Oruç, daha önceki kavimlere de buyrulmuÅŸ olan temel ibadetlerden birisidir. Ä°ÅŸin içinde gizli olan hikmetler bir yana, oruç tutmanın toplumsal olarak oluÅŸturduÄŸu bir deÄŸer alanı vardır ve bunlar, o mundemiç olan alanın tam da sosyolojik deyimi ile temel taşıyıcı ajanıdırlar adeta. Ä°slam geleneÄŸi açısından Müslüman olmanın en basit somut göstergesi kalben inanmaktır ama din, ibadet ile iman arasında ontolojik bir illiyet rabıtasını da kurar. Teori ile pratiÄŸin ayrı olmadığı bir mesajdır Ä°slam. Günümüzde bu ilkeyi sarsan en önemli deÄŸiÅŸim dünyevileÅŸmektir, bir baÅŸka ifade ile ibadetsiz bir dini inancın yaygınlaÅŸmasıdır.
Åžair-i maderzâat Hüseyin Atlansoy derdi ki, bizim edebiyat geleneÄŸinde bir kiÅŸinin ÅŸairliÄŸi yazdığı naat ile tescillenir. Na't, kuru bir methiye deÄŸildir. Hz. Peygamber'e duyulan sevginin ve gösterilen saygının bir ifadesidir. Zira Müslüman coÄŸrafyada tüm aÅŸkların en yücesi Hz. Peygamber sevgisidir. Madem ki ÅŸiirin konusu her daim aÅŸktır o halde her ÅŸair öyle ya da böyle en yüce aÅŸkı da kendisine konu edinmelidir.
Hassân Bin Sâbit'ten Kâ'b Bin Mâlik'e, Firdevsi'den Süleyman Çelebi'ye Fuzuli'den Nabi'ye, Yunus Emre'den Arif Nihat'a, Sezai Karakoç'tan Erdem Beyazıt'a, Ä°smet Özel'den Necip Fazıl'a Aşık Veysel'den Ragıp Karcı'ya binlercesinin yüreÄŸindeki Hz. Muhammed'e duyulan sevgisinin ifadesidir bu na'tı ÅŸerifler. Hem sevgiyi izhar etme hem de ÅŸefaaine nail olma tutkusudur bunlar. Ona çaÄŸrıdır adeta. Gel! sıratın başında kayır beni diye yalvaran yüreklerin sesidir na'tlar.
Mecnûn'un ancak adı var
Bu arada anti parantez itiraf etmeliyim ki Sultan-ı Åžuara Fuzuli'nin Su Kasidesi ile Arif Nihat Asya'nın Naat'ı benim gönlümdeki yerleri sebepsiz olarak hep farklıdırlar. Her okumada istisnasız göz yaÅŸlarımı tutamam. Onların aÅŸkına hayranım. Bunları okuyunca da yine büyük ustanın o mısraları aklıma gelir: "Mende Mecnûn'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var /Âşık-i sâdık menem Mecnûn'un ancak adı var" mısrası ile kendimden hicap ederim.
Bu konuda akademik bir çalışma yapılmış mı bilmiyorum ama ne zaman bir na't-ı ÅŸerif okusam Ramazan'da yazıldığını düÅŸünürüm hep, özellikle de Süleyman Çelebi'nin yazdığı Vesîletü'n-Necât, halk arasında bilinen adıyla Mevlid'i.
Benim doÄŸduÄŸum bölgede, GüneydoÄŸu Anadolu Bölgesi'nde özellikle de Åžanlıurfa'da Ramazan aylarının en vazgeçilmez adeti Mevlid okutmaktır. Ä°mam Hatip Lisesindeki yıllarımızda bunun bir bidat olduÄŸu konusu çokça tartışılırdı. Sert itirazlarda bulunanlar da vardı. Ama bir sosyolog olarak ifade etmem gerekir ki, Ä°slam'ın temel deÄŸerlerinin sosyolojik bir kurumsal yapıya dönüÅŸmesi ancak bir kültür ikliminde mümkün olabilir. EÄŸer bu kültürel unsurlara kaynaklık eden niyetler ÅŸeriata aykırı deÄŸilse itiraz edilmesini en basit ifadesi ile şık bulmam.
Belli ki bizden önceki müminler de Hz. Peygamber'e duyulan aÅŸkın ifadesi olarak ayinsel bir huÅŸu içinde Mevlid okunmasına itiraz edenleri şık bir dil ile ikaz edip bildiklerini bugüne kadar okumaya devam etmiÅŸlerdir.
Kürtçe Mevlid
Giderek dünyevileÅŸmeye yenik düÅŸmüÅŸ olmakla beraber hala Mevlit okutmak önemli bir adettir. Özellikle de Ramazan'ın son on gününde, mümkünse de Kadir Gecesi'nde, kalabalık bir davetli misafir ile özel bir iftar yemeÄŸi eÅŸliÄŸinde okutulan Mevlit, davetlilerin ortamına göre, Kürtçe de okunabilir, Türkçe de. Ä°ÅŸte Türkçe okutulan Mevlit yukarda andığımız Süleyman Çelebi'nin onbeÅŸinci yüzyılda yazmış olduÄŸudur. Efendimizin doÄŸumunu, güzel ahlakını, hayatını, fiziki görüntüsünü, anne-babasını ve doÄŸumunda meydana gelen mucizeleri anlatır. Zaten Kürtçe olan da Süleyman Çelebi'nin eserinden esinlenerek, tahminen 18, yüzyılda Molla Hüseyin El-Batevî tarafından yazılmış olandır.
Gerçi Osmanlı döneminde ilk önce hazreti peygamberin doÄŸum gününde yapılan bir ritüel idi ama daha sonra pek çok özel günde de Mevlit okutulmaya baÅŸlanmıştır. Pek çok yerde ve günde Mevlit Okutulmasına ÅŸahit olmuÅŸluÄŸum vardır ama hiç birisi Urfa'daki Ramazan Mevlidi kadar özgün, maneviyatlı ve keyifli deÄŸildir.
Urfa'da Ramazan Mevlidi
Davetliler ikindi namazından sonra Mevlid'in okunacağı/okutulacağı haneye gitmeye baÅŸlarlar. Ev sahibi misafirleri kapıda, ailenin din büyüÄŸü odada karşılar onları. Hoca efendi hem misafirleri buyur eder yerlerine hem de sohbet eder onlarla. Sohbetin ana konusu Ramazan'ın bereketidir. Fakir fukaranın ne kadar gözetilip gözetilmediÄŸidir. Misafirlerin çoÄŸunun geldiÄŸine hükmeden mevlithan, ki bu genelde ev sahibinin kıratını en çok sevdiÄŸi ya da din büyüÄŸünün iÅŸaret ettiÄŸi ve itibar ettiÄŸi imam, mevlithandır. Mevlidin her bir bölümü farklı bir makam ile okunmaya baÅŸlar. Herkes pür dikkat ve huÅŸu içinde dinlerler hoca efendiyi. Ev sahibi, önce buhur tütsüler yakar. Sonra bir tepsinin içine bir evde mutlaka olması gereken bir bardak su ve erzaktan (su, un, bulgur, tuz, buÄŸday, pirinç, ÅŸeker, baharat gibi) birer tutam koyup üstünü bir tülbentle örtüp, bereketi artsın diye mevlid-i ÅŸerifi okuyan hocanın önüne bırakır. O'nun doÄŸuÅŸu ile aleme bahÅŸedilen beyt bereketten bizim hanedeki erzaklara da nasip et demenin bir baÅŸka dildeki adıdır bu gelenek.
Buhur kokusu, baharat ve gül yağı kokuları birbirine karışır. Önce münacât ile baÅŸlanır. Sonra alemin yaratılma nedeni, bütün eflakın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı sultanlar sultanının teÅŸrifine geçilecektir. Birazdan duygu seli baÅŸlayacaktır. Hazreti Peygamberin doÄŸumunu anlatan "Merhaba Ey Ali Sultan" diye baÅŸlayan kısma geldiÄŸi anda cemaat hep birlikte ayaÄŸa kalkar. Kainatın efendisini ayakta, elleri baÄŸlı, gözleri yaÅŸlı olarak karşılamaktadırlar. Hürmet için ayaÄŸa kalkılmıştır, itaat için eller baÄŸlıdır. Ama efendiler efendisi yetim doÄŸmuÅŸtur, hüzün büyüktür gözler yaÅŸlıdır...
Oruç, daha önceki kavimlere de buyrulmuÅŸ olan temel ibadetlerden birisidir. Ä°ÅŸin içinde gizli olan hikmetler bir yana, oruç tutmanın toplumsal olarak oluÅŸturduÄŸu bir deÄŸer alanı vardır ve bunlar, o mundemiç olan alanın tam da sosyolojik deyimi ile temel taşıyıcı ajanıdırlar adeta.
Arınma süreci
Bize kadar tevarüs eden bu ibadet, metafiziÄŸin hayatımızdaki yerini her yıl tahkim edip üzerinin küllenmesini engeller. Büyük dalgınlıklardan uyanma zamanıdır. Elbette arınmayı gerektirecek hatalar iÅŸlemiÅŸiz ve iÅŸlemeye de devam edeceÄŸiz. Ama önemli olan bunların farkına varmaktır ve Ramazan tam da bunu hatırlatan bir zaman dilimidir. Zamanın dışına çıkamayacağımıza göre bunun da dışında kalamıyoruz nitekim. Bütün farklılıkları bilmenin teorisine dair pratikleri yaÅŸatır bize. Bundan dolayı da Ramazan'a özgü adetleri sadece oruç ibadetinin yerine getirilmesi çerçevesinde görmemek gerekir. Gerçekte bir yenilenme ve arınma sürecidir. Ä°tikaf, çile (doÄŸuda "çellé" denilir), mukabele, teravih, fıtr sadakası vb adetler de orucun bu anlamdaki iÅŸlevinin kök salmasına katkıda bulunurlar.
Büyük usta Sezai Karakoç onu "gökten gelen bir armaÄŸan" olarak tanımlar. Fizik ile fizikötesini ayıran perdeyi kaldıran bir zaman dilimi olarak görür Ramazan ayını.
Bundan dolayı da Anadolu'nun pek çok yerinde oruç, dinin diÄŸer ÅŸartlardından çok daha fazla önemsenir. Hatta Türkiye'nin pek çok yerinde, Ramazan ayında oruç tutmak adeta Müslüman olmanın biricik ÅŸartı olarak görülür. Muhtemeldir ki Ramazan'ın bu kadar önemsenmesinin nedeni de Sezai beyin iÅŸaret ettiÄŸi gökten gelen armaÄŸandan mümin kardeÅŸini mahrum bırakmama çabasının sonucudur.
Rahmetin yaÄŸmur gibi yaÄŸdığı bir zaman diliminde herkesin bundan nasiplenmesinin çabası sonucu oluÅŸan o atmosferi günümüzde "özgürlük" kavramına kurban etmenin ne kadar hüzün verici olduÄŸunu söylemeye hacet yok sanırım.
MeÅŸru bir özrü olanlar, hastalar, seferi olanlar ve çocuklar vb. bu ibadeti yerine getirme mükellefiyetinde deÄŸildirler. Ramazan ayında ulu orta yemek yiyen birisini peÅŸin hükümle yargılamak da asla doÄŸru deÄŸildir. Elbette oruç tutanlara karşı gereken saygının ve hassasiyetin gösterilmesini beklemek en doÄŸal hakkımızdır ama oruç tutmayanları da peÅŸin yargılarla mahkum etmek ya da iradesi üzerinde bir baskı kurmak doÄŸru deÄŸildir. Nerdeyse her Ramazan'da oruç tutmayanların saldırıya uÄŸradığına dair özellikle bir kısım yayın organları tarafından birkaç haber "hazırlanır". Bu haberlerle iki ÅŸey hedeflenir, birincisi oruç tutanların dinin temel esprisi olan hoÅŸgörüden uzak olduÄŸunu vurgulamaktır. Her ne kadar oruç tutuyorlarsa da aslında bu insanların boÅŸ bir eziyet çektiklerini anlatmak ya da bu yönde bir imaj oluÅŸturmaktır. Ä°kincisi de, oruç tutmanın tamamen toplumsal baskı sonucu gelenekselleÅŸmiÅŸ bir ibadet olduÄŸu fikrini yaymaktır.
Ä°slam geleneÄŸi açısından Müslüman olmanın en basit somut göstergesi kalben inanmaktır ama din, ibadet ile iman arasında ontolojik bir illiyet rabıtasını da kurar. Teori ile pratiÄŸin ayrı olmadığı bir mesajdır Ä°slam. Günümüzde bu ilkeyi sarsan en önemli deÄŸiÅŸim dünyevileÅŸmek, bir baÅŸka ifade ile ibadetsiz bir dini inancın yaygınlaÅŸmasıdır. Günümüzün moda deyimi ile protestanlaÅŸmaktır. Ki Ä°slam bu tahripkar deÄŸiÅŸim dinamiklerine karşı iman ile amel arasında derin bir yarığın oluÅŸmasını engelleyecek bir yapıyı hep telkin eder. Ä°ÅŸin toplumsal alandaki yansımasına olan ilgiyi de bu çerçeveden deÄŸerlendirmek gerekir ki eski ramazanlara olan özlem de sadece bir iki gösteri sanatına veya davulcuların manisine olan merak deÄŸildir. Tam da bahsedildiÄŸi gibi oruçla birlikte gerçekleÅŸen arınmayı güçlendiren sosyolojinin yok olması endiÅŸesidir.
Tartışma derin ve eski. Ancak ÅŸunu söylemek mümkündür, her bir amel imanı güçlendirir. Dini pratikler hem inancı hem de kiÅŸiliÄŸi eÄŸitirler. Ki bunlar arasında en kıymetli olanlardan birisidir oruç ibadeti. Oruç tutmak, bu paradoksu paranteze alan bir iklime götürür insanı. Orucu diÄŸer ibadetlerden farklı kılan da budur zaten, insanın sahip olduÄŸu tek ayrıcalıklı gücü ve yeteneÄŸi olan iradesini rabbine teslim ettiÄŸini hiçbir tereddüde yer bırakmayacak ÅŸekilde somutlaÅŸtırmış olmasıdır. Oruçlu olan ne kendisini ne de bir baÅŸkasını kandırabilir. Oruç ile kiÅŸi kendisini de rabbini de kandıramaz. Oruç tutup tutmaması onun ile vicdanı arasında bir sırdır.
Babam, özellikle de sıcak yaz aylarına denk gelen Ramazanlarda en çok iftara doÄŸru sofra başında beklemeyi tembihler bize. Kendisi de öyle olsun ister her zaman. Ä°ftara en az on, onbeÅŸ dakika kala sofra kurulur, soÄŸuk su, meyan ÅŸerbeti, ayran, koruk ÅŸerbeti ve diÄŸer içecekler hazırlanır. Ä°çecekler, yemekler, tuz, hurma vs her ÅŸey hazır olunca herkesin eksiksiz sofra başına oturup özellikle beklemesini ister. Ve hiç usanmadan her iftar vaktinde de bize o meÅŸhur kıssayı anlatır:
Allah Teala meleklere ÅŸu an emrediyor: "Bakın bakayım yeryüzünde tam olarak ÅŸimdi ne görüyorsunuz?"
Melekler:
Ey Yüce Rabbimiz! Malumunuz, kulların susuzluktan dudakları çatlamış, açlıktan bitap düÅŸmüÅŸ halde sofralarının başında oturmuÅŸlar. Yemiyorlar ve içmiyorlar bekliyorlar.
Allah Teala:
Neyi bekliyorlar ve niçin bekliyorlar?
Melekler:
Senen emrini yerine getirmek için, orucun erkanını, yani ÅŸartlarını tamamlamayı büyük bir sabırla bekliyorlar.
Allah Teala:
Neyi umarak bekliyorlar?
Melekler:
Senin rızana mazhar olmak için, ve rahmetine eriÅŸmek için bekliyorlar. Ve Allah Teâlâ o an meleklerine ÅŸöyle emreder: "Gördünüz mü itaatkar kullarımı. Ä°ftar ile birlikte rahmetimi yaÄŸmur gibi onların üzerine yaÄŸdırın o zaman."
Rahmet ayı olarak adlandırılması da bundandır. Bu rahmetin tüm ümmetin üzerine hesapsız yaÄŸmasını umarak herkese hayırlı Ramazanlar...
Müellif: Prof. Dr. Mazhar BaÄŸlı / Kaynak: Star-Açık GörüÅŸ
Henüz yorum yapılmamış.