Gökhan Özcan: Çerçevelerde sınırlanmak
Follow @dusuncemektebi2
Gökyüzünün maviliğinde özgürce kanat çırparken, çerçevelere çarpıp kırılan bütün o kuşlar şu gerçekle tanıştı: Resimleri hayatın kendisi kadar enginliğe sahip değil!
Bizler hakikatin sahibi deÄŸil, muhatabıyız. Kafamızdaki engelleri aÅŸarak kendimizi açık tuttuÄŸumuz müddetçe, her gün mucizevi ÅŸekilde kendini yenileyen yüzüyle varlığın deÄŸiÅŸmez özünü müÅŸahede imkanına sahibiz. O engellerin sayısı çoktur ama onların tamamının kendimizi hakikatin sahibi görmekle öyle ya da böyle bir ilgisi vardır. Ä°nsan ancak kendi miktarınca bir bilgeliÄŸe sahip olabilir; bunun yegane yolu da kendisini aradan çıkararak hakiki bilgiye, onun sayısız kendini gösteriÅŸ biçimine, sonsuz sayıdaki görünümlerine bakışını açık tutabilmekten geçer. Bugün insan, ne ihtiva ettiÄŸi önceden belli birtakım donuk karelere bakıyor. Orada akan bir hayat, bir hayatiyet yok. Orada sadece dondurulmuÅŸ fotoÄŸraflar var. DondurulmuÅŸ görme biçimlerinin doÄŸurganlığı olmayan numuneleri var. Oysa hakikat donukluÄŸu kabul etmez, o bir ırmak gibi hiç donuklaÅŸmadan sonsuzluÄŸa akar. Bunu bilememek, bunun ayırdında olamamak, hakikatin hayata armaÄŸanı olan sonsuz tecellilerine bigâne bırakıyor bizi. En büyük yoksunluÄŸumuz da bu!
“...yaÅŸamı ve gizlerini onu sımsıkı tutmaya çabaladığınız sürece anlayamazsınız. Aslında onu tutamazsınız, tıpkı bir nehri bir kovaya koyup alıp gidemeyeceÄŸiniz gibi. EÄŸer akıp giden bir suyu kovanın içinde tutmaya çalışıyorsanız onu anlamamışsınız demektir ve bu da sürekli hayal kırıklığına uÄŸrayacaksınız anlamına gelir, çünkü kovanın içindeki su akmaz. Akan bir suyu ‘elde etmek’ için onu kendi haline bırakmalı ve akmasına izin vermelisiniz” diyor Alan Watts, ‘Güvencesizlikte Bilgelik’ kitabında.
Her ÅŸeyi kalıplara dökerek, standartlara vurarak, kliÅŸelere zorlayarak, ezberlere indirgeyerek donuklaÅŸtırıyoruz. Hayatın, aslında hepsi tek bir andan ibaret olan her anını, olaÄŸanüstü güzellikleriyle, inanılmaz zenginlikleriyle ve sayısız derinliÄŸe sayısız kapı açan yenilikleriyle donatan mucizelerini kaçırıyoruz bu yüzden. Bir gün batımı fotoÄŸrafının, ufku kızıla boyayan sayısız gerçek gün batımının yerine konması gibi bir ÅŸey bu. Hiçbir gün batımı, herhangi bir gün batımının herhangi bir anı bir diÄŸerinin aynısı deÄŸil ve bize aynı ÅŸeyi söylemiyor oysa. Her bir gün batımının, her bir gün batımı anının söylediÄŸi kendine özgü, biricik, yegâne, tekrar olmayan ve tekrarı da olmayan bir sözü var. Bu mucizeye gözlerimizi kapatmak, kulaklarımızı tıkamak, zihnimizi ve kalbimizi donuk bir kareye, akmayan bir görüntüye, yaÅŸamayan bir gerçekliÄŸe sabitlemek, sadece kendinden ibaret, kendiyle sınırlı kısır bir fotoÄŸrafa gözümüzü, kulağımızı, aklımızı ve kalbimizi esir etmek... Kendimize yaptığımız en büyük kötülük bu deÄŸilse, acaba ne?
Martin Heidegger’in, ‘Olmaya Bırakılmışlık’ kitabından aldığımız ÅŸu ifadeler üzerinden bir düÅŸünce ödevi verelim bugün kendimize: “Adeta iÅŸimiz gereÄŸi düÅŸünen biz hepimiz, sıkça düÅŸünceden kıtız, pek de kolayca, düÅŸüncesiziz. DüÅŸüncesizlik, günümüz dünyasında her yere girip çıkan garip bir misafirdir. Çünkü günümüzde en hızlı ve ucuz yolla bilgiye ulaşılır ve her ÅŸey aynı anda hızlıca unutulur. Böylece bir etkinlik, bir diÄŸerini kovalar. Merasimler ve düÅŸüncesizlik, uyumlu bir ÅŸekilde buluÅŸurlar”
Gökyüzünün maviliÄŸinde özgürce kanat çırparken, çerçevelere çarpıp kırılan bütün o kuÅŸlar ÅŸu gerçekle tanıştı: Resimleri hayatın kendisi kadar enginliÄŸe sahip deÄŸil!
“Belki de bütün fotoÄŸrafları çerçeveletmeliyiz” dedi beyaz saçlı adam, “sınırları olduÄŸu görülsün diye!”
YeniÅŸafak
Henüz yorum yapılmamış.