İsmet Özel: Modanın kaptığı paça
Follow @dusuncemektebi2
Türklerin paçasını moda kapmıştır. Paçayı modaya kaptırmakla modernleşmenin yegâne kurtuluş olduğuna hükmetmek aynı kapıya çıkardı ve çıktı.
Ä°lk gazete yazım (Fıkra mı demem gerekirdi?) 20 Nisan 1977’de Yeni Devir gazetesinde yayınlandı. Gençlik yıllarımda ÅŸair olmam gazete yazısı yazmağı bana küçük gösterdiÄŸi halde niçin yaptım bunu? O tarihte mezun olmama birkaç ay kalmış olsa da bir yandan Hacettepe Üniversitesi’nde okuyor ve diÄŸer yandan evli ve bir çocuk babası olmam hasebiyle Ticaret Bakanlığı’nda memurluk yapıyordum. Enes Harman’ın bana yönelttiÄŸi “Siz de yazmaz mısınız aÄŸabey?” sualine “Bakanlık’tan aldığım parayı verirlerse, elbette” diye cevap verdim. Devam mecburiyeti olmayan bir iÅŸ! Gazete bana Bakanlık’tan daha çok; ama o kadar da pek çok deÄŸil, para verdi. Bütün bunları buraya yazı yazmamla geçim derdimin bitiÅŸik olduÄŸunu bilesiniz diye yazdım. Ömrümün hiçbir safhasında hiç kimse bana “Åžöyle yap veya ÅŸöyle yaz eline kaç para geçiyor kısmını ben hallederim” demedi. Demesini ister miydim? Yıllar içinde bu sualin cevabı kaynayıp gitti.
Devletin bütün hayatiyetini Batılı bir tavra raptetmesi yüzünden sanatçıların kaynamış, haÅŸlanmış, tütsülenmiÅŸ, kavrulmuÅŸ hayatları olageldi. 60, giderek 70 yaşımdan sonra ateÅŸe muhatap olanların sadece Türk sanatçılarının hayatları olduÄŸuna akıl erdirebildim. Bu sebeple hiç tereddüt etmeden Türklerin başına geldiÄŸi ile Türk ÅŸiirinin başına gelenin aynı ÅŸey olmadığı bahsine girebilirim. Dahası bu ikisinin benzer ÅŸeyler olmadığını da dingildemeden söyleyebilirim. O günlerden geliyoruz ki Türk festen bahsederken “başımızdaki püsküllü belâ” demiÅŸti. Hâlbuki uzun yıllar boyu dünya basınında “başında fes olan adamı” Türk diye bildiler. Sonunda fes hangi kanun yoluyla geldiyse aynı kanun yoluyla gitti. Åžimdi ÅŸapka giymek bu belâyı başımızdan defetmek anlamı taşıdı diyen varsa onu tebrik etmemiz lâzım. Zira bunu söylemekle Türk ÅŸiirinin emin bir yol tutturabildiÄŸini ifade etmiÅŸ olur. Emin yol bir milletin sanatıyla o millete mensup kiÅŸilerin zihniyeti arasındaki farkın asgariye indiÄŸi yoldur. Bu yol henüz Türk topraklarında açılmadı ve açılmaması için ülke içinde ve dışındaki Ä°slâm düÅŸmanları ellerinden geleni yapıyor.
Lâfın kısası BatılılaÅŸmanın gideceÄŸi yer nihayet burasıdır deme cesaretini kendinde bulana rast gelenle henüz karşılaÅŸmadık. Rast gelmeÄŸi alelade bir ÅŸey zannedip “Ä°ÅŸte ben varım ya!” demeyin. Rast gelmek fevkalade bir ÅŸeydir ve o denk düÅŸüÅŸ insan hayatında bir çığır açar. ModernleÅŸmenin bir safhası olarak BatılılaÅŸma Türk topraklarında Batı lehine bir rast geliÅŸti. Önce, Ä°stanbul’un fethini takip eden yıllarda yani Fatih Sultan Mehmet saltanatından itibaren Batı’yı kendine örnek alan Saray oldu. O günlerde devletin zihninde BatılılaÅŸma mı, TürkleÅŸme mi, yoksa Ä°slamlaÅŸma mı suali gezinmiyordu. Ä°ÅŸin ekonomik boyutu her ÅŸeyden önemliydi. Türk idaresi Türk vatanını ham madde ithal eden, mamul madde ihraç eden bir ÅŸekle getirmiÅŸti. ModernleÅŸme eÄŸitimi, toplumun düzenini ve ekonominin gereklerini öylesine heybetsiz, öylesine ÅŸekilden mahrum hale getirdi ki askeri baÅŸarısızlıklar maÄŸlubiyetler dizisi gibi görüldü. Asırlar içinde Batı’ya husumet duyan (duyduÄŸunu belli etmesi halinde ancak taraftar toplayabilen) siyasi yaklaşımlar devlet idaresinde Türklere söz hakkı verilmeyiÅŸi yüzünden birkaç ucuz numarayla marginal duruma düÅŸürüldü.
Kısa sayılmayacak yazı hayatıma kimse burun kıvıramıyor. Yine de kimse benden bir ümit kıpırdanışı edindiÄŸi fikrinde deÄŸil. ÜmitsizliÄŸimi bir ilham kaynağı biçimine sokma baÅŸarısı peÅŸinde koÅŸtum mu? Öyle bir ÅŸey de başıma gelmedi. Sayıları her gün deÄŸiÅŸen takipçilerim olduÄŸunu biliyorum; ama hayatlarını benim yazdıklarım yüzünden ÅŸekillendiren insanlarla tanışmadım. Åžimdiye kadar sadece iki öÄŸrencinin üniversite hazırlık kursuna gitmedikleri halde sırf benim yazdıklarımı ısrarla okudukları için Türkiye üniversitelerinin seçkin bölümlerine kayıtlarını yaptırabildiklerini öÄŸrendim. Belki bunlar, umarım ki bunlar sadece iki öÄŸrenci deÄŸildir. Yıllar geçtikçe kitaplarda okuduklarıma güvenmemeÄŸi öÄŸrendim. Kitaplar eÄŸlenceli. Gazlı içeceklere benziyor.
Türklerin paçasını moda kapmıştır. Paçayı modaya kaptırmakla modernleÅŸmenin yegâne kurtuluÅŸ olduÄŸuna hükmetmek aynı kapıya çıkardı ve çıktı. Modaya kapılmak gözümüze hiç hoÅŸ görünmüyor. Buna mukabil bir kurtuluÅŸ yoluna baÄŸlanmanın ÅŸerefli bir tarafı olduÄŸuna kanaat getirmeÄŸe yatkınız. Medeniyetin getireceÄŸi her ÅŸeyi baÅŸ tacı etmekle, medeni toplumun hastalıklarının belirtilerini yüceltmenin arasında az da olsa fark yoktur. Askeri müdahale modasını 27 Mayıs 1960 baÅŸlattı. Türkiye Cumhuriyeti her askeri müdahalenin akabinde tiksindirici ölçüde yetke yalakası rolünü üstlenmiÅŸtir. Tiksindirici dedim. Yenilik gibi görünen ÅŸeyle karşılaşınca kimdi tiksinen? Ä°çinde bir önceki dönemin modasına baÄŸlı zevklere yer açmış insanlar. Sözlerine “Bizim zamanımızda böyle miydi?” diyerek baÅŸlayanlar alışılmamış bayağılıkların yerine alışılmış kepazeliklerde ısrarı gözetenlerdi.
Felsefe kitaplarının çoÄŸunda modern fikir dünyasının babası gibi gösterilen René Descartes 54 yaşına 1 ay kala öldü. Hâlbuki icat ettiÄŸi bir beslenme izleÄŸi sayesinde 150 yıl yaÅŸayacağını umuyordu. Ölümünü takip eden zamanda 150 yıl yaÅŸama hayalini alaya alan bir yazı da yayınlandı. Descartes’e göre madde ve mânâ birbirlerine ne selâm veriyor ne de birbirlerinin selâmını alıyorlardı. Kartezyen düÅŸüncenin baÅŸlattığı düalizm hem halkın dünyasında hem de felsefe söylemi içinde yaygın bir kavrayıştan güç aldığı için yadırganmadan benimsendi. Firavunlar çağının Mısır medeniyeti insanın ruhunun bedeni terk etmesine ölüm diyordu. EÄŸer canlılık organizmanın iÅŸleyiÅŸini devam ettiriÅŸi ise bugün ölen adamın saç ve sakallarının uzadığını apaçık gözlüyoruz. Bu gözleme Descartes algılarımızın bizi yanılttığı kuyruÄŸunu mu takacak? Kuyruk takmak! Bu faaliyetin hakkından en iyi gelen ÅŸeye bilim dendiÄŸinin hepimiz ÅŸahidiyiz. Yerküre çapında refahın muhafızlığını kuyruk takma faaliyetinde baÅŸarılı olanların yaptığını yakinen biliyoruz.
Bu hercümerç içinde Türklerin paçalarını modanın kapmasına hayret etmek tuhaf kaçar. Türkler modernleÅŸme uÄŸruna nelerden feragat etti? Hangi acılara duçar oldu ve umuttan söz etmede kimlerle sidik yarışına girdi? Türkler Yugoslavya adını alan ülkenin ne doÄŸuÅŸunu ne de haritadan siliniÅŸini hesap dışı tutabilir. O toprakların kaç asır Türk hâkimiyeti altında bulunduÄŸuna (veya tutulduÄŸuna) da akıl erdirmek esasa alınmalı. Hıristiyanlar arasındaki Ortodoks/Katolik olarak bilinen büyük bölünmede iki kısımdan birini arkana almakla akıllı bir siyaset gütmüÅŸ olmazsın. Yanlış siyaset akıllı sayıldı mı dinden çıkarsınız. Ä°slâm yanlışı devre dışı bırakarak tezahür etmiÅŸtir. Ä°hlas suresi namaz suresi olarak hepimizin ezberindedir. Namaz suresi sayılmasında kısalığının mı, adının Ä°hlas olmasının mı payı büyüktür? Hiç kuÅŸkunuz olmasın ki, bu surenin Ä°slâm inancının en hassas kısmına göndermede bulunması onu namazda okumamıza sebep teÅŸkil etmektedir. Bu yüzden Ä°stanbul’un fethini Roma’nın fethi takip etmeliydi görüÅŸünü öne çıkarıyor ve Türk ordusunun Roma önlerinde deÄŸil de Viyana önlerinde bulunuÅŸunu yadırgıyorum.
Ä°nsansız hava araçlarının birer robot olduÄŸuna dikkat etmiyor musunuz? Çeklerin dilinde köle demek istediÄŸiniz zaman robot diyorsunuz. Yapay zekâ kendini robot olmamakla savunuyor. EÄŸer yapay zekâyı robot bilecek olursak hangi zekânın yapay zekâyı kurguladığına kulak kabartmak mecburiyeti altına düÅŸeriz. Bu mecburiyet medeniyeti tepeden tırnaÄŸa mesuliyet altına almamız demektir. Medeniyet insan masumiyeti karşısında mesuliyet altındadır. Ne demek insan masumiyeti? Ä°nsan faaliyeti meÅŸruiyetini Allah’ın tesis ettiÄŸi nizama zarar vermekten uzak durmakta bulur. Cihat etmek bir maceraya atılmak deÄŸil, tarafını seçmenin yani Allah’a kul olmanın en yüce biçimidir.
Cihat edebilmenin ilk ÅŸartı yerkürenin Müslim ve gayri-Müslim olarak ikiye ayrılmasıdır. Bu noktaya yani dünyanın kaldırabileceÄŸi azami bölünmeÄŸe gelebilmek için de yazmak önümüze çıkmış bir fırsat gibi görünüyor. Modern çaÄŸ yazmağı bilhassa XVII. asırdan itibaren insanın meÅŸguliyetleri arasına teorilerini baÅŸkalarına aşılamanın bir vasıtası ÅŸeklinde çıkardı. Ä°nsanlar bu vasıtayı adlarını ebedileÅŸtirmenin bir yolu sayarak çok sevdiler. Bazı adların ebedileÅŸmesi dünyaya da ebedilik saÄŸladı mı? Çevrecilere kulak verirseniz hayır. Çevrecilik adı verilen fikir modern dünyanın oluÅŸumunda karşımıza çıkan arızi belirtileri esasa çekme çabasıdır. ABD’de tabiatı koruma tavrı nice ayrımın olduÄŸu gibi siyah/beyaz ayrımının da daha önünde bir yer bulmalıydı. Kirlenen hava, toprak, su geri gelmeyecekti. Tek yapabileceÄŸimiz kirlenmenin önce hızını düÅŸürmek ve sonra yapabilirsek temiz bir faaliyete emek vermekti. Ä°nsanın müdahalesindeki tehlikeye iÅŸaret etmek “umutları” küfrün ünlü kurumlarından para bekleyenlerin iÅŸine gelmiyordu. Hâlbuki insanlar son on yılda su arıtma tesislerinden geçen suları denize ilâve etmekle denize çöp atmak arasında denizin sıhhati bakımından bir fark olmadığını tecrübeyle öÄŸrendiler. Ä°nsanın tabiatı dize getirmesi büyük bir palavraydı ve zamanında bu palavradan para kazananlar ÅŸimdi umutlarını tabiatın korunması fikrine baÄŸlamışlardı.
Åžimdiye kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin idarecileri alışılmış çözüm yollarının yerine daha modern yolları tatbik ederek batağı derinleÅŸtirdi. Hem kasabın et derdini halledecek hem de koyunun can derdine bir çare bulacak formülü icat etmek imkânsız. Bir zamanlar solcu siyaset Türkiye’nin eski elbiseye sığmayacak kadar büyüdüÄŸünü iddia ederdi. Yeni bir takım elbise sipariÅŸ edilebildi mi? Hayır, ülke olarak ortalıkta yırtık pırtık dolaşıyoruz. Lozan anlaÅŸması devletin var olma yolunda elde ettiÄŸi bir tapu idiyse 100. yılını doldurduÄŸunda karşımıza neler çıktığını herkes görecek. Kahraman ordumuza ithaf edilmiÅŸ bir Ä°stiklâl Marşı’mız var; ama o kahraman orduyla rastlaÅŸanı ben bilmiyorum. Can düÅŸmanlarından insan hakları dilenen toplumun kahraman ordusu olmaz, olmamıştır.
Meselenin ciddiyeti tahminlerin çok üstündedir. Ä°nsana dair her ÅŸey her insanın daha önce yapılmış belirginliklerin ötesine geçmesini zorunlu kılar. Sözün geliÅŸi bu meyanda dil olgusu da çeÅŸitli tanımlarla tasnif edilmek istenmiÅŸtir. Bunlardan biri “Ordusu ve donanması olan lehçeye dil denir” ÅŸeklindedir. Belli ki bu tarz bir ayrım Ä°spanyolların ve Portekizlilerin iki ayrı millet olduklarına delil temin etme endiÅŸesiyle doÄŸmuÅŸtur. Hâlbuki biz Ä°stiklal Harbi’nin ilk safhasında (ikinci safha henüz baÅŸlamadı) devreye deniz gücünü sokmamış bir milletiz. Ege adalarının Yunan kontrolüne bırakılması Sevr’i tesirsiz bırakma kaygusundan güç aldı. Türkçe doÄŸrudan doÄŸruya Kur’an ve Sünnet dilinin Türk terbiyesine uÄŸramasının verdiÄŸi bir sonuçtur. Yani bir lehçe kendini uyumsuzluklardan arıtabildiÄŸi oranda dil olmuÅŸ deÄŸildir. Paçasını modaya kaptırmış bir toplum örgütlenmesinin kendi istiklâli uÄŸruna bir fedakârlığa yelteneceÄŸini hayal etmek bütün düÅŸ görücülerin uÄŸraÅŸları içine hapsedilmiÅŸtir. Avrupaî kıyafet ülkemizde setre-pantol olarak tezahür etti. ModernleÅŸme setreyi yok etti. Pantolon ise üniseks bir hal almakla kalmadı tene yapışan bir biçimde göze çarpıyor. Kaptırdığımız paçayı kurtarmak istersek bu pantolonun ne kadarından feragat edeceÄŸiz? YetiÅŸ ey ilmi kıyafet!
Müellif: Ä°smet Özel, 18 Ramazan 1442 (30 Nisan 2021) / Kaynak: Ä°stiklal Marşı DerneÄŸi web sitesi
Henüz yorum yapılmamış.