Sosyal Medya

Gökhan Özcan: Yama tutmayan sökükler

Bakın fotoğraflardan taşan derin hikayelerine... Şaşaalı, iddialı, değişken, büyük harflerle yaşanmış hayatların boşluğuna, kofluğuna, gürültülü hikayesizliğine nazaran onların anlatacak ne kadar çok şeyi var.



Sıradan bir insanın, göründüÄŸü gibi sıradan, küçük, neredeyse ehemmiyetsiz bir hikayesi olur diye düÅŸünülüyor. Ä°ri kelimelerle konuÅŸanların, her ÅŸeyi biliyormuÅŸ havası yayanların, çok hareketli yaÅŸayanların çok daha büyük hikayeleri olduÄŸunun varsayıldığı gibi... FotoÄŸraflara bakın, öyle olmadığını göreceksiniz. Bakışları bir yerlere dalıp gitmiÅŸ yaÅŸlı kadınların mesela, kahkahası yüzünde donup kalmış çocukların, erken gelen yorgunluÄŸu yüzünden harf harf okunabilen orta yaÅŸlı erkeklerin, umudu ancak ellerini kanatırcasına sımsıkı ellerinde tutabileceÄŸine inanan yoksul, yoksun yüzlerin mesela... Bakın fotoÄŸraflardan taÅŸan derin hikayelerine... ÅžaÅŸaalı, iddialı, deÄŸiÅŸken, büyük harflerle yaÅŸanmış hayatların boÅŸluÄŸuna, kofluÄŸuna, gürültülü hikayesizliÄŸine nazaran onların anlatacak ne kadar çok ÅŸeyi var.
 
“Ben buyum, beni nasıl görüyorsanız oyum!” diye haykırdı adeta ayaktaki. “Ben deÄŸilim, beni gördüÄŸünüz kadar deÄŸilim!” diye mırıldandı buna karşılık oturan.
 
Hayatta usul usul sökülen ne çok ÅŸey var. Kimi büyümeye namzet küçük sökükler, kimi çoktan bir uçtan bir uca büyüyüp hayatın tenindeki koca bir kara delik halini almış. Farkında mıyız acaba hayatımızda bize endiÅŸe vermesi gereken bir ÅŸeyler olduÄŸunun? Bir ÅŸeylerin uzun zamandır ters gittiÄŸinin, yanlış tarafa yürüdüÄŸünün? YaÅŸadıklarımızın, hikayelerimizin hassas dokusunda onarılması zor gedikler açtığının, birbirine iliÅŸtirdiÄŸimiz ÅŸeyleri tutan dikiÅŸleri attırdığının? Farkında mıyız içten içe kemirildiÄŸimizin, azaltılıp eksiltildiÄŸimizin?
 
“Hırsla yalan söyleniyordu, düÅŸ ötesi, gülünç ve saçmalık ötesi, gazetelerde, havada, karada, denizde. Herkes iÅŸin içindeydi. En kuyruklu yalanı kim söyleyecek diye yarışıyorlardı. Kısa süre sonra kentte gerçek diye bir ÅŸey kalmadı” diyor ‘Gecenin Sonuna Yolculuk’ kitabında Louis Ferdinand Celine.
 
Hiçbir zaman, hiçbir devirde, imajları gerçeklerin yerine koymakta bu kadar hevesli olmamıştık. Yalanları gerçeklerine yerine koymakta, kafamızdan uydurduÄŸumuz bir dünyaya kendimizi inandırmaya bu kadar yatkın olmamıştık. Kendimizi kandırmak için oynadığımız oyunlarda bu kadar muhteris olmamıştık. Ä°çten içe ne yaptığımızı bilip dururken; kendimizi aslı, esası, muhtevası, derinliÄŸi olmayan bir hayata peÅŸkeÅŸ çekmekte bu kadar bu kadar hevesli olmamıştık.
 
Bir de ÅŸunu düÅŸünün; içi gerçekle kamaÅŸacak diye hayatının tenine dokunamayan bir insan ne hisseder?
 
Kafa karıştıracak sorular soruyor Arthur Rimbaud, bir ÅŸiirinde: “Peki ama, gerçeÄŸi görebilir mi Ä°nsan?/ Gördüm: Ä°nanıyorum diyebilir mi Ä°nsan? Ya düÅŸler düÅŸüncenin sesinden güçlü ise?/ Çok kısaysa yaÅŸam, insan erken geldiyse?”
 
Gözleri bir yerlere dalıp giden insanlar bizimle aynı mekanı, ortamı, yeri paylaşıyor olsalar bile o an yanımızda deÄŸiller. Peki neredeler? Bakışları bizim gördüÄŸümüz dünyanın ötesine geçtiÄŸinde nereye gidiyorlar? Ve yanımıza geri gelirken neden istemsizce sıçrıyorlar? Nereden nereye geçiyorlar? Onları o dalıp gittikleri yere çeken ne? Ve neden kolayca geri bırakmıyor?
 
“Bazen her ÅŸeyi durdurup” dedi beyaz saçlı adam, “o an içimden geçmekte olan herhangi bir otobüse binmeyi ÅŸiddetle istiyorum!”
 
YeniÅŸafak

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.