sipihre gönderelim nâle-i bülendimizi
Cihana bildirelim bari kendi kendimizi
Bu nazm ile varalım hâk-i pâk-i devlete
Çok oldu görmeyeli Bâhira Efendimizi
Yer altı Camiinde bulunan türbeler.
Not:1) Süfyan bin Uyeyne’nin Vehb bin Huşayre ile birlikte burada (Karaköy’de) şehit olduğu söylenmekte ise de, klasik kaynaklarda Süfyân’ın 1 Receb 198’de (25 Şubat 814) Mekke’de vefat ettiği ve Harem-i Şerif’e 1 km. mesafedeki Hacûn bölgesinde defnedildiği belirtilmektedir. (İslam Ansiklopedisi) Amr bin El-As’ın tübesi ise Kahirededir. Bu kabirler muhtemelen bu büyük şahsiyetlere izafe edilen makamlar olabilir.
BABIALİ’DE HASAN HÜSEYİN MESCİDİ
İstanbu’da. Babıali civarında. Fevkanidir. “Hasan Hüseyin Mescidi” namıyla meşhurdur. Hace Kasım Kunanî yaptırmıştır. Hadikatü’l Cevami, (Cild:2 Sayfa: 96) şöyle denilir:
“Ebu Eyyüb Ensari Radiyellahuanh Elbâri Hazreterinin hizmetlerinde bulunan iki zat ki birinin ismi Hasan diğerinin ismi Hüseyindir. Kayser-i Rum izni ile İstanbul’a gelip beldeyi temaşa ederlerken bazı küffarın yersiz sataşmalarına maruz zkalırlar. Tabiinden bu iki zatı öldürmek isterler. Adıgeçenler firar ederlerken yetişip birini adıgeçen mescidin olduğu mahalde (Babıali yakınlarında) ve diğerini dahi yakınında şehit ederler ve o zaman mezkur mahalde bina öldükleri mahallere defn ederler. İşte adıgeçenlerden Hasan isimli zat mezkur mescidin altında ve Hüseyin dahi kapısı karşısında vaki yokuşun ortasında müstakil türbede medfun olduklarından sözkonusu mesci onların ismiyle yad olunur.”
(2) Pilyaye: Kesme kuvvetini karşılamak üzere betonarme kiriş ve döşemelere yerleştirilen, özel şekilde bükülmüş betonarme demiridir.
Not: 2) Asr-ı Saadeti ve benzer mekanları tarihi olayları akıcı bir lisanla anlatan Ömer Döngeloğlu hocamıza Allahtan rahmet ve mağfiretler dilerim. Bu yazıyı ona ithaf edelim.
Osman Şahin / Dünya Bülteni
Henüz yorum yapılmamış.