Sosyal Medya

Kürsü

Osman Nuri Topbaş'ın kaleminden: Ramazan fazilet ayıdır

Ramazân-ı Şerîf, bize bir temizlenme ayı. Tabi burada temizlenme ayında, borçlar varsa o ödenecek. Kul hakları varsa helâlleşilecek. Onlar, kıyâmete kalan keyfiyetler…



Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin aziz, latîf, mübârek, pâk rûh-i tayyibelerine; ehl-i beytin, ashâb-ı kirâmın, enbiyâ-i izâmın, sâdât-ı kiram hazarâtının, cümlemizin geçmişlerinin rûh-i şerîflerine; dînimizin, vatanımızın, milletimizin selâmetine, Ramazân-ı Şerîfʼin bütün İslâm dünyasına bir rahmet, bereket olması niyaz ve duâsıyla, bir Fâtiha-i Şerîfe, üç İhlâs…
 
Muhterem Kardeşlerimiz!
 
Cenâb-ı Hak bütün mahlûkâtı bir nesil yetiştirme endişesinde devam ettiriyor. Mahlûkat, hayvanat, bir nesil yetiştirme endişesinde. Bir hayvan, doğurduğu yavruyu muhâfaza ediyor. Bir kediyi alalım: Onu, sağlam ve muhâfazalı bir yere taşıyor. Beş tane yavrusu varsa beşine birden süt veriyor, kendisinin zayıflamasını umursamıyor. Onu koruyor, ayakta duruncaya kadar. Nebâtat da öyle. İlâhî tanzim…
 
İnsan neslini yetiştirmek, ayrı bir keyfiyet. Yani kaliteli, keyfiyetli bir insan yetiştirmek.
 
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Mekkelileri, yani Muhâcirleri çok severdi. Onlar tevhîdi korumak için her türlü ıztırâba katlandı. Aç kaldı, susuz kaldı, zulüm gördü, öldürüldü. Fakat tevhîdi muhafaza etti.
 
Medînelileri çok severdi, yani Ensârʼı. Onlar da üç tane kıskacın içinde: Münâfıklar, müşrikler, Benî İsrâil… Her inen âyete سَمِعْنَا وَ اَطَعْنَا (“…İşittik ve itaat ettik…” [el-Bakara, 285]) diyorlardı, hemen tatbikâta geçiriyorlardı.
 
Fakat, -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin en çok meşgul olduğu grup, “Ashâb-ı Suffe” idi. Yani ilim talebeleriydi. İlimden maksat; Kurʼân-ı Kerîmʼdir. Kurʼân talebeleriydi. Onların yetiştirilmesi, onların bütün İslâm dünyasına gönderilmesi, o şekilde dünyanın hidâyete ve huzura kavuşması…
 
Vedâ Haccıʼnda yüz yirmi bin müslüman var. Gelemeyenlerle beraber belki yüz elli bin, ihtiyarlar vesâire çocuklar… Bu yüz elli bin ashâb-ı kirâmın Mekke-i Mükerremeʼde, Medîne-i Münevvereʼde gömülü olan / medfun, yirmi bin adet yok. Hepsi dünyaya dağılmış, hepsi tevhidi oralara yaygınlaştırmak, insanları hidâyete, insanları huzura kavuşturmak. Onun için en mühim, Efendimizʼin üzerinde durduğu; bir nesil yetiştirme; keyfiyetli bir nesil yetiştirme.
 
Yine bir misal:
 
Âişe vâlidemiz naklediyor:
 
Efendimizʼin vefat günleri yakındı. Efendimizʼin Mescid-i Nebevîʼye gidecek tâkati yoktu. Yani, ne kadar mesâfe? Belki yüz adım bir mesafe. Yüz metre, yahut elli-altmış metre bir mesafe. Tâkati yoktu. Ezan okundu. Nasıl bir muhabbet ki ashâb-ı kiramda; haber geldi.
 
“‒Yâ Rasûlâllah.” dediler. “Siz gelmeden namaza durmak istemeyiz. İllâ ki Siz bizim aramızda olacaksınız.”
 
Efendimizʼin muhabbeti, Ümmet-i Muhammedʼe çok. Bize de aynı. Ashâb-ı kirâma da aynı. Bizden sonra geleceklere de aynı. Çünkü Cenâb-ı Hak Oʼnun için; “çok rauf çok rahim / çok merhametli, çok şefkatli (buyuruyor). [Bkz. et-Tevbe, 128] Yalnız Peygamber Efendimiz üzerinde Cenâb-ı Hak, bu iki kendi sıfatının bir zirvesi olduğunu bildiriyor.
 
Efendimiz, bir kova su istetti. O kovayı dökünüyor. Ayağa kalkıyor, yürüyecek hâli yok. Oraya tekrar çöküyor. Bir müddet kendine geldikten sonra ikinci kova su istiyor. Onu da dökünüyor. Ayağa kalkıyor, yine yürüyecek tâkati yok. Yine bir müddet dinleniyor. Üçüncü kova su istiyor. Onu da dökünüyor. Ayağa kalkıyor. Bir koluna amcası Abbas giriyor -radıyallâhu anh-. Diğer koluna da sahâbe üç adım, üç adım, teberrüken götürüyorlar. Namaz kıldıracak tâkati yok. Ebû Bekir Efendimizʼe işaret ediyor. Ebû Bekir Efendimiz mihrâba geçiyor, namazı kıldırıyor. Selâmdan sonra Âişe Vâlidemiz buyuruyor ki:
 
Allah Rasûlüʼnün en ıztıraplı, en muzdarip bir ânıydı. Dönüp arkasına baktı. Güzel bir tebessüm etti. Öyle bir sevinçle tebessüm etti ki… Sanki bir vedâ ânıydı Allah Rasûlüʼnün. Arkasında güzel bir nesil bırakmak…
 
En güzel mîras, peygamberlerin mirası; arkalarında bir nesil bırakmaktı. Bizlerin de mirası, arkamızda güzel bir nesil bırakmak. Onlara bir şahsiyet ve karakter mirası verebilmek.
 
Elhamdü lillah Bursaʼmız bir merkezdi. Orhan Gazi ile temeli atıldı. Üç asırda, bugün Türkiyeʼnin otuz misli; 24 milyon kilometrekareye ulaştı. İhlâs, samimiyet, Cenâb-ı Hakkʼın yardımı. Büyük bir fütûhat oldu. Dünyada 620 sene devam eden, dünya tarihinde ikinci bir devlet yok. Bunu Cenâb-ı Hak, Osmanlıʼnın rûhâniyeti, samimiyeti, ihlâsı, takvâsı… Bu, Bursaʼdan başladı.
 
Bu Ramazan ayı, kulun fazîletlere nâil olma ayı. Faziletler ise, kalpteki rûhânî hissiyatın heyecanından meydana gelmektedir.
 
Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede buyurur:
 
“Ey îmân edenler! Oruç sizden önce geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı…” (el-Bakara, 183)
 
Demek ki oruç… Bazı farzlar var; o her ümmete farz olmuyor. Fakat oruç o kadar mühim ki, bir riyâzat hâli yaşanacak. İbadetlerde ayrı bir vecd, bir heyecan olacak. İbadetler rûhumuza bir vitamin olacak. Ve rûhumuz Cenâb-ı Hakkʼa yaklaşacak. Bir dostluk meydana gelecek. Ve neticesinde Cenâb-ı Hakkʼın affı bir tuğyan hâlinde Ramazân-ı Şerîfʼte; oradan bir nasip alacağız.
 
Bir vecd hâlinde, bir duyuş hâlinde bir Ramazan-ı Şerîf geçirmek… Cenâb-ı Hakʼla beraber olarak…
 
“…Ayaktayken, otururken, yanları üzerindeyken…” (Âl-i İmrân, 191) buyuruyor Cenâb-ı Hak. Her an kendisiyle beraber olmamızı arzu ediyor ki kalp yanlış şeylere kaymasın.
 
Onun için Cenâb-ı Hak yine bir tefekkürü bize bildiriyor:
 
“…Göklerin ve yerin yaratılışını (derinden derine) düşünürler. Yâ Rabbi, Sen bu (âlemi gökleri, yeri ve içindekileri Sen) boş yere yaratmadın. Bizi Cehennem azâbından koru (yâ Rabbi derler.)” (Âl-i İmrân, 191)
 
Böyle bir gönül istiyor Cenâb-ı Hak bizden.
 
Yirmi günden sonra Cenâb-ı Hak yine bir gün verecek. Bir gece verecek, son on günde. Efendimiz; “Tek günlerde arayın.” buyuruyor. “Son on günde arayın.” buyuruyor. “Yirmi yedinci gecede arayın.” buyuruyor. (Bkz. Buhârî, Leyletüʼl-Kadr 2, 3, 5; Müslim, Sıyâm, 205, 206, 219, Îtikâf 7)
 
Yirmisinden sonra meçhul bir gece veriyor. Demek ki bu iştiyakla bir Kadir gecesi aranacak. Bu Kadir gecesi de yalnız Efendimizʼe âit. Başka peygamberlerde Kadir gecesi yok.
 
Efendimiz buyuruyor:
 
“Benim ümmetimin yaşı (ömrü) 60ʼla 70 (sene) arasıdır, vasatî (ortalama, genel olarak).” (Tirmizî, Zühd, 23/2331; Daavât 101/3550; İbni Mâce, Zühd 27)
 
Fakat Cenâb-ı Hak, Efendimizʼe ne kadar Cenâb-ı Hakkʼın sevgisi var, muhabbeti var ki… Efendimizʼin de ümmete olan muhabbeti. Cenâb-ı Hak, o vesîle ile ümmet-i Muhammedʼe Cenâb-ı Hakkʼın bir rahmet vesilesi.
 
مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ (el-Kadr, 3)bin ayın fazîleti, yani seksen küsur senenin, bir ömrün bedeli, bir ömrün fazlasının bedelini Cenâb-ı Hak bir gecede ihsan ediyor.
 
Demek ki hep bir Kadir Gecesiʼne hazırlanmak… Ondan sonra bir bayram sabahına hazırlanmak… Ondan sonra da bu Ramazanʼın rûhâniyetini devam ettirmek; riyâzat hâlini, ibadetteki vecd, duyuş, tefekkür hâlini devam ettirmek, hayatımızın bir Ramazan hâline gelmesi, son nefesin de bir bayram hâline gelmesi… Zira Cenâb-ı Hak:
 
“Ey îmân edenler! Allâhʼın azamet-i ilâhiyyesine göre (sonsuz kudretine göre) takvâ sahibi olun…” (Âl-i İmrân, 102)
 
وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
 
“…Ve ancak müslümanlar olarak ölün (başka şekilde ölmeyin).” (Âl-i İmrân, 102)
 
Demek ki bütün hayat, bu son nefeste bir;
 
تَوَفَّنِى مُسْلِمًا وَاَلْحِقْنِى بِالصَّالِحِينَ
 
(“…Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!” [Yûsuf, 101])
 
Yusuf -aleyhisselâm-ʼın duâsı. Son nefeste selâmete ermek için, onun gayreti içinde olacağız.
 
Cenâb-ı Hak, kendisine dost olan kullarına, onlara bir müjde veriyor Fussilet Sûresiʼnde. Müʼminlerin hâlini bildiriyor:
 
“Rabbim Allahʼtır deyip…” (Fussilet, 30) âyet-i kerîmede. Yani her an, hayatın her safhasında Allah rızâsını arayan. Allah benim bu hâlimden memnun mu? Allah benden râzı mı?..
 
Bu şekilde hayatını, ömrünü devam ettiren,
 
ثُمَّ اسْتَقَامُوا (“…Sonra dosdoğru olanlar…” [Fussilet, 30]) -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin rûhânî izinde devam edenler, ki sahâbe hep bunun gayreti içindeydi. İbâdette Oʼna benzemeye çalıyordu, ahlâkta Oʼna benzemeye çalışıyordu, şekilde, geometride bile Oʼna benzemeye çalışıyordu. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hangi ağacın altında gölgelendiyse gidip o ağacın altında oturuyordu. Sırtını hangi kayaya dayamışsa gidip o kayaya sırtını dayıyordu. Nereden geçiyorsa oradan geçiyordu. Oʼnun hâlini taklit ediyordu. Efendimiz bir yerden geçerken bir tükürük görse oradan geçmiyordu. Ashâb-ı kiram o tükürüğü kapatıyordu.
 
ثُمَّ اسْتَقَامُوا : Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin o rûhânî izinde yürüyenler. Onlar üzerine -âyet-i kerîmenin devâmında-:
 
“…Melekler iner; onlara «Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)
 
İmtihan bir sefere mahsus. Ne kadar yaşayacağımız meçhul. Herkes meçhul bir takvimle dünyaya geliyor. Bütün yaratıklar; nebâtat, mahlûkat, insan… Hepsi ayrı bir ilâhî tanzim, bir ekolojik dengenin içinde bir takvimle dünyaya geliyor. Her gün o takvimden görmediğimiz bir el, bir yaprak koparıyor. Kaç yaprak olduğunu bilmiyoruz bakiyye olarak. Fakat tekrar dünyaya geliş, tekrar imtihan imkânımız yok. Bir sefere mahsus.
 
Bu, üç şekilde tefsirlerde… Melekler gelecek; “Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği cennetlerle sevinin.” Bu üç şekilde olacak.
 
Bu takvâ sahiplerine hayatın bir yerinde boşluk olmayacak. Yani nefs-i levvâme olmayacak; tutarsız bir istikâmet olmayacak.
 
Nefs-i mutmainne olacak; huzur hâlinde bir ömür… Allah ne verdiyse, ne ikram ettiyse Cenâb-ı Hakkʼın yolunda bezlederek, cömertçe harcayarak, değişen şartlarda tevekkül, teslîmiyet olacak.
 
Râdıyye olacak; kul Allahʼtan râzı olacak. Gaybı bilmiyoruz. Bu benim için hayırdır diyecek, olan vâkıâlara. Bâzı şeyler vardır, hayır gibi gözükür, şerdir. Şer gibi gözükür, hayırdır. Kul, Cenâb-ı Hakkʼa sığınacak.
 
Merdıyye: Allah da kulundan râzı olacak ve bu şekilde Cenâb-ı Hakʼla bir dostluk meydana gelecek. Bu dostlukta, melekler gelecek, üç yerde;
 
“Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.” diyecekler.
 
Bir; son nefeste gelecek bu. En zor ânımız, canın gırtlağa geldiği an.
 
İkinci: Zor bir yolculuk, kabir yolculuğu. Bir hâlden diğer bir hâle geçiş. Ruh bedenden çıkacak, beden fonksiyonunu bitirmiş olacak. Bedenin bir fonksiyonu kalmayacak. Orada, mezarda ruh devam edecek. Tabi o, bir yalnızlık. Bütün irtibatlar, bütün antenler kopacak. Mal-mülk, evlât vesâire çoluk-çocuk… Hepsi bitecek. Ayrı bir kabir hayatı olacak. Bir yalnızlık, bir tenhalık… Orada da melekler gelecek; o sâlih, sâliha, sâdıka, sâdık kullara:
 
“Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.” diyecekler. Zor anlar… Cenâb-ı Hak, dostluğun bir mukâbilini bildiriyor.
 
Yine Cenâb-ı Hak, صَيْحَةً وَاحِدَةً (Yâsîn, 29) o büyük bir gürültü, büyük bir şiddet…
 
لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ (“Kıyamet gününe yemin ederim.” [el-Kıyâme, 1]) Burada kıyâmetin büyük infilâkı… Diriliş… Orada melekler gelecek: “Korkmayın, üzülmeyin, Allâhʼın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.” diyecekler.
 
Tefsirlerde buyruluyor:
 
İnsanın zor zamanları olur. Sabrın zorlandığı zamanlar olur. Yine o zamanlarda melekler gelecek, onların iç âlemlerine, gönül âlemlerine ferahlık verecekler.
 
Ramazân-ı Şerîf, bize bir temizlenme ayı. Tabi burada temizlenme ayında, borçlar varsa o ödenecek. Kul hakları varsa helâlleşilecek. Onlar, kıyâmete kalan keyfiyetler…

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.