Ä°slam karşısında duyulan korku, vehim, paranoya, öfke ve nefret tam da 18 ve 19’uncu yüzyılda Avrupa tiyatrolarında kullanılan “fantazmagorya” tekniÄŸinin yarattığı etkiye benziyor. Bir ışık projektörüyle tiyatro duvarına iskelet, kafatası ve hayalet kıyafeti gibi garip ve korkunç görüntüler yansıtmak suretiyle elden edilen etkinin amacı, fantazinin korkuya dönüÅŸmesini, korkunun da kendini gerçekliÄŸin yerine ikame etmesini saÄŸlamaktır.
Ä°slam ve Batı toplumlarının birbirleriyle iliÅŸkilerinde belirleyici unsurların başında ‘fantezi’ geliyor ve bu konuda iki taraf da masum deÄŸil. Müslüman dünya Batı medeniyetini bir öteki olarak bellediÄŸinden beri zihnindeki fantazileri, kurguları, hayalleri, korkuları, vehimleri muhayyel bir ‘Batı’ üzerinden inÅŸa ediyor. Her ÅŸeyin hem en iyisini hem de en kötüsünü Batıda görüyor. Diktatörlük, yolsuzluk, kötü yönetim, geri kalmışlık gibi sorunların müsebbibi olarak da Batıyı görüyor; onlardan kurtulmanın yolu olarak da. Kötü giden her iÅŸin arkasında Amerikan emperyalizmini, Siyonist planları, Batı yayılmacılığını, vs. görenlerle “medeniyet ancak batıdan gelebilir; insanlık sadece onlarda var...” diyenler Müslüman dünyasında bir arada yaşıyorlar. Körü körüne Batı düÅŸmanlığı yapanlar da, kayıtsız ÅŸartsız Batıya teslimiyeti önerenler de kendi zihinlerindeki hayalleri, fantazileri yansıtıyorlar. Batıcı kanadın uslanmaz savaÅŸçısı Abdullah Cevdet tam yüzyıl önce Balkan savaÅŸlarının hemen akabinde bu psikolojiyi yansıtan bir örnek olarak çıkıyor karşımıza.
‘Çatalca’ya dayanan Avrupa’
Balkan savaÅŸları sırasında Bulgarların Ä°stanbul’un batı yakasındaki Çatalca’ya kadar ilerlemesi, savaşın kritik dönüm noktalarından biriydi. Zira Çatalca’nın düÅŸmesi, Ä°stanbul’un iÅŸgaline açılan bir kapı olabilirdi. Balkan topraklarını kısa sürede karış karış kaybeden Osmanlı, Çatalca’ya kadar gerilemek zorunda kalmış ama direniÅŸ hattını burada tutmayı baÅŸarmıştı. Abdullah Cevdet bu hadiseye atfen bir analiz yapar. Avrupa medeniyetini ve medenileÅŸmeyi bir türlü idrak edip içselleÅŸtiremeyen kitleler için hazırladığı ve ilk olarak 1914 yılında yayımladığı Mükemmel ve Resimli Âdâb-ı MuâÅŸeret Rehberi adlı kitabında, Avrupa’ya yaklaÅŸmamakta inat eden Ä°stanbul’a Avrupa’nın yaklaÅŸtığını söyler:
“Üç sene evvel ÅŸu satırları yazmıştım: .’..Avrupa Ä°stanbul’a yaklaşıyor, Ä°stanbul Avrupa’ya yaklaÅŸsın! Tekâmül kanunu ÅŸefaat ve merhamet nedir tanımaz; fakat onun merhametsizliÄŸinde derin ve geniÅŸ bir nev-i merhamet mündemiçtir. Bu merhametsiz yahut pek merhametli kanun-u tabiat daha iyiyi yaÅŸatmak için iyiyi ortadan kaldırır, kuvvetliyi yaÅŸatmak için zayıfı ezer, pâkı yaÅŸatmak için nâ-pâkı öldürür, zekiyi yaÅŸatmak için gabiyi kahreder, çalışkanı yaÅŸatmak için tembeli ortadan süpürür. Bu, daima böyle olmuÅŸtur, böyle olmaktadır, ale’d-devam böyle olacak ve böyle olmanın neticesi hayr, hüsn, kuvvet olacaktır.’ Avrupa bize yaklaşıyor, Avrupa’ya yaklaÅŸalım demiÅŸtim; biz Avrupa’ya yaklaÅŸmamakta ısrar ettik. Uzaktan ve kable’l-vukû gördüÄŸüm ‘yaklaÅŸma’nın bugün vukû ve ÅŸuhûduyla daÄŸdârız. Avrupa Çatalca’ya dayandı, Avrupa bize yaklaÅŸtı.” [Dr. Abdullah Cevdet, Mükemmel ve Resimli Adab-ı MuaÅŸeret Rehberi, 2’inci baskı (Ä°stanbul, Yeni Matbaa, 1927), s. 4-5.]
“Çatalca’ya dayanan Avrupa”, medeniyetin beÅŸiÄŸi kabul edilen Avrupa’nın vatan topraklarını iÅŸgal ettiÄŸinin acı bir iÅŸaretidir. Lakin Abdullah Cevdet geri adım atmaz ve bunun “tekâmül” ve evrim kanununun kaçınılmaz bir sonucu olduÄŸunu söyler. Biz bugün acı çeksek de akıbet, hayr olacaktır! Abdullah Cevdet “Avrupa bize gelmeden biz Avrupa’ya gidelim” derken Avrupa sömürgeciliÄŸinin farkında deÄŸil miydi? Tabii ki farkındaydı ama onun zihninde kutsadığı, her tür “acı gerçek”ten özenle koruduÄŸu bir “Avrupa Medeniyeti” fantazisi vardı. Bu fantezi, ne pahasına olursa olsun -ve Batının kendisine raÄŸmen- korunmalıydı.
Bugün de bu fantaziyi sürdürenler var. Onlara göre Avrupa gibi medeniyetin beÅŸiÄŸi olan bir yerde ırkçılık, ayrımcılık, Ä°slam nefreti gibi sorunlar varsa bunların mutlaka bir izahı, rasyonel bir açıklaması vardır. Mesela bunun sebebi “Arapların ve Türklerin yaÅŸadığı yerlerde sosyal hayatın renginin deÄŸiÅŸmesi” olabilir. Bir diÄŸer sebep, Avrupa’nın kültür ve toplum normlarına entegre olmayan ve direnen; ileri modernliÄŸin tadını çıkartmaktansa gettolarda yaÅŸamayı tercih eden “modern ilkellikler” olabilir. Cami, minare, ezan, sakal, baÅŸörtüsü, kurban gibi Ä°slam’ın modern görünürlüÄŸünü tescil eden manzaralar düÅŸünüldüÄŸünde, Ä°slamofobinin ve Ä°slam karşıtlığının mutlaka rasyonel ve haklı bir izahı olmalıdır... Yoksa modern, çaÄŸdaÅŸ, Aydınlanmış, rasyonel bir medeniyetin durup dururken ırkçılık ve ayrımcılık yapması mümkün müdür?
Meseleye böyle baktığınız zaman ortada bir sorun yok. Avrupa-merkezciliÄŸi bir medeniyet kimliÄŸi haline getirerek Batıyı tezkiye etmek isteyenlerin bundan öte söyleyeceÄŸi fazla bir ÅŸey de kalmıyor zaten. Fakat mesele hiç de böyle basit ve rasyonel deÄŸil. Akıl ile izah edilebilecek olguların ötesine geçen korkuların, vehimlerin, fantazilerin hüküm sürdüÄŸü bir alan burası.
Fantazmalar dünyası
Batı, Ä°slam’ın tarih sahnesine çıktığı yedinci yüzyıldan bu yana Ä°slamiyet’te ve Müslüman kültüründe kendisinde olmayan ne varsa onları görmek istedi. Siyasi ve ekonomik baÅŸarıdan maddi hazza, entrikadan mistisizme, iktidar arzusundan iÅŸret alemlerine, erotizmden hareme, dinî fanatizmden “Asyatik despotizm”e Batının hayal ve fantazi dünyasını gıdıklayan ne varsa hepsini “DoÄŸu”da aradı. OrtaçaÄŸ Avrupa medeniyetinin Ä°slam ve DoÄŸu muhayyilesinde her ÅŸeyin hem en iyisi ve güzeli hem de en kötü ve sefil olanı yine Müslüman dünyasında vardı. Tolkien’in “Arz-ı Vasat”ı (Middle Earth) uzaklarda, yer altında, mitolojik bir alemde deÄŸil, Avrupa’nın hemen yanı başında, güney doÄŸusunda duruyormuÅŸ meÄŸer: Orada erdemli krallar, Hobbitler, Åžövalyeler, savaÅŸçı cüceler, Gendalf’lar, Elfler de var; Sauron’lar, Saruman’lar, Orklar, Gollum’lar, Nazgullar, Balroglar ve daha nice canavarlar ve vahÅŸi mahlukat da! Avrupa kimliÄŸinin “kurucu ötekisi” olarak Ä°slam ve Müslümanlar, Batı fantazmasının dışında müstakil, nesnel bir varlığa ve kimliÄŸe hiç bir zaman sahip olamadı.
Edward Said 1978’de Oryantalizm’i yayımladığında bu basit ama temel gerçeÄŸe ışık tutuyordu. Said’den bir yıl sonra Fransız edebiyat tarihçisi Alain Grosrichard Sultan’ın Divanı: Avrupa’nın DoÄŸu Fantazileri (Fransızca orijinal baÅŸlığı: Haremin Yapısı: Klasik DoÄŸuda Asyatik Despotizm Kurgusu) kitabını yayımladı ve 17 ve 18’inci yüzyıl Avrupasının Osmanlı hakkındaki “Asya despotizmi” fantezileri üzerine çarpıcı bir çalışma ortaya koydu. Her iki çalışmanın da ortak noktası aynı: Avrupa düÅŸüncesinde, edebiyat ve tarih yazıcılığında karşımıza çıkan DoÄŸu, Ä°slam, Müslümanlar, Osmanlı, tarihî ve sosyolojik bir gerçeklik olmaktan ziyade bir Avrupa fantazisidir.
ÇoÄŸulculuÄŸun sınırları
Fakat fantazi deyip geçmemek lazım. Zira fantaziler insanların düÅŸünce dünyalarını, ahlak kodlarını, siyasi tutumlarını - bilerek ya da bilmeyerek— tayin edebilir. Bugün karşımıza Ä°slamofobi olarak çıkan ve bildiÄŸimiz kaba-saba ırkçılıktan farkı olmayan korku-nefret tutumunun arkasında derin fantastik kurgular yatıyor. Bernard Lewis gibi bir tarihçinin bile “30 yıl sonra Avrupa tanınmaz hale gelecek; Avrupa, “Eurobia” olacak” kehaneti, saÄŸcı-ırkçı gruplara bir göz iÅŸareti olmanın yanı sıra, “Oryantal fantazileri”ni tazeleyen bir iÅŸleve de sahip. Batının mutlak bir ekonomik ve askeri üstünlüÄŸe sahip olduÄŸu bu yüzyılda bile birileri hala “Ä°slam’ın kılıcı gelecek, Batı medeniyetini kesecek, insanlık bitecek” paranoyasına sarılmasının rasyonel bir temeli yok. Bu olsa olsa, Aristo’nun -Eflatun’dan mülhem- ‘fantazma’ dediÄŸi, gerçek ile hayali, hakikat ile vehmi birbirine karıştıran ve aklın prensipte idrak ettiÄŸi ama hislerin ve vehimlerin bulanıklaÅŸtırdığı bir “psikolojik kayma”yı ifade edebilir.
Bu tam da 18 ve 19’uncu yüzyılda Avrupa tiyatrolarında kullanılan ‘fantazmagorya’ tekniÄŸinin yarattığı etkiye benziyor. Bir ışık projektörüyle tiyatro duvarına iskelet, kafatası ve hayalet kıyafeti gibi garip ve korkunç görüntüler yansıtmak suretiyle elden edilen etkinin amacı, fantazinin korkuya dönüÅŸmesini, korkunun da kendini gerçekliÄŸin yerine ikame etmesini saÄŸlamaktı. Marx, optik yanılsamaya dayanan bu etkiyi, modern kapitalizmin, tüketim kültürünün ve sahte devrimlerin bir sembolü olarak görür. Fantazmagorya’nın bir kurgu olması, optik yanılsamaya ve psikolojik tekniklere dayanması, onun etkisinin olmadığı anlamına gelmiyor. Tıpkı Ä°slam karşısında duyulan korku, vehim, paranoya, öfke ve nefret gibi.
Fantazmagorya, Eflatun’un maÄŸarası olmadığı için, insanların o sahte görüntülerin ne olduÄŸunu idrak ederek hakikatin aydınlığına yönelmesini beklemek naiflik olur. Zira geç modernite de bize “gerçeklik, görünenden ibaret; bunu kabul et ve mutlu ol” diyor. Fakat korku ve nefretin meÅŸrulaÅŸtırdığı, siyasi hesapların ve ekonomik çıkarların rasyonelleÅŸtirdiÄŸi Ä°slamofobi, insani ve ahlaki bir sorun olarak önümüzde duruyor. MeÅŸrulaÅŸtırmak, gerekçelendirmek, hafife almak ve yok saymak bir sorunun çözüldüÄŸü anlamına gelmiyor.
Ä°slam’ın ve Müslüman toplulukların -özellikle Avrupa ve Amerika’daki varlığı ve tezahürleriyle- modern çoÄŸulculuÄŸun dayandığı sınırlar olarak tanımlanması, “duvar çekme” refleksinin ne kadar derinlere uzandığını gösteriyor. En marjinal alt grupları bile çoÄŸulculuÄŸun bir erdemi olarak gören aydınlar ve siyasiler iÅŸ, zaten entegre olmuÅŸ, vatandaÅŸlık hakkı kazanmış Müslüman topluluklara geldiÄŸinde “çoÄŸulculuk da bir yere kadar efendim” diyebiliyor.
Türkiye’nin AB üyeliÄŸine -daha doÄŸrusu bir türlü üye olamamasına- bu açıdan bakan Nilüfer Göle Ä°ç Ä°çe GiriÅŸler: Ä°slam ve Avrupa kitabında bunu Ä°slam’ın “Avrupa’nın Ötekisi” olarak kurgulamanın sonuçlarından biri olarak deÄŸerlendirir: “Bugün Avrupa ‘Birlikte nasıl yaÅŸanır?’ sorusunun çifte bir süreç içinde gündeme geldiÄŸi bir yerdir: Biri geniÅŸleme ve DoÄŸu Avrupa ülkelerinin katılımı süreci, diÄŸeri ‘Ä°slami farklılık’ ile kültürel çatışma süreci”. Bu ‘farklılık’ın ontolojik düzeylere taşınması, siyasi bir proje haline getirilmesi ve rasyonelleÅŸtirilmiÅŸ nefret söylemlerine dönüÅŸtürülmesi, fantazmagorya sorununun temelini oluÅŸturuyor.
Ne Ä°slam dünyasının ne de Batının birbirlerini hayalet aynalarında, fantazmagorya perdelerinde görmesi saÄŸlıklı bir durumdur. Bu hayal, korku ve nefret dünyasından kurtulmak için doÄŸulu, batılı herkesin çaba göstermesi gerekiyor.
Müellif: Ä°brahim Kalın / Kaynak: Star-Açık GörüÅŸ ArÅŸivi (22.12.2012)
Henüz yorum yapılmamış.