İhsan Fazlıoğlu: Oruçta kendini aramak
Follow @dusuncemektebi2
Oruç, kişiyi, içerisinde gömülü olan sırra yönelmek için, dışarıdan içeriye taşıyan en önemli ibadettir. Oruç, insana dışarı'ya karşı bir iç-duruş verir; dış-korkuyu iç-ümide dönüştürür.
Mitoloji'ye göre tanrılar, insan'ı var kıldıktan ve ara'ya koyduktan sonra, insan'ı insan kılan niteliÄŸi yani sırrı nere'ye saklayacaklarını aralarında uzun uzun, sıkı bir ÅŸekilde tartışmışlar. Bir kısım tanrı, sırrı Evren'in en ücra köÅŸelerine savurmayı, insanın bu köÅŸelere uzanamayacağını söyleyerek teklif etmiÅŸ; bir kısmı ise Yer'in en diplerine atmayı... Ancak bilge tanrılar, insan'ın meraklı olduÄŸunu, bu merak sayesinde hem Evren'in en ücra köÅŸelerini hem de Yer'in en diplerini araÅŸtıracağını, dolayısıyla bu yerlerin güvenli olmadığını bildirmiÅŸler. Tartışma tüm ÅŸiddetiyle sürerken bir tanrı, "Öyle bir yer bulalım ki insan, ihmalinden dolayı, ona nazar etmeyi/bakma'yı hatırlamasın" demiÅŸ. Böyle bir yerin neresi olabileceÄŸini düÅŸünen tanrılar en nihayet, insan için en-yakın yer'in aslında en-uzak yer olduÄŸunu fark etmiÅŸler. Sonuçta insan'ı insan kılan niteleÄŸi yani sırrı insan'ın içine gömmüÅŸler.
O gün bu gündür insan, "büht ü hayret re's-i marifettir" deyip kendisini insan kılan niteliÄŸi hep dışarı'da aradı; ya Evren'in en ücra köÅŸelerinde ya Yer'in en diplerinde. Kısaca, insan kendisini unuttu. Bu nedenledir ki "insan, nisyan ile malul'dur" denmiÅŸ; insan ile nisyan arasında köken yakınlığı kurulmuÅŸtur. Felsefe-bilim tarihi'ne bakıldığında da bu durum müÅŸahede edilebilir: Sümerler'den Babilliler'e, Mısırlılar'dan Yunanlılar'a merak'ın, hayret'in hep gökyüzüne, yeryüzüne, kısaca dışarı'ya yöneldiÄŸi görülür.
Dışarı'ya nazar eden insan'ı kendisine konu alan Sokrates ile öÄŸrencisi Eflatun'un "bilgi'yi insanın unuttuÄŸunu hatırlaması" ÅŸeklinde tanımlamaları; Eflatun'un insanın düÅŸtüÄŸü bu durumu izah için inÅŸa ettiÄŸi istiare-i temsiliye, düÅŸünce tarihinde içeri'ye yönelmenin ilk adımlarını teÅŸkil ederler. Öyle ki Eflatun, dışarı'nın bilgisini bile içeri'ye yerleÅŸtirir. Bu süreci, öÄŸrencisi Aristoteles tamamlar: De Anima yani Kitab el-nefs yani Kendi'nin bilgisi. Nübüvvet ile ondan beslenen sufî düÅŸünce okulları ise insanın kendisine iliÅŸkin bilgiden çok, insanın kendisini tanıması'ndan bahsederler: "Men 'arefe nefsehu fe-kad 'arefe Rabbehu": "Kendini tanıyan Rabbini tanır".
Ä°nsan'ın dışarı'yı bilmesi, karşısına alması demektir; bu ise insan ile dışarısı arasında bir ayırışmayı, farklılaÅŸmayı, hatta yabancılaÅŸmayı getirir. Bilgi de, böyle bir resimde, karşı karşıya konulmuÅŸ bu iki yabancının bir baÄŸ ile tekrar bir araya getirilme iÅŸidir. Ancak, insan ister Evren'in en ücra köÅŸelerini ister Yer'in en diplerini tarassud etsin; sonuç kendisini ihmal'dir. Çünkü insan kendisini ne köÅŸerlerde ne de diplerde bulabilir. DüÅŸünce tarihinde dışarıdaki yollardan giden hiçbir düÅŸünür kendisine uÄŸrama fırsatı bulamamıştır. Dışarısı ara'dır; aralıkta mevcut olan insan'dır; insan aralığı deÄŸil aralıkta bulunan kendisini aramalıdır. BaÅŸka bir deyiÅŸle aralıkta kayıp olan insan'dır; bu nedenle insan, ara'da arayan, aradığı ÅŸeyin kendisi olduÄŸunu bilmelidir; tersi durumda insan ara-lık-da kaybolup gider. Ä°nsanın kendisini bulmasının olmaz ise olmaz ilk ÅŸartı ise yine kendisini bu-ara-da, aralıkta bulmasıdır.
Dışarı'dan gidenler, dışarı'yı fazla ciddiye alanlar, sırrı yani insanı dışarıda arayanlar acz hissederler. Bu acz sürdürülebilir olmaktan çıkınca insanı korku/havf kaplar. Korku kalıcı bir hal alırsa kiÅŸiyi anlamsızlığa sürükler. Hayatı anlamlandırma yetisini kaybeden kiÅŸi ise ya kendisini koyverir yani aralaÅŸtırır ya da kendisini imha eder. Maneviyatı yani kiÅŸinin anlam dünyasını dışarıdan hareketle kuracağını zannedenler, zamanla, içeriyi dışarısına benzetir; insanı bir meta gibi algılamaya baÅŸlarlar. Acz ve neden olduÄŸu korku, insan olmaklığın çıkış noktasıdır: [Ä°nsaf ile ger olursa dikkat/Nimet mi deÄŸildir acze ruhsat]; ancak bu-ara-da kalmak insanın önce kendisini, daha sonra çevresini imha etmesinin baÅŸlangıcıdır:. Ä°nsan'ın acz ve korkudan, kendisine geçmesi, kendisinde gömülü olanı bulması, kudemanın deyiÅŸiyle, hâle hamd etmesi, ÅŸükretmesiyle baÅŸlar; bu insana bir kuvvet verir; bu kuvvet de korku'yu ümide/reca dönüÅŸtürür. Öyleyse dışarı'dan içeriye, acziyetten kuvvete, korkudan ümide adım atma, hamd/ÅŸükr etme ile baÅŸlar. Bu nedenle hamd/ÅŸükür köprüdür; kiÅŸiyi dışarıdan içeriye taşır: [Hamd ana ki kıldı halka rahmet/Tahmîdde acze verdi ruhsat].
Dışarı'da acziyet hisseden insan, iÅŸgale çıkar; dışarısını bilme ve bu bilmeye iliÅŸkin, teknoloji dedikleri tüm âlet ve edevât bu acziyeti giderme çabasıdır. Bundan dolayı acziyet hissetme insan olmaklığımızı hatırlama bakımından önemlidir. Tersi durumda dışarı'da saplanma, dışarı'nın iniÅŸ-çıkışlarında kaybolma yüksektir: [Acz olmasa hâl olurdu müÅŸkil/Pây-i kec-i kilk olurdu der-gil].
Ä°çeri'ye hamd köprüsünden giren bir kiÅŸi'nin bilmesi gereken ilk ÅŸey, burasının dehlizlerinin dışarıdan daha yoÄŸun olduÄŸudur: [BoÅŸuna gezmiÅŸim yok tabiatta/Ä°çimdeki kadar iniÅŸ ve çıkış]. Kudemanın deyiÅŸiyle dışarı'da, baÅŸka bir adlandırmayla söz-denizi'nde boÄŸulmamak için insan'ın kendisine demir atması gerekir. Ä°çeri'deki seyr ü seferin derinliÄŸi, sihhatli ve müstakim bir ÅŸekilde akması, kiÅŸinin kendisinde gömülü olanla temasının yoÄŸunluÄŸuna baÄŸlıdır. Türkçemizde, insanın kendi içine düÅŸmesi anlamına gelen düÅŸünmek, bu anlamda, gömülü olan üzerinde katlanmaktır, derinleÅŸmektir.
Kudema, insanın derunî seyahatının ibadet salıyla mümkün olduÄŸunda hem fikirdir. Ä°çer'deki okyanusun derinliÄŸi, dalgaların haÅŸmet ve azameti, yolların iniÅŸ ve çıkışı, üzerinde yol alınan ibadet kayığının güçlü olmasını talep eder. Her bir ÅŸey'in kulluÄŸu/ibadeti ne-üzerine-halk edilmiÅŸse o ÅŸey üzerine, kısaca doÄŸasına uygun olarak varlığını sürdürmesidir. Bir taşın ibadeti taÅŸ-olmaklığına, bir aÄŸacın ibadeti aÄŸaç-olmaklığına, bir arının ibadeti ise arı-olmaklığına göre var-olması ve buna uygun/göre davranmasıdır. Bundan dolayıdır ki, insan'ın en temel ibadeti içerisinde gömülü olan sırra, insan-olmaklığını mümküm kılan niteliÄŸe göre yaÅŸamasıdır; diÄŸer tüm ibadetler insanı bu temel ibadete hazırlamak içindir. GeleneÄŸimizde tefekkür, taakkul ile teemmül'ün, taabbud kabul edilmesinin sırlarından birisi de budur.
Oruç, kiÅŸiyi, içerisinde gömülü olan sırra yönelmek için, dışarıdan içeriye taşıyan en önemli ibadettir. Hemen hemen tüm kadim kültürlerde, insanın kendisini keÅŸfedebilmeye hazırlayan bir güzergah olarak bulunması, orucun kiÅŸinin kendisini ciddiye almasının en önemli göstergelerinden birisi olmasındandır. Oruç, insana dışarı'ya karşı bir iç-duruÅŸ verir; dış-korkuyu iç-ümide dönüÅŸtürür.
Ä°nsan'ın içerisinde gömülü sırra gelince, ister varlık ister tanrı, ister varlık baÄŸlacı ister haml-i vücudî, sır Huve'ye doÄŸrudur. Sufî'nin dediÄŸi gibi: "Kesret vahdet'te madum; vahdet kesret'te mevcut deÄŸilse insan'ın elindeki kadeh'i ancak ölüm doldurur": [Åžad ÅŸükrola Hayy-i lâyemûta/Kim erdi söz âlem-i sükûta].
Kaynak: Anlayış Dergisi (Sayı 28), Ekim 2005
Henüz yorum yapılmamış.