Bir fincan bir masanın üstünde duruyorsa o masanın üstünde bir fincan vardır. Bir aÄŸaç bir parkın orta yerine dikilmiÅŸse o parkın orta yerinde bir aÄŸaç vardır. Bir böcek bir taşın altına saklanmışsa o taşın altında bir böcek vardır. Var olan her ÅŸeyin bulunduÄŸu yerde olabilmek gibi bir kabiliyeti vardır. Sen hariç!
O masanın kenarına oturur o fincanı eline alırsın ama o masanın kenarında sen yoksun. O aÄŸacın gölgesinde oturur bir türkü çığırırsın ama o aÄŸacın gölgesinde sen yoksun. O taÅŸa ayağın takılır o böceÄŸi seyredersin uzun uzun ama o taşın yanında sen yoksun. Sana bir ÅŸey diyeyim mi, senin bulunduÄŸun yerlerde olamamak gibi bir kusurun var. Yahut olabilmek gibi bir kabiliyetin yok. Belki bu kabiliyetin yokluÄŸu baÅŸlı başına bir kusur; belki de bu kusura sahip olmak için ciddi bir kabiliyet gerekiyor. Bunları bilmem, bildiÄŸim o ki, sen uzunca bir zamandır ama özellikle de ÅŸu son günlerde bulunduÄŸun hiç bir yerde yoksun.
Yoksun derken, ontolojik bir yorumdan, egzistansiyalist bir problemden filan bahsetmiyorum. BildiÄŸin yoksun iÅŸte. Bir böcek kadar bile yoksun. Adın Gregor olsa, madam Samsa bir sabah odana girse yatağını bomboÅŸ bulacak, sen o kadar yoksun. BaÅŸkalarının ezber cümleleriyle izah edemem senin yokluÄŸunu. Yokluktan gelip yokluÄŸa giden bugün var gibi yapsa da aslında yoktur, diyemem mesela. Var gibi yapıyordur da haberi yoktur, hiç diyemem. Var olan hiç kimsenin hiçbir cümlesi izah edemez senin yokluÄŸunu. Sen bir acayip yoksun!
Oturursun bir dost meclisinde, anlatırlar bir fıkra, atarsın kahkahanı herkes gibi sen de, o an orada kahkahan vardır ama bilirim, sen yoksun. EÅŸin bir ÅŸey anlatır, oÄŸlun bir ÅŸey sorar, kızın bir ÅŸirinlik yapar; dinleyen biri vardır orada, cevap veren biri, gülen biri, yani nazik bir koca vardır orada, ilgili bir baba, bilmem ne... Ama bilirim ben, sen yoksun. Binersin arabana, alır başını hiç bir yere gidersin, bükersin radyonun kulağını, MFÖ çalar inceden. Niçin bana aÅŸk ÅŸarkısı yazan çıkmaz diye sorar Mazhar abi. Sen makas üstüne makas atarsın umursamadan, deli gibi sürersin arabayı, ama arabanın içinde sen yoksun. Kafan baÅŸka yerde, kalbin baÅŸka yerde, sen baÅŸka yerde, o baÅŸka yerde... Böyle dedim diye hemen maneviyat yüklü iltifatlar filan bekleme benden. Seni biraz tanımasam, öteler için yaratılmış bir kalbi sinende taşıdığın için buralarda var olamıyorsun derdim belki. Sevgilinin öyle bir sarhoÅŸu olmuÅŸsun ki ayıklar meclisinde yokluÄŸundan baÅŸka bir iz yok senden, derdim. Ama ben senin ibadetlerini de bilirim. Namaza durursun seccadede sen yoksun. Eline tesbihi alırsın örtünün altında, sen yoksun. Yalan mı? Ä°tiraf et:
Ne bu dünyaya yarıyorsun ne ahirete. Sevgili seni zatına seçmiÅŸtir belki? Belki de bunun için böylesindir. KulaÄŸa hoÅŸ geliyor ama böyle bir ÅŸeyin olmadığını en az benim kadar sen de bilirsin.
OkuduÄŸun kitaplardan bilirsin biraz. Hiçbir ÅŸeyin kitaplarda anlatıldığı gibi olmadığını yaÅŸayarak anlayışından bilirsin. Bunu anlamak için ödediÄŸin bedellerden, yaptığın hatalardan, o hatayı bir daha yapmamak için aldığın kararlardan, her defasında baÅŸka bir bahaneyle o kararların arkasında duramayışından bilirsin. YaÅŸamak en ufak yaÄŸmurda bir yerinden içeri su sızdıran çadır gibi bir ÅŸey…
Ä°lk yaÄŸmurla beraber suyun sızdığı yeri öÄŸreniyorsun. Damlaların canını nasıl yaktığını fark ediyorsun ilk yaÄŸmurla beraber. Su can yakar mı deme bana! Say ki ateÅŸ yağıyor bulutlardan. Kapatıyorsun orayı bir yolunu bulup. Bu iÅŸ tamam diyorsun keyifle. Ertesi gün baÅŸka bir yerden damlıyor kahrolası. Bu kez orayı kapatıyorsun kendinden emin bir gayretle. O ateÅŸ bir yolunu bulup giriyor her defasında çadırdan içeri. Sen yeni bir ÅŸeyler öÄŸrenip kapatıyorsun her defasında hayatının bütün hata kapılarını. ÖÄŸrendim artık diyorsun. Hatta obaya yeni gelen çaylaklara tarifini yapıyorsun içeri ateÅŸ sızdırmayacak çadır kurmanın. Ama olmuyor bir türlü. Ne yapsan olmuyor. ÖÄŸrenmek dediÄŸin bitmiyor yaşıyorsan hala. YaÅŸadıkça öÄŸreniyorsun ölmeden bitmeyeceÄŸini öÄŸrenmek dediÄŸin ÅŸeyin. Diyorsun ki demirden bir çadır kurayım, yakmasın beni bu ateÅŸ. Hatalarım yaÄŸmasın bulutlardan, düÅŸmesin kalbimden içeri. Sen demir taşımakla meÅŸgulken bulutlar çadırdan içeri taşınıyor senden habersiz. Çadırı demir eyleyip uzanıyorsun sırt üstü, keyifle kapatıyorsun gözlerini. Alnına düÅŸen damlayla sıçrıyorsun yerinden. Bir de bakıyorsun ki çadırın içinde bulutlar... Olmuyor, olmuyor, olmuyor!
Olmak diye bir ÅŸey yoktur belki diyorsun. Bu canına yandığımın olma’sının bir sonu yoktur belki de. ‘Arar idim Allah’ı buldum ise ne oldu’ diyen Yunus geliyor aklına. Bulmanın da bir sonu yok demek ki deyip teselli buluyorsun.
Tam yüzün gülecekken, ‘AÄŸlar idim dün-ü gün güldüm ise ne oldu’ diyor Bizim Yunus. Oturup bir de Yunus olamayışına yanıyorsun, ‘bizim’ olamayışına yanıyorsun. Balıktan bir çadır yapsan girsen içine bulutlar eriÅŸemez sana gibi geliyor. Yunus Yunus’u çağırıyor... Denizi nereden bulacağım diyorsun. Deniz mühim. Balığın karnına saklansan da o su gelir bulur seni. Ama balıktan çadırı suya kurarsan, su ne yapıp da ıslatacak ki suyu?
Aydınlığı aramaktan vazgeçiyorsun. Suyun suyu bulup yakamayacağı bir deniz karanlığı lazım, olmak için. Balığı buldun, içine girdin, denize daldın da tek eksiÄŸin denizlerin inciler toplayacak kadar karanlığına dalmak kaldı öyle mi? Gücün yetmez, aklın ermez bu iÅŸlere, otur oturduÄŸun yerde. Ama yola düÅŸmüÅŸsen bir kere hiç olmazsa balığı unuttuÄŸun yere dönmek aklına gelsin. Bilmiyorum de ki bilenleri bulasın. Bulamadım de ki olanlarla olasın. Olamadığını bil ki olduranı bilesin.
Yok, yok öyle deme! Belki bir kova uzanır suya, iklim deÄŸiÅŸir Züleyha olur belki? Yeter ki yırtılmadan kana belensin gömleÄŸin. Kurtların diÅŸ izi olmasın üstünde, yalandan bir kan izi olsun sade. Haberini alıp aÄŸlasın, gömleÄŸi görüp gülsün yeter ki hasretin babası. Hem belli mi olur, gün gelir alır götürürler bir baÅŸka gömleÄŸi de gözleri açılır aÄŸlamaktan gözlerine ak inen güzelin. O kokuyu daÄŸların ardından alacak kadar çok sevmeli gömlek sahibini.
GömleÄŸinin önden yırtılmasına mani olacak kadar çok sevilmeli onun tarafından. Ama senin kaderine nedense hep gömleÄŸi taşıyan bedbaht olmak düÅŸüyor. Yusuf olamazsın, Yakup olamazsın ama hiç olmazsa avcunda tuttuÄŸun gömleÄŸi bir kokla da çadırın içine ateÅŸ yaÄŸmasın, ÅŸöyle bir gözlerine sür de bulutlar edeple yol versin güneÅŸe. Ama nerede? Ara ki bulasın.
Aramayı boÅŸ ver, bulmaktan vazgeç, unut fincanı, oturma o aÄŸacın gölgesinde, ayağın taÅŸa deÄŸmesin aman. Otur bilgisayarın başına bir yazı yaz sen. Ä°çinde baÅŸtan sona ‘sen’ olan bir yazı yaz hem de. Nasıl olsa bilgisayarın başında sen yoksun, hiç olmazsa yazının içinde O olsun!
Müellif: Serdar Tuncer / Kaynak: Cins Dergi
Henüz yorum yapılmamış.