Sosyal Medya

İsmail Kılıçarslan: İmkânsız başlangıçların kekremsi umudu

İnsan yalnız ve dikine mutsuzdur. Arada bir mutlu hissettiğinde ise birazcık beklemesi gerekir sadece o mutluluğun geçmesi için.



Ä°nsan sadece kendinden kaçar.
 
Bunu söylerken sesimin orantısız bir vurgu ya da bir ısrar taşımamasına o kadar özen gösterdim ki dümdüz, kupkuru bir cümle olarak döküldü aÄŸzımdan. Ä°stanbul’dan dünyaya doÄŸru hareket eden bir arabanın arka koltuÄŸunda, kendisini olmadık ÅŸeylere ikna etmek için uÄŸraşıp duran birine söylenebilecek bir cümle gibi geldi bana bu.
 
Üstelik haklıydım da… Yani ÅŸairler haklıysa ben de haklıydım. Hani “hangi ÅŸehre gidersen git kendini de götüreceksin” gibi ÅŸeyler yazan karamsar ÅŸairler.
 
Gözünün yanındaki ufak yara izinin nereden kaldığını düÅŸündüm bir süre. O ufacık yara büyüyor, büyüdükçe çocukluÄŸunu içinden çıkılamaz bir ormana döndürüyor ve sonunda kayboluyorsun.
 
Elimde bir istatistik yok fakat eminim. Ä°nsan, çocukluÄŸunun içinden çıkamadıkça kendini bir cendereye sıkışmış, bir hücreye tıkılmış saymaya baÅŸlıyor. Her defasında kendinden kaçmaya çabalaması ve her defasında kendinden kaçmak için zırvalaması tam da bu yüzden.
 
“Kapıyı vurup çıktım. Otogara gidip ilk otobüsü sordum. Binerken hiç tereddüt etmedim. Varacağım her yer, arkamda bıraktıklarımdan daha iyi olacaktı.”
 
Böylece anlatmıştı. “Ä°nsan arkasında bir ÅŸey bırakabilir mi sence?” diye sormamıştım. Çünkü cevabını zaten bildiÄŸim soruları sormak gibi züppeliklerim olmamıştı hiç.
 
“Ä°mkânsız baÅŸlangıçların kekremsi umudu” diye bir ÅŸey geçti aklımdan yine de. Bütün baÅŸlangıçların bir bakıma imkânsız olduÄŸunu düÅŸünmüyordum elbette. Ama bir otogardan ilk otobüse binilerek çıkılan bir yolculuk neresinden bakarsan bak, imkânsızdı.
 
Åžimdi ben tam burada, “dön” demeliyim. Dön ve kendinle vermek zorunda olduÄŸun kavgaya giriÅŸ. Kendine attığın yumrukların seni iyileÅŸtirmesini, saÄŸaltmasını bekle. Çünkü galip mi maÄŸlup mu olacağını hiç hesaba katmadan vermen gereken tek kavga kendinle olandır. Ve dünyadaki hiçbir otobüs seni bu kavgadan uzaÄŸa götüremez.
 
“Åžimdi böyle çok daha iyiyim” olabilirdi bu cümleye vereceÄŸi karşılık. Olabilirdi, çünkü bulunduÄŸu yerden gitmekle kendinden gitmeyi aynılaÅŸtırır insan zihninde. Kendisini aradığı için sürekli meÅŸgul çalan paradoksal bir telefona çevirebilir insan. Tüm birikmiÅŸ tozları halının altına süpürdüÄŸünde yok olanın halı deÄŸil de toz olduÄŸunu zanneden bir çarpılmış bakış.
 
Ya da ÅŸunu diyebilir: “Ama ben inandım, yani yapmak istediÄŸim ÅŸeyin yarısını baÅŸardım. Çünkü inanmak baÅŸarmanın yarısıdır derler.”
 
Ä°nanıyorsun ve her ÅŸey düzeliyor. Ä°nanıyorsun ve her ÅŸeyin en az yarısını baÅŸarıyorsun. Büyü gibi bir ÅŸey demek ki ÅŸu inanmak. Yapabileceklerinin bir sınırı olmadığını hissettiÄŸin ve böylece sanki olduÄŸundan daha mutlu, daha huzurlu, daha zengin, daha baÅŸarılı olacağını düÅŸündüÄŸün inanma biçiminden söz ediyorum elbette. Ä°nanmanın böylesine hazırlıklı deÄŸilim çünkü tanımıyorum onu. Ben çalışmaya, didinmeye, emek vermeye inanan kuÅŸağın son ve aptal bir inananıyım sadece.
 
Ä°nsanın asıl duygusunun, hatta asıl amacının mutlu olmak olduÄŸuna inananların safında olmadım hiç. Ä°nsan yalnız ve dikine mutsuzdur. Arada bir mutlu hissettiÄŸinde ise birazcık beklemesi gerekir sadece o mutluluÄŸun geçmesi için.
 
“Yanılıyorsun” dedi bana. Ben “insan sadece kendinden kaçar” diyeli beri hiçbir ÅŸey konuÅŸmamıştık. “Yanılıyorsun çünkü insan sadece kendinden kaçamaz” dedi.
 
“Eh, bu da bir bakış açısı” dedim arabanın camını açan düÄŸmeye basarak. Rüzgâr, beklenmedik bir sertlikte çarptı suratıma. Evet. Rüzgâr.
 
Kaynak: YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.